H. Şule Albayrak: Gösterişçi Tüketim ve Gösterişçi Kimlikler Dönemi

Gösterişçi Tüketim ve Gösterişçi Kimlikler Dönemi
Giriş Tarihi: 27.12.2021 12:21 Son Güncelleme: 27.12.2021 12:21
Ülkemiz küreselleşen tüketim toplumuna hızla adapte oldukça ürettiğinden daha fazlasını tüketen ve tüketmek isteyen insan modeli daha belirgin hale geliyor ve bu durum, zengin fakir, dindar seküler, sağcı solcu demeden tüm kesimleri etkiliyor.

İmge ve imajların hayatımız üzerinde hâkimiyet kurduğu içinde olduğumuz tüketim çağında "görünüyorsan varsın" ve "ne tüketiyorsan osun" ifadeleri dönemin ruhunu özet olarak ifade ediyor.

Bu çağda her şey insan tüketimine açık olan sunulmuş ürünlere indirgendiği için Anadolu kültüründe önemli bir yeri olan sofradaki ekmek kırıntılarının yenmesi bereket vesilesi ya da yemeğin sonunun getirilmesi mahşerde dile gelecek pirinç tanelerinin hesabından çekinilen bir durum değil artık. Yemek, değerini yaratıcı tarafından bahşedilmiş nimet olmasından değil, o gün için belirlenmiş öğünlerde uzmanlarca hesaplanmış besin değerinden alıyor artık.

Hemen her gün sıkça duyduğumuz ve kullandığımız "Haftalık şu kadar et tüketimi gerekli", "karbonhidratı fazla tüketmemek gerek" ifadelerinde de görüldüğü gibi yemek bedene sıhhat veren ilahi lütuf olmaktan çıkmış ve bireysel bedenlerin sağlık, estetik, statü ve keyif arayışında tüketim konusuna indirgenmiş durumda.

Ülkemizde de artan refah düzeyine ek olarak medya ve dijital mecralar sayesinde yemek yeme eylemi, hayati bir ihtiyacın karşılanması değil; düzenli, sağlıklı ve organik beslenme ile sağlık ve estetiğe erişimin, gurme tarifleriyle keyif ve eğlenceye ulaşımın ve seçilen ürünler yoluyla statü göstergesinin aracına dönüşmüş vaziyette. Son yıllarda artan yemek programlarından, ünlü şef ve restoran sayılarındaki yükselişe, gastronomi kültürü ve eğitiminin öne çıkışına kadar bu değişimi gözlemek mümkün.

Tüketim kültürünün yukarıda işaret ettiğimiz dile yansıyan hallerini farklı örneklerle çeşitlendirebiliriz.

Tüketim toplumunda tecrübeden deneyime

Son yıllarda "tecrübe" yerine "deneyim" kelimesinin kullanım yoğunluğu da bu durumu gözlememize imkan veriyor. Tecrübe kadim bir kavram olarak dilimize yerleşmiş Arapça "deneme, sınama, sınavdan geçme" anlamlarına gelmekte ve karşılaşılan olayların insana kazandırdığı olgunluğu ifade etmekteyken artık büyük oranda yerini deneyime bırakmış gibi görünüyor. Deneyim ise, deneyerek elde etmeyi vurgulayan, uzun ömürlü maddi-manevi kazanımı değil kısa süreli tatmin olma hissini ima eden, bu yönüyle tüketim toplumuna çok uygun düşen bir ifade olarak dilimize son zamanlarda hâkim oldu.

Tecrübenin zihindeki çağrışımı biriken yaşanmışlıklara, karşılaşılan imtihan ve sınanmalardan elde edilen olgunluğa, hayattan öğrenilenlere işaret ettiği oranda deneyim, tercih edilen kısa süreli haz ve eğlence odaklı vaktin tüketimini çağrıştırıyor. Böylece orman yürüyüşü bir hafta sonu etkinliği olarak harika bir deneyime, seramik yapımı stres alan dinlendirici bir deneyime, bir şefin elinden çıkan yemeğin "tüketimi" ise eşsiz bir lezzet deneyimine dönüşüyor.

Hayat kısa süreli deneyimlerin toplamına indirgenirken, deneyim çılgını bireyler o deneyimden bu deneyime haz almak için hızla koşturuyor; tüm bu yaşanmışlıklardan imbik imbik süzülerek bizi biz yapan tecrübeler bütünü olarak hayatı tüm derinliğiyle yaşamak ise artık mümkün olmuyor.

Hafta sonunu geçirdiği muhteşem göl kenarı deneyimini, gittiği restoranda yediği eşsiz yemeği, kurduğu masanın güzelliğini ya da aile saadetini... sosyal medyada paylaşma alışkanlığı meselenin önemli bir boyutunun gösterişle ilgili olduğuna işaret ediyor. Sosyal medya alanlarını iyi bir arşivleme imkanı sunduğu için tercih ettiğini ileri sürenler dahil kullanıcılar çoğunlukla yaptıkları paylaşımlarda gösterişçi tüketimi ve paylaşım odaklı "deneyimi" ön planda tutuyorlar.

En iyi sofralar, en gösterişli yemekler, herkesin gidemeyeceği yerler, yiyemeyeceği yemekler, "deneyimleyemeyeceği" etkinlikler kimlik edinme sürecindeki bireylere üretken olmayı değil tüketen olmayı, şükreden değil hep daha çoğunu talep etmeyi, mahremiyeti değil gösterişi, yetinmeyi değil rekabeti kısaca kapitalist sistemin arzu ettiği insan modelini salık veriyor.

Gösterişçi kimlikler

Ancak bu durum aynı zamanda bireysel huzursuzlukları, duygusal tatminsizlikleri, kişisel ihtirasları körüklüyor; insanları tüketime erişimi sağlayacak kanallara meşru-gayrimeşru ayrımı yapmaksızın sevk ediyor; diğerkâmlık, fedakârlık gibi hasletleri değersizleştirirken ne pahasına olursa olsun kazanmak- başarılı olmak, israf, gösteriş, kibir ve riya odaklı hayatları öne çıkarıyor.

Tüketim toplumunun karakteri haline gelen gösterişçilik, sadece maddi tüketim ya da zaman tüketimi olarak değil günümüz toplumunda sıkça rastlandığı haliyle kimliklerin gösterişçi tüketimiyle de çıkıyor karşımıza. Bu bağlamda piyasada yarışan kimliklerin ne derece hesabı verilen, bedeli ödenen, tecrübeyle edinilmiş kimlikler olduğu, ne derece piyasadan anlık menfaat, ihtiyaç ve tatmin için seçilip pratik edildiği geçerli bir soru olarak önümüzde duruyor.

Her şeyin akışkan hale geldiği, taahhütlerin sürekliliğini yitirdiği bir dünyada kimlikler de gösterişçi tüketimin konusu haline geliyor. Böylece kimi zaman onay alma, kimi zaman meşruiyet veya güç kazanma ya da prestij elde etmek için yahut dışlanmamak ya da menfaat için kişiler toplumda geçer akçe olan ancak içselleştirmedikleri kimliklere başkalarını etkilemek için bürünebiliyor.

Demokrat olmayı prestij elde etmek için bir yol olarak gören gösterişçi demokratlar gibi Atatürkçülüğü statü ve güç elde etmenin aracı olarak gören gösterişçi Atatürkçüler ya da farklı olmanın bir yolu olarak büründükleri kimlikleriyle gösterişçi solcular veya gayri samimi çevreciler aslında bu yaşam görüşü ya da ideolojileri içselleştirmek yerine söz konusu kimlikler üzerinden onay, meşruiyet, prestij ya da çıkar sağlanmayı amaçlayabiliyor. Yine riya kokan gösterişçi dindarlık da toplumdaki dini duyarlılıktan istifade ederek konum ve onay elde etmek isteyenler tarafından uygulanabiliyor.

