Yusuf Adıgüzel: Yeryüzünün lanetlileri: Mülteciler

Yeryüzünün lanetlileri: Mülteciler
Giriş Tarihi: 27.4.2020 15:10 Son Güncelleme: 27.4.2020 15:10
Mazlum insanlar, sebebi olmadıkları bir savaşın kurbanları olarak rüzgârın önündeki yaprak, denizin üstendeki çöp gibi bir ülkeden diğerine savrulup duruyor. Avrupa ise Türkiye’yi mülteci deposu olmaya mahkûm etmek istiyor.

Bu kez de Yunanistan adına insanlığımızdan utanıyoruz. "Avrupa'nın Herkül'ü" Yunanistan, yüzümüzü kızartan insanlık suçlarını işleyerek, sığınma arayan mültecileri plastik mermi, biber gazı ve tazyikli su ile uzaklaştırmaya çalışıyor. Ege'den adalara geçmek isteyenlerin botlarını batırıyor, Meriç nehrinden geçmeyi başaranları ise soyuyor, dövüyor, işkence ediyor, hatta tecavüz ediyor ve Türkiye'ye geri itiyor. Her fırsatta Türkiye'ye insan hakları dersi veren AB ülkeleri ise, Yunanistan'ın bu hoyratlığını makul, kabul edilebilir, hatta gerekli görüyor. Göçmenler ve özellikle zorla vatanlarından edilen mülteciler, Batı'nın konfor, estetik ve dahası güvenliğini bozan, Orta Çağ'dan kopup gelen lanetli zombiler gibi görülüyor. Medya ve aşırı sağcı/ ırkçı siyasetçilerin kışkırtmalarıyla ötekileştirmenin de ötesinde şeytanlaştırılan bu insanlara her ne şartta olursa olsun birçok Batı ülkesinde artık yer verilmek istenmiyor.

Şubat sonunda, Türkiye'nin gitmek isteyenleri zorla tutmayacağını ilan etmesiyle, AB ülkelerine geçmek isteyen binlerce sığınmacı Yunanistan sınırına yığıldı. Anlaşılıyor ki bu insanlar Avrupa'ya gitmek isterken izin verilmediği için Türkiye'de kalmışlar. Aslında kalmak kadar, gitmek de bir haktır. Doğru soru; Türkiye'ye "Neden kapıyı açtın?" değil, Yunanistan'a "Neden kapıyı açmadın?" sorusudur. Türkiye'nin yıllardır taşıdığı mülteci sorumluluğunun küçücük bir fragmanı dahi Avrupa değerlerini tuz buz etmeye yetti. Aslında Nazizm, ırkçılık, islamofobi, zenofobi gibi utanılacak eğilimlerin sadece bir kısım aşırı uçların değil, Avrupa kamuoyunun gerçek fikri olduğu anlaşılmış oldu. İçlerindeki "Welcome refugee" (Hoş geldin mülteci) diyerek yürüyen bir kısım iyi niyetli insanlara rağmen, aslında yeryüzünün lanetlileri mültecilere Avrupa'da da yer olmadığı bir kez daha anlaşılmış oldu.

Sığınmak haktır

Avrupa'yı mülteci işgalinden kurtarmak için hukuk, insan hakları ve ahlak kurallarını askıya alan Yunanistan, sığınma başvurularını durdurduğunu açıkladı.

Oysa, sığınma hakkı temel insan haklarındandır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 14'üncü maddesi, "Her insanın zulüm karşısında, başka ülkelere sığınmaya ve bu ülkelerde sığınmacı işlemi görmeye hakkı" olduğunu söyler. Dolayısıyla hiçbir ülke, kendi ülkesindeki zulümden kaçarak kapısına gelmiş kişileri içeri almamak gibi bir lükse sahip değildir.

Mültecilere karşı bütün ülkelerin ortak sorumluluğu olmasına rağmen, bazı ülkeler sınırlarını korumak adına Yunanistan'ın yaptığı gibi insan hakları ihlallerine varacak kadar ileri tedbirler alabiliyorlar. Ülkesindeki zulümlerden ve gayri insani durumlardan kaçarak gelmiş bu insanlara, AB ülkesi Yunanistan'ın yaptığı insanlık dışı muamele hiçbir şekilde kabul edilebilir değildir.

Yunanistan'ın yaptığı; mültecilerin paralarını alarak, döverek, işkence ederek, botlarını batırarak, geri itme uygulaması tamamen hukuk ve ahlak dışıdır. Tüm ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları, insan hakları örgütleri bu duruma karşı seslerini yükseltmelidir. Ayrıca kendi rızası olmadan, mültecilerin zorla geri gönderilmesi, hayatı veya özgürlüğü tehdit altında olacak ülkeler iade edilmesi, 'geri göndermeme' ilkesine aykırıdır ve hukuken mümkün değildir.

