"Anlatsam da anlamazsın canım kardeşim! ..."
Çünkü adamlar mesela 31 kitap yazmış, hâlâ anlatamamış… Birisi psikolojinin babası değilse bile amcası Carl Jung'u ezoterizmin babası ilan etmiş, lakin eserlerinde "ezoterizm" kelimesi bile geçmiyor. Bir diğeri, 15 bin yıl önce yazılmış ama 70 bin yıl önceyi tasvir eden Naacall Tabletlerini
çözerek ezoterizmin anhasına minhasına erişmek için tabletleri bulan "Büyük Rahipler Kardeşliğinin önde gelen üyelerinden baş rahip Rishi" hazretlerinden ölü bir dil öğrenmiş (Ne diliyse artık!) ve "Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığını" keşfetmiş (Nerede battıysa diyeceğim ama aklıma "Tut keli perçeminden!" sözü geliyor, demiyorum) ve en ezoterik dini bulmuş. Çok ezoterik olduğu için anlamak zor ama Mu'ların dini reenkarnasyon yani ruhun sürekli olarak tekrar bir başka bedene girişiyle birleşmiş bir tevhit inancı gibi, sanki. Mu'ların evrenin kökenini resmeden bir de logoları varmış (Artık nereden bulunduysa! Gezegenle batmamış demek ki!). Mu'ları keşfeden James Churchward'ın bu şekilden tafsilatlı bir Mu dini amentüsü çıkartması daha da ezoterik! Ama bu başka mesele!
Nitekim bir hususu ne kadar anlaşılmaz izah edersen, o kadar ezoterik oluyor konu. Yani bir tür Ezoteri Estetiği. Yani mesele artık o konuyu anlamak ve anlatmak olmaktan çıkıyor ve mesela telefonla konuşmak değil de "Ay bak benim iPhone'num var!" gösterişi gibi oluyor. Anlatamadım değil mi?
Dedim, zor anlatmak bu meseleyi.
Ama iPhone deyince yeni okuduğum bir şey geldi aklıma. 35 lira veriyormuşsunuz, adamlar feyk, yani bir işlevi olmayan üç yeni kamera görünümlü plastik yolluyorlar size, siz de eski model iPhone'unuza yapıştırıyorsunuz. Siz biriyle konuşurken filan gören sizin son model telefonunuz olduğunu
zannediyor. Yani arkadaşlarınız, sizi görenler eski model telefonu anlamıyorlar. Ezoterik estetik burada başlıyor.
Şöyle deneyelim bir de. Ezoterik, zaten herkesin anlaması beklenmeyen bir şey. Ayrıca anladım diyenin de anlaması beklenmiyor. Çünkü anlatmaya çalışanın da anlayıp anlamadığı belli değil. Ne kadar ezoterik, o kadar iyi yani. Zaten herkesin bildiği ve kolayca anladığı şeyin ne kıymeti harbiyesi
olur ki? Değil mi? Yunus, "Bir ben var benden içeruu" diyor. Kim o desen ne diyecek? Hiç. Olsa olsa, "Kardeşim, bu ezoterik bilgidir; hakikatler ve sırlar herkese açıklanmamalı!" diyecektir. "Peki derviş baba sen bu bilgiye, hakikate nasıl eriştin?" derseniz, "Ya o uzun hikâye. Bir tekkeye odun
taşıdım kaç yıl; o sırada işte ne olduysa oldu!" der muhtemelen.
Muhtemelen diyorum, çünkü ben de tamamen bilmiyorum işin aslını. Kimseye, değerini ve anlamını anlayamayacağı böyle bilgilerin verilmemesi gerektiği gibi bir inanış yani. Din mi demek istiyoruz? Hayır, çünkü dinin de ezoterizmi var. Yani "gnosis" dedikleri, "Ruhani bilgi" manasına. George Washington Üniversitesi'nde İslâmî ilimler uzmanı İranlı profesör, Müslüman mütefekkir, 50'den fazla kitabın, 500'den fazla makalenin yazarı Seyyid Hüseyin Nasr, "İslam'ın gnosis'i nedir?" sorusuna şu cevabı veriyor:
"Her ne kadar aşkla ve belli bir düzeyde eylemle derinden ilgili olsa da, Sufizm en üst düzeyde bir bilgi yoludur. Arapçada marifet ve Farsçada irfan, yani aydınlatıcı ve birleştirici bir bilgi, en yüksek nesnesi Hakikat, yani Tanrı olan bir bilgi ve daha sonra Tanrı ile ilişkili şeylerin bilgisidir. Hakikat diye bir şey vardır ve bilinebilir. Bu, insan yaşamının diğer tüm kesinliklerinin kendisinden aktığı tüm kesinliklerin ilkidir. Hakikatin bilgisi güneşin ışığı gibidir, sevgi ise her zaman bu ışığa eşlik eden ısı gibidir."
