Eray Sarıçam: YÜZ YIL SONRA: YİĞİT DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKIYOR

YÜZ YIL SONRA: YİĞİT DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKIYOR
Giriş Tarihi: 3.05.2023 13:47 Son Güncelleme: 3.05.2023 13:47

Sadık Albayrak, sadece Türkiye'nin değil, bütün bir İslam coğrafyasının geçtiğimiz 50 yılda yetiştirdiği en değerli mütefekkir ve arşivcilerinden.
Albayrak'ı kendinden önceki ve sonraki mütefekkirlerden ayıran en önemli özelliği ise şüphesiz arşivciliği. Arşiv tutma ve arşiv çalışmaları bizde ekseriyetle akademiye "sıkıştırılmış" durumda. Bunun temel nedeni de Dil Devrimi'dir. Kıyafet Devrimi'nden tutun da Öğretimin Birleştirilmesine kadar, hiçbir "yenilik" bizi Dil Devrimi kadar sarsmadı.

Dil Devrimi, sadece kullandığımız kelimelerle sınırlı kalmadı. Bizlere adeta bir "yitik hafıza" armağan etti! İşte Sadık Albayrak, bütün bir ömrüne yayılan arşivciliğiyle; topladığı evraklar, kitaplar ve dergilerle sadece yüz yılda yitip giden ve sıfırlanan hafızamızı, derleme toparlama mücadelesi verdi. Bu anlamıyla, belki de başka hiçbir mütefekkirimize nasip olmayacak kadar "nesnel" olabildi. Sömürüye Karşı İslam'dan Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar'a dek; dil-edebiyat, hilafet, İttihad-ı İslam ve Batıcılık merkezli düşünceleri ve "dertleri" ile dedikleri gibi ve dedikleri kadar "nesnel" kalarak, son üç yıldır yaşadığımız buhranları hem tespit etti hem de çözüm yolları sundu.

Bu anlamıyla Albayrak, Batılıların "tespit"e sıkıştırdığı felsefi dünyanın ötesine geçerek, "buralı" bir bakışla kurtuluş reçeteleri hazırladı. Sezai Karakoç'un ifadesiyle, kulağını yaşadığı topraklara yapıştırdı. Ancak Sadık Albayrak'ı ve mücadelesini tam manasıyla anlayabilmemiz için son yirmi yılı beklememiz gerekti. Çünkü Albayrak her ne kadar "buralı" da olsa hemen hiçbir zaman kendisiyle aynı dili konuşan bir siyasi ve kültürel ortam bulamamıştı. Albayrak'ın kendisi gibi konuşan kadrolarla karşılaşabilmesi için son yirmi yılın "yerli ve milli" yani "buralı" siyasi ve kültürel atmosferini beklemesi gerekiyordu.

Lider ülke olma yolunda

Türkiye, oldukça zor bir coğrafyada istikrarını muhafaza ederek "Lider Ülke" olma yolunda emin ve cesur adımlarla ilerliyor. Son yirmi yıldaki çabalarımız, özellikle Rusya-Ukrayna savaşından sonra üstlendiğimiz arabuluculuk rolü, unuttuğumuz/unutturulan Lider Ülke vasfımızı yeninden kazandığımızın bir göstergesi. Öyle ki Antalya, İstanbul ve Ankara başta İslam ve Türk devletleri olmak üzere, uluslararası birçok çözümün görüşüldüğü, istişare edildiği temel merkezler konumuna geldi. Bu da 1920'li yıllarda planlanan fakat İngiltere kaynaklı Mekke ve Kahire Kongreleri
sebebiyle yapılamayan Ankara Şurası'nın bugünkü izdüşümünden başka bir şey değil.