Avrupa ülkelerine sığınmak isteyen bu kişilerin mültecilik prosedürlerine güven içinde ulaşması sağlanmalıdır. İçlerinde kadın ve çocukların da olduğu binlerce insan, denizden, Meriç'ten veya dikenli teller üzerinden hayatlarını tehlikeye atarak 'güvenli topraklara' ulaşmak zorunda bırakılmamalıdır.

BM yasaları kitlesel akın durumunda bireysel mültecilik başvuru prosedürlerinin işletilmemesini, gelen kitlesel göçle gelenlerin geçici koruma altında alınmasını öngörüyor. Yunanistan'ın hukuki sorumluluğu mültecilerin kendi sınırlarını geçişinden sonra başlıyor. Ama etik olarak bu insanları kendi sınırları içine alıp, başvuruların değerlendirmeli, ondan sonra mültecilik hakkı verip vermeyeceğine karar vermelidir.

Türkiye Avrupa'nın bekçisi mi?!

Türkiye yıllardır büyük bir düzensiz göçmen baskısı altında bulunuyor. Sadece Suriyeliler değil, Afganistan ve Pakistan başta olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerinden yüz binlerce insan Avrupa'ya gidebilmek için Türkiye'den geçmek istiyor. Türkiye, sınırlarını çok sıkı korumasına rağmen, bu düzensiz göç akınını engelleyemiyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye'de son 5 yılda (yarısına yakınını Afgan ve Pakistanlılar olmak üzere) 1 milyon 220 bin düzensiz göçmen, 30 bine yakın göçmen kaçakçısı yakalandı. 2019'da (Akdeniz'den) AB ülkelerine ulaşan mülteci sayısı 104 bin iken, Türkiye'de geçen yıl 455 bin (bütün Avrupa'nın 4 katı) düzensiz göçmen yakalandı. 2015'te Türkiye üzerinden Avrupa'ya 850 bin mülteci geçmiş ve Avrupa'da büyük bir mülteci krizi yaşanmıştı.

Almanya Şansölyesi Merkel beş kere Türkiye'ye gelmiş ve nihayetinde Türkiye-AB geri kabul anlaşması öne çekilmiştir. Türkiye anlaşmaya sadık kalarak çok sıkı önlemler aldı ve Türkiye üzerinden mülteci geçişleri 26 kat azalarak 2017'de 33 bine düştü. AB ise sorumluluklarını yerine getirmek yerine, sürekli Türkiye'ye not vermeyi ve mülteci yükünü üstlendiği için "takdir etmeyi" tercih etti.

Türkiye'ye "Doğu sınırlarını aç, batı sınırlarını kapat; coğrafi kısıtlamayı kaldır, doğudan ve güneyden (Asya ve Afrika'dan) gelenlere de mültecilik hakkı ver"diyerek, Türkiye'yi Avrupa'nın mülteci istasyonu veya deposu olmaya mahkûm etmek istedi. Şubat sonunda Türkiye'nin "Gitmek isteyenlere kapı açık" demesi, Avrupa'yı kulağının üzerine yatarak unutmayı tercih ettiği mülteci krizi ile yeniden yüzleştirdi. Gözü kapatmak veya kafayı kuma gömmekle sorunun ortadan kalkmadığını Türkiye daha nasıl anlatabilirdi?!

Göçmen oranı yüzde 7

BM verilerine göre dünya üzerinde zorla yerinden edilenlerin sayısı 71 milyonu geçerek, ikinci dünya savaşından sonra en yüksek seviyeye çıkarken, göçmenlerin sayısı ise 272 milyona ulaştı. Bu insanların 26 milyonunu mülteciler, 3,5 milyonunu sığınmacılar, 41 milyonunu ülke içinde yerinden edilen kişiler oluşturuyor.

Göçmenlerin ve mültecilerin dünya ülkeleri arasındaki dağılımı büyük bir farklılık gösteriyor. Mülteci ve sığınmacıların yüzde 90'a yakınını gelişmekte olan ülkeler misafir ederken, refah devletlerindeki göçmenlerin oranı da artmaya devam etmektedir. Hem mülteci üreten hem de mültecileri kabul eden ülkelerin tamamına yakını Müslüman ve gelişmekte olan (veya gelişmemiş) ülkelerdir.

Ekonomik göçmenler dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşarken, mülteciler ise gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde misafir edilmektedir. 51 milyon göçmen sayısı ile dünyanın en fazla göçmen barındıran ülkesi ABD iken, en fazla mülteci statüsünde insan barındıran ülke Türkiye'dir. BM raporlarına göre Türkiye'de, 3 milyon 576 bini geçici koruma altındaki Suriyeliler olmak üzere, 5 milyon 877 bin uluslararası göçmen (ülke nüfusunun yüzde 7'si) bulunmaktadır.