Hüseyin Nasr'ın başına gelen
Bunu, The Garden of Truth: The Vision and Promise of Sufism, Islam's Mystical Tradition isimli kitabından kendim çevirdim. Vebali boynuma. Türkçesini bulamadım. Anladığıma göre, İslam'ın da, Hristiyanlığın da, Yahudiliğin de bilinebildiğini bildiğimiz bir "Hakikat" inancı var; ama iş o hakikatin kendisi nedir sorusuna gelince, ezoterizm tam bir sır oluyor. Birtakım aşamalardan geçersen ve belirli bir yetkinliğe erişirsen, ancak o zaman bilebildiğin bir hakikat!
Anlamadın mı? Ben zaten anlamadan yazdım. Ama madem laf Hüseyin Nasr hocadan açıldı, bir de onunla ilgili anımı anlatayım. Yıllar önceydi, Hüseyin Nasr o tarihte George Washington Üniversitesi'nde hocaydı. Bir öğrenci derneği kendisini Hz. Muhammed'in (sav) hayatı konulu sohbete çağırmış; "Size araba göndeririz" demişler. Toplantı saati yaklaşıyor ama gelen giden yok. Hoca telaşlanıyor; geç kalmaktan, söz verip bekletmekten nefret ediyor. Neyse kendisini almaya gelen arkadaş, biraz da küstah bir ifadeyle adresi arayıp durduğunu, nihayet bulduğunu ama sokağı tek yönlü olduğu için onun tekrar dönüp gelmesindense, hocanın yürüyerek yandaki sokağa geçmesini söylüyor. Hoca sinirleniyor; "Gelmiyorum öyleyse!" diyor ve telefonu yüzüne kapatıyor.
Sonra çalışma odasından çıkıp, mutfağa gidip su içip ferahlamak istiyor. Ama odayla mutfak arasında iken, kendisinin Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin içinde, minberin önünde olduğunu ve Efendimizin minberden kendisine "Yazıklar olsun Hüseyin. Seni beni anlatman için çağırdılar. Sen kendi kibrini benim önüme koydun. Çık git mescidimden!" diye hitap ettiğini görüyor. Mescitten fırlıyor, çıkıyor; kendisini mutfağında buluyor… Hoca, beyninden vurulmuş gibi bir taksi çağırıyor; atlayıp konferansın yapılacağı yere geliyor ve kürsüye çıkıp, "Beni affedin…" diye başlayıp
bize bu olayı anlatıyor. Anlatıyor da anlıyor muyuz? Yani bu çağda böyle bir şey olabilir mi? Bunun psikolojide bir adı vardı? Neydi?
İçe giden bir yol
Ezoterizme göre, ezoterik bilgiler, layık kişilere belirli bir zaman içinde derece-derece açıklanmalıdır. Kimseye kaldıramayacağı, taşıyamayacağı yük verilmeyeceği gibi taşıyamayacağı bilgi de verilmemelidir. Belirli semboller, alegoriler vasıtasıyla, şahsın anlayış düzeyine ve ilerlemesine göre sembolizmle sarmalayarak verilir. Yunus da Eflatun gibi "içe giden bir yol" bulunduğunu söylüyor. Ezoterizm de zaten "içeri giden" anlamına geliyor.
Platon'un Roma'daki en önemli temsilcisi Plotin'dir; o da insanın içinde zaten var olan ama farkında olmadığı bir "ben" bilgisinden söz ediyor. Bu acaba sufilerin "marifet" dediği şey, "akıl" yoluyla edinilen "ilim" denen şeyden farklı mı? Klasik Sufizm'de Şeria'dan (yol) sürürsün, Tarikat'tan (metot öğrettikleri yer) geçer ve Hakikat'e varırsın. İşte bu noktadan sonra anlaşılmazlık başlıyor: Ezoterik bir şeyler oluyor ve "Marifet" aşamasına geçiliyor. Herkesin "Anlamazsın; zaten anlamasan daha iyi senin için!" dediği nokta bu.
Hakikat istiridyedeki inci ise, Tarikat suya dalmak, Şeriat da dalacağın yere kadar gittiğin kayık ise, peki Marifet ne oluyor? Ne kadar iltifat etseniz, biz bu Marifeti çözemeyeceğiz. En iyisi bu mesele burada kalsın. Varsın marifetin ezoterizmi eksik kalsın. Sanki her şeyimiz tamam da!