Denebilir ki işgal yıllarında hedeflenen Ankara Şurası yüz yıl sonra bugüne nasip oldu. Bu başarının altında ise, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, siyasi kadroların kararlılığı ve tarih bilinci yatıyor. Erdoğan ve ekibi, yiğidin düştüğü yerden kalkabilmesi için, işte bu "şura" geçmişini hatırladı ve günümüze tatbik etmeye çalıştı. Çünkü yüz yılı aşkın süredir Müslüman coğrafyasının bunca bölünmüşlüğünün nedeni, "şura" bilincinden uzaklaşılması ve ortak bir masanın etrafında toplanılamamasıdır. İşte Türkiye, son yıllarda yürüttüğü liderlik düzeyindeki çalışmalarıyla "şura" geleneğini "kurumsal çabalar" adıyla bugününü siyasetine taşımayı bildi.

Yiğit, düştüğü yerden kalkmış ve Türkiye bir asrın ardından, "Lider Ülke" vasfına kimi zaman insani diplomasi ve arabuluculuk kimi zaman ise askeri
kararlılık ve caydırıcılık ile ulaşmıştır. Seksen yıl boyunca kendi içine kapalı, coğrafyası ve dünya ile neredeyse tüm bağlarını unutan Türkiye, son
yirmi yılla birlikte bölgesel ve küresel çapta lider/etkin ülke konumuna geldi. Misyonu, çeşitli uluslararası toplantılarda el indirip kaldırarak oy kullanmak olan Türkiye artık küresel ve bölgesel sorunlarda inisiyatifler almaya, liderlik yapmaya, dolayısıyla kendini ve geçmişini hatırlamaya başladı.

Türk-İslam dünyasındaki "ana merkez"

Kendini ve geçmişini hatırlayan ve dün olduğu gibi bugün de dünyanın merkezinde yer alan Türkiye, son yirmi yılda nüfuz alanını güç geçtikçe artırıyor. Bu nüfuz alanının boyutlarını ise başta savunma sanayisindeki başarılar olmak üzere, ekonomik ve kültürel alanlar oluşturuyor. Dün Sünni-Şii demeden tüm İslam coğrafyasını toplayabilme kudretine ve nüfuzuna sahip olan Türkiye, bugün de askeri, ekonomik ve siyasi atılımlarla Türk-İslam dünyasındaki sorunların çözümü için yeniden "ana merkez" haline geliyor.

Sadık Albayrak'ın ifadesiyle Anadolu Türklerinin istikrarı, kararlılığı ve kendine biçtiği roller ise sadece Türkiye'nin değil, bölgesel istikrarların sağlanmasının da tek çıkış noktasıdır. Bu anlamda, bir yandan Azerbaycan, Libya, Suriye, Bosna, Irak, Doğu Akdeniz ve Karadeniz gibi
coğrafyalarda kullandığımız sert ve yumuşak caydırıcılar, son yirmi yılda hiç olmadığı kadar etkin ve yapıcı oldu. Kolaylaştırıcılık, düzenlenen uluslararası forumlar ve çok katmanlı diplomatik çabalar da söz konusu sert ve yumuşak caydırıcıların uluslararası kamuoyunda saygınlık kazanmasını sağladı.

Yüzlerce yıl İslam'ın bayraktarlığını yapan Anadolu Türkleri belki bir asır bekledi ama bugünkü siyasi kadroların tecrübeleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın öncülüğüyle tekrar Lider Ülke konumuna yükselebildi. Afganların, "Haçlılara karşı İslam'ın muhafızı" dediği; Tatar-Kırgız-Başkırt Türklerinin, "bütün İslam Âleminin dini mercii" dediği; Leh Müslümanlarının, "biricik İslam devleti" dediği Lider Ülke Türkiye'nin, son yıllardaki en somut faaliyetleri ise İkinci Karabağ Savaşı ve Rusya-Ukrayna Savaşı'ndaki Tahıl Koridoru Anlaşması oldu.

