Asım Öz: İnsani İle Millî Arasında: Hilmi Ziya Ülken’in Destanlar Dünyası

İnsani İle Millî Arasında: Hilmi Ziya Ülken’in Destanlar Dünyası
Giriş Tarihi: 30.11.2021 14:41 Son Güncelleme: 30.11.2021 14:41
Asım Öz SAYI:84
Anadolu’nun müstakil ve kendine özgü dünyasını gelenekleri üzerinden ortaya koymaya çalışan Hilmi Ziya siyasi, fikrî ve kültürel boyutları bulunan bir program teklifinde bulunur.

Hilmi Ziya Ülken yazı hayatının erken dönemlerinden son yıllarına kadar destan meselesini daima gündeminde tutmuş, bununla ilgili zihni kurcalayan hemen her şeyi vuzuha kavuşturma amacı gütmüştür. Çok farklı açılardan yaklaştığı destanların türleri, yeniden yazımı, terkip fikri, insani mikyasa ulaşmak, folklor araştırmalarındaki problemler ve destan edebiyatının tarihimizdeki sınırlı yeri gibi hususlarda Anadoluculuk fikri doğrultusunda yazdıkları, destanı düşünce tarihi cihetinden kavradığının göstergeleri şeklinde yorumlanabilir.

Gelgelelim destan konulu nadir araştırmalar arasında yer almasına karşın onun kültür tahlili yoğun bütüncül metinlerinin yeterince dikkate alınmadığı, bunun sonucunda da pek tanınmadığı söylenebilir. Hâlbuki makalelerinden oluşan Destanlar (2020) halk muhayyilesindeki hikâye, kahraman ve metinleri yeniden yazma denemelerinden oluşan Anadolu Köklerini Arayış (2020) ve yeni basımıyla Anadolu Kültürü Üzerine Makaleler (2017) kitapları ile Anadoluculuğun ideolojik, siyasi ve kültürel manifestosu diye de nitelenen Anadolu Hayali (2017) kültür ve edebiyat tarihi literatürü açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Hilmi Ziya Ülken'in dergi ve gazete yazılarıyla kitap sunuşlarından oluşan destan odaklı metinleri onun hareketli düşünce gücünü ortaya koyar. Destanlarla ilgili yeni denemelerdeki problemler nerelerde başlıyor? Folklor çalışmaları destanların yeniden yazımına hangi açılardan katkılarda bulunur? Destanın etnik bir aktarımın ötesine geçerek insani mikyasa yükselmesi için taşıması gereken vasıflar nelerdir? Destanlarla niçin araştırmacı ve folklorculardan ziyade edebiyatçılar ve şairler ilgilenmelidir? Günümüze de ışık tutan Destanlar adlı eser, bu tür soruların cevabını bulmayı mümkün kılacak niteliktedir.

Yönelimler ve kültürcü Anadoluculuk

Hilmi Ziya'nın destanları gündeme almasını doğru değerlendirebilmek için hayatının erken dönemlerindeki dikkate değer okuma ve çalışmaları üzerinde durulabilir. Anadolu temelli düşüncesinin yeşermeye başladığı Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir manzum destan kaleme alan Hilmi Ziya, daha sonra pek çok eserinde defalarca adını anacağı Finlerin Kalevala destanından ilk iki parçayı serbest nazımla 1917'de tercüme eder. Görüldüğü üzere destanın değerini böylece fark eden Hilmi Ziya St. Benoit'ya yerleşince müdür muavini Şakir Bey'den papazlar kütüphanesine bakma izni talep ederek yıllar boyu odak noktası olan kitapların dünyasına adım atar. Ser-Mubassır Matyas Efendi'nin nezaretinde kütüphane tasnifi görevini üstlenen Hilmi Ziya, bu yıllarda destanlarıyla haklı bir şöhrete kavuşan Homeros'tan başlayarak Yunan klasiklerini, Firdevsî'yi ve diğer destanları tutkuyla okur, sonraki düşünce hayatını şekillendirecek destani edebiyat bilgisini edinir.