Mültecilik tercih değil!

Mülteciler sebebi olmadıkları bir sorunun sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılıyor. Ortada küresel oyuncuların sahnede olduğu büyük bir oyun var. Herkes biliyor/bilmelidir ki bu oyunun senaryosunu göç veren ülkeler yazmadılar. Bu ülkelerin insanları, işgalcilerin, vekâlet savaşlarının, paralı askerlerin, zalim yöneticilerin kurşunlarından, varil ve misket bombalarından, kimyasal silahlarından, uçakların bombardımanlarından çoluk çocuk kaçarak hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Dünyanın doğusu ve batısı, güneyi ve kuzeyi arasında büyük bir uçurum var. Bir tarafta kıtlık, yokluk ve açlık varken, diğer tarafta refah devletleri var. Bir yanda savaşlar, iç çatışmalar ve baskılar varken, diğer yanda güven ve huzur içinde yaşayan ülkeler var. Bu dengesizlik göç besleyen temel nedendir. İşin ironik tarafı doğu ve güney ülkelerindeki bu olumsuz şartların batı ülkelerinin eseri olması

Hem Afrika, Asya, Ortadoğu ülkelerini yaşanamaz hâle getirip, ondan sonra da ülkelerinden çıkmak zorunda kalan mültecilerin yüzlerine kapıları kapatmak kabul edilebilir bir durum değildir. Afganistan, Suriye, Irak, Somali, Sudan, Myanmar'daki savaşları bu insanlar çıkarmadılar. Sorunu çıkaran, savaşı başlatan, ülkeleri işgal eden, silah satan ülkeler faturayı yine bu ülkelere kesmeye çalışıyorlar. Vatanlarından ayrılmak zorunda kalan kişiler yine çevre ülkelerde kalmaya zorlanıyor.

BM'ye göre 2018 sonu itibariyle dünyada zorla yerinden edilenlerin sayısı 70 milyonu aşarken ve bunların 25 milyonunu mülteciler oluşturuyor. İlk 5 mülteci kaynak ülkesini Suriye, Afganistan, Sudan, Myanmar ve Somali oluştururken, mülteci ağırlayan ilk 5 ülkenin ise Türkiye, Pakistan, Uganda, Almanya ve İran olduğu görülüyor.

Ölümüne mültecilik

Savaş ve iç çatışmaların yaşandığı ülkelerden, özellikle Avrupa ülkelerine kaçmak isteyen mülteciler, göçmen kaçakçıları veya insan ticareti yapan suç şebekeleri aracılığı ile yasa dışı yollardan göç ederek hedeflerine ulaşmak istiyorlar. Her ülkede bağlantıları bulunan göçmen kaçakçıları eliyle, okuma yazması dahi olmayan 14-15 yaşındaki çocuklar Afganistan'dan kalkıp, Almanya'ya İsveç'e kadar gidebiliyorlar.

Tüm dünyayı faaliyet alanı olarak gören, yıllık yaklaşık 40 milyar dolarlık uluslararası bir sektör hâline gelen insan kaçakçılarının çok farklı yöntemleri bulunuyor. Sınırın herhangi bir bölgesinden kaçak geçmek sık kullanılan bir yöntem olmakla birlikte; az da olsa hava, kara ve deniz kapılarından sahte pasaportlarla geçirmek de kullanılan yöntemlerden.

Ancak hayatta kalmak üzere ülkelerinden kaçmak zorunda kalan mülteciler, yine hayatlarını tehlikeye atarak güvenli bir yere ulaşmak zorundalar. Bilmedikleri yollardan geçerek, bir kaçakçıya canlarını emanet ederek hedefledikleri ülkeye gitmek istiyorlar.

Bu yollar genellikle ölümü göze almayı gerektiren yollar oluyor. Afrika'nın iç bölgelerinden Avrupa'ya ulaşmak isteyenler hem binlerce kilometrelik ölümcül çölleri, hem de derme çatma teknelerle yüzlerce mil giderek Akdeniz'i geçmek zorundalar.

Geri kabul anlaşmaları mültecileri daha güvensiz ve tehlikeli rotalara sürüklüyor. Dünya üzerinde göç yollarında hayatını kaybedenlerin sayısı son 25 yılda 100 bine yaklaşırken, son 5 yılda 30 bini bulmuş durumda. Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre en ölümcül göç yolu Akdeniz. Son 5 yılda tüm dünyadaki göçmen ölümlerinin 16 bin 500'ü (yüzde 55) Akdeniz'den Avrupa'ya geçerken meydana geldi.

*Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı

BİZE ULAŞIN