Ebulfez Elçibey'in, "Türkiye'den Hocalı'daki kadınları ve çocukları kurtarmak için 4 helikopter istedim, vermediler" açıklamasından, 2020'ye gelen 28 yıllık sürede, Türk savunma sanayiinin atılımları, Azerbaycan Türklerinin 44 günün sonunda işgal altındaki topraklarına kavuşmasıyla sonuçlandı. Bu savaşta kullanılan İnsansız Hava Araçlarımız (İHA), Kafkasya, Ortadoğu ve Afrika gibi birçok noktada aktif rol oynayarak çatışmaların seyrini
belirleyen bir askeri teknolojiye dönüştü. 44 günlük vatan muharebesi, ayrıca, birlikte hareket etmemizin ve Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar'ın özünü oluşturan "şura bilincinin" önemini de bir kez daha ortaya koydu.

Anadolu Türklerinin "hami ülke" hassasiyeti

Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası, Cumhurbaşkanı Erdoğan öncülüğünde, yoksul ülkeler için imzalanan Tahıl Koridoru Anlaşması'nın ise; 1921 yılında, Rusya'daki Müslümanların yaşadığı açlık afetinin ardından, kendi dertlerini unutup kardeşlerine yardım eli uzatan Anadolu Türklerinin "hami ülke" hassasiyetinden hiçbir farkı yoktur. Çünkü dün de bugün de Türk-İslam coğrafyalarında kurduğumuz dostluklar ne salt çıkar odaklıdır ne de bir tarafın diğerini himaye altına almasına yöneliktir. Balkanlardan Kafkaslara kadar imzaladığımız her anlaşma ve verdiğimiz her türlü yardım kardeşliğimizin mühürlenmesi ve bunun tüm dünyaya deklare edilmesidir. Bu anlamıyla Türk dış politikasının, Türk-İslam coğrafyasına uzanan kolunu, "kazan-kazan"
gibi stratejilerle değerlendirmek yanlıştır. Bu, olsa olsa, Lider Ülke Türkiye'ye yüklenen tarihi bir sorumluluktur.

Türkiye, son yıllardaki etkin çabaları ve Lider Ülke vizyonu ile yeniden oyun kurucu konumuna geldi. Öyle ki, yukarıda verdiğim askeri ve insani yardım örneklerinde görüldüğü gibi, Türkiye'nin çabaları bir alternatif değil, diğer ülkelerin çaresiz ve etkisiz kaldığı noktalarda çözümleyici ve tamamlayıcı oluyor. Zira Lider Ülke vizyonu, Türkiye'nin varlığından rahatsız kimi aktörlerin iddiası gibi "nüfuz yayma ve fetih stratejisi" sayılamaz.
Çünkü 1922 yılında Afgan Müsteşarı Muhammed Ali Han'ın dediği gibi, "Türkiye Müslümanları bütün İslam Âleminin göz bebeğidir, İslam'ın aydınlatıcı merkezidir. Türkler ile birlikte bütün Müslüman milletler, bütün mazlum milletler kurtulacaktır." Muhammed Ali Han'ın sözlerinin yüz yıl sonraki yankısı ise, Asrın Felaketi sonrası Türkiye'ye yardıma gelen Sudanlı bir gönüllünün sözlerinde tezahür ediyor: "Sizlerin yanında olmak zorundayız. Çünkü siz her koşulda yanımızda oldunuz. Bizler sizi İslam'ı temsil eden tek ülke olarak görüyoruz…"

Türk milleti aradan geçen bir asır sonra, tarih karşısındaki sorumluluğunu hatırlamış ve düştüğü yerden kalkmak için eyleme geçmiştir. Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Dünya 5'ten Büyüktür" doktrininin TürkiyeTürkleri öncülüğünde ete kemiğe büründüğünü söyleyebiliriz. Tüm bu diplomatik, askeri ve kültürel başarıların kalıcı hale getiren ise güçlü bir siyasi irade, istikrar, kararlılık ve liderliktir.

BİZE ULAŞIN