Çevrecilik, küresel düzeyde yükselen bir kimlik olmakla birlikte bunu içselleştirmemiş kişilerin politik amaçlara yönelik etki kurma ya da siyasal çıkar elde etme aracına dönüştüğünü gözlemleyebiliyoruz. Örneğin Gezi Olayları sırasında çevreci söylemi kullanan kitlenin gerçekte ne kadar çevreci bakış ve yaşam biçimini benimsediği, ne oranda gösterişçi bir çevreci kimliğe büründüğü araştırmaya değer bir konu.

Gösterişçi Atatürkçülük

Yine Atatürk'ün miras bıraktığı değerleri içselleştirmemiş ancak Atatürkçü söylemleri toplumsal meşruiyet ya da güç elde etmenin vesilesi olarak gören kişilerin tutum ve eylemlerine yansıyanlar, gösterişçi kimlikler üzerinde düşünmemize imkân sunuyor. Attila İlhan'ın yazılarında sıkça belirttiği gibi ilericiliği Avrupa taklitçiliği zanneden cumhuriyetin aydın kuşakları, Atatürkçülük adına Atatürk'ün yüz vermediği yabancılıklara düşmüştür ve Türkiye'de yaygın olan şey ulusal kültür savunuculuğu olmak yerine komprador Batıcılık olarak tanımlanabilecek bir durumdur, yani Türk aydınları Batının kültür emperyalizminin ajanları olmuştur.

Bu tür bir yanılsama içindeki aydınların takipçileri arasında yer alan gösterişçi Atatürkçüler de, bugün ulusal kimliği dışarıda bırakmayacak çağdaş bir sentez oluşturmak yerine Batıcı seküler bir tüketimci kültüre adapte ettikleri yaşam tarzını Atatürk'le meşrulaştırma yoluna giden bir zamanların meşhur deyimiyle "gardrop Atatürkçüleri" düzeyinde kalıyor. Onlar için alkol tüketimi, dekolte giyinmek, halkın genelinin ve kendisi gibi olmayanların yaşam tarzını küçümsemek ya da vals yapmak Atatürkçü olmak için yeterli görülüyor.

Bugün Alaçatı gibi seküler kesimlerin rağbet ettiği tatil beldelerine gidildiğinde yemek mekânlarını süsleyen Atatürk posterlerine eşlik eden alkol ve eğlenceyi özendirici duvar yazıları dikkat çeker. Bu durum, gösterişçi kimlikler dünyasında Atatürkçülüğün ne anlama geldiği ve ne için kullanıldığının yeniden gözden geçirilmesinin gereğine işaret ediyor.

Gösterişçi kimlikler yalnız seküler ideoloji ve dünya görüşleriyle ilişki içinde olmakla kalmamış aynı zamanda imge, imaj, gösteri ve gösteriş çağı olan günümüz toplumunda gösterişçi dindarlık olarak tanımlanan bir olgu da görünür hale gelmiş durumda.

Din sosyoloğu Ejder Okumuş'un ifadesiyle gösterişçi dindarlık dünya menfaati için ve insanların nezdinde makam mevki elde etmek için dini fiil ve eylemleri ortaya koymaktır. Kısaca dini Allah için değil insanlar arasında konum sahibi olmak ya da onaylanmak için araçsallaştırmaktır.

Prestij odaklı tüketim

Özellikle toplumda dini tutum ve davranışın prestijli olduğu yer ve zamanlarda toplumsal ya da siyasal mevki edinmek için dini tutum ve davranış içine girenler olabiliyor, bireyler dini söylemleri ya da davranışları içselleştirmeden bir hayat ve ahlak bütünü olarak kavramadan ve benimsemeden araçsallaştırabiliyor. Dini değerlerin geçer akçe olduğu bir toplumda gösterişçi dindarlık kendine yer edinebiliyor, siyasal ya da sosyal konum elde etme çabasındaki bireyler dindarlıklarını teşhir etmeyi kârlı bulabiliyor.

Günümüzde tüketim birçok eleştirel düşünürün dikkat çektiği üzere prestij odaklı sembol tüketimi esasına dayanıyor. Artık tüketim, ihtiyaçların giderilmesi için değil üretilmiş arzuların tatmini, kazanılacağı düşünülen itibarın elde edilmesi olarak görülüyor. Aylak sınıf teorisiyle tüketim merkezli yaşam modeline sahip üst sınıfları inceleyen T. Veblen'in 20. yüzyıl başında belirttiği üzere zaman ve ürün tüketimi refah sahibi olmanın teşhir metodu, itibar sahibi olmanın göstergesidir. Aradan geçen zaman içinde üretici olmayan sınıfın tüketici alışkanlıkları kapitalist sistemin sürdürülebilirliğini sağlayacak şekilde diğer toplumsal katmanlara sirayet etmiş görünüyor.

Ülkemiz küreselleşen tüketim toplumuna hızla adapte oldukça ürettiğinden daha fazlasını tüketen ve tüketmek isteyen insan modeli daha belirgin hale geliyor ve bu durum, zengin fakir, dindar seküler, sağcı solcu demeden tüm kesimleri etkiliyor. İnsanlar daha çok ve daha lüks tüketmek, daha fazla eğlenmek ve bunları alenen yaşayıp göstermek istiyor.

Tüketime alıştırılmış bireyler, hem popüler kültür hem medya ve dijital mecralar aracılığıyla sürekli olarak her şeyin en iyisine layık olduğu mesajlarına muhatap oluyor. Böylece kendi istek ve çıkarlarını ön planda tutan, üst idealler için çabalamak yerine az maliyetle çok fayda kazanmaya yönelik araçsal aklı hayata egemen kılan insan modeli yaygınlık kazanıyor.

Üretilmiş ihtiyaç ve arzular arasında

Bireysel benliklerin sınırlarından kurtulup insanlığın sorunlarının çözümü için çabalama, hak ve adalet için harekete geçme erdemi bireyci mutluluk peşinde koşma ideolojisi yanında kan kaybediyor. Tevazu, mahremiyet, diğerkamlık, yetinme gibi kadim toplumsal değerler yerinden edilirken hırs, rekabet, ne pahasına olursa olsun kazanmak odaklı yaşam ideali öne çıkıyor.

Bu değişim, bireysel tercihlerin ötesinde çoğu zaman yapısal dönüşümlerin toplumsal yansıması olarak hayatlarımızı etkiliyor. Tam da bu yüzden küresel ve toplumsal süreçlerin hayatlarımızı nasıl etkilediği ve davranışlarımızı nasıl belirlediği konusunda uyanık ve bir o kadar da eleştirel olmamız gerekiyor. Çünkü gösterişçi tüketim toplumuna yönelişte alışkanlıklarımız yerinden edilirken farkında olarak ya da olmayarak inandığımız değerler, aşina olduğumuz yaşam modelleri ya da bizzat tercihlerimiz hilafına tutum ve eylemler geliştiriyoruz. Değerler ile üretilmiş ihtiyaç ve arzular arasında kalındığında ise çoğu zaman ihtiyaç sandığımız arzular galebe çalıyor ve meşrulaştırma süreçleri devreye giriyor.

Modern tüketimci israf kültürüne doğru tüm uyaranlar marifetiyle çağrılırken tasarruf etmek, israftan sakınmak cılız birer sesleniş olarak kalmamalı. Gösterişçi kimliklerin güç ve menfaate odaklanan tutumunun ve gösteriş kültürünün gözleri kamaştıran ışıltısının ardındaki benliğimizi, manevi varoluşumuzu, toplum olma bilincimizi yıpratan unsurlara karşı uyanık olmayı sağlayan eleştirel bakışı devreye sokmaya her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Bunun için çağımızın gelişmelerini inkar etmeyen ama değere yaslanan eleştirel tutumdan vazgeçmeyen bir duruş hepimize gerekli.

BİZE ULAŞIN