Milliyetçi bir idealizmle Mekteb-i Mülkiyeye devam eden Hilmi Ziya'nın, bir geçiş döneminin en hassas zaman dilimi olarak da ele alınabilecek 1918 ile 1921 yılları arasındaki sınırlı erken dönem yazılarında destan mefhumunu vurguladığını fark etmemek mümkün değil. "Feryat", "Vatan Duyguları", "Anadolu Hayali" başlıklı metinlerini "Şiirlerimin Kıvılcımı" adlı destanın manzum girişi ile "Kılıç Aslan" destanıyla ilgili denemesini bu dönemde kaleme alarak kültür yaratma hamlesini başka bir boyuta taşımayı vazife telakki eder. Hiç şüphesiz onu böyle çalışmalar yapmaya yönelten temel etken milletler asrı diye gördüğü 19. yüzyıl dünyasında belirginlik kazanan gelişmelerden bağımsız değildir.

Anadolu'nun müstakil ve kendine özgü dünyasını gelenekleri üzerinden ortaya koymaya çalışan Hilmi Ziya siyasi, fikrî ve kültürel boyutları bulunan bir program teklifinde bulunur. Nitekim hararetli siyasi ve kültürel atmosferiyle meşhur Mülkiyede öğrenciyken kaleme aldığı fakat yayımlanmayan Anadolu'nun Bugünkü Vazifeleri (1919) adlı kitabı bunun somutlaşmış hâlidir. Anadolu'nun millî kültürünü inşa etme vazifesiyle belirgin kıldığı hedefler dikkate alınmadan anlaşılması mümkün olmayan Anadolu'nun Hakiki Merkezi (1921) kitabında ise destan meselesinin etraflı bir tahlili ile karşılaşılır. Söz konusu kültürcü Anadolucu program çerçevesindeki edebî arayışlarının sürekliliği ise Tahir ile Zühre (1921), Siyâvuş veya Hayalperest (1921-1931) ve Dibâçe-i Mesnevi (1973) adlı eserlerinde görülür.

Millî ile insanî olanın birliği

Hilmi Ziya Ülken, yazı hayatına başladığı yıllarda büyük bir fikir öncüsü kabul edilen Ziya Gökalp tesirindeki Hececiler ve yapay destancılara rağmen âdeta iğneyle kuzu kazar gibi çalışarak yeni terkipler oluşturmayı amaçlar. Epopeyi Turan'da değil Anadolu'da doğan kültürün kaynaklarında arar. Yıllar sonra kendi damgasını taşıyan İnsan dergisinin Nisan 1943 tarihli 22. sayısında destanın insani ve bütüncül değerini fark ediş sürecini tecrübeleri ve Türkiye'deki gelişmeler zaviyesinden ana hatlarıyla ortaya koyduğu satırlarda bizde destan meselesinin çeşitli yönlerini özetlemesi de bununla bağlantılıdır.

Hilmi Ziya "Destan ve İnsan" başlıklı metinlerinin ilkinde Ziya Gökalp'in "garip destan telakkisine karşı duyduğu" şiddetli karşı çıkıştan bahseder. Bir yönüyle zamanın icaplarına uyan Gökalp'in sentezleri ve başka denemeleri gibi destanlara yönelişi de aceleyle yapılmış bir müdafaayı andırmaktadır. Aslında Hilmi Ziya'nın basit bir münakaşa olmanın ötesine uzanan bu tavrı ancak millî ile insanî olanın birliğini hissedip bunu belirgin kılmasının serencamı üzerinden anlamlandırılabilir. Destanı insanlığın hikâyesi şeklinde kavrayan Hilmi Ziya'nın dünya destanlarıyla Anadolu'daki destan parçalarını bir arada değerlendirmesini evrensel ve yerel karşıtlığını aşmaya dönük zemin arayışından ayırarak anlamlandırmak imkânsızdır.

Millî kimliğin inşa modelini dünya edebiyatında aradığı için Hintlilerin Mahabbarata ve Ramayana, Finlerin Kalevala, İranlıların Şehnâme, Almanların Nibelungen destanlarının yanında Dante'nin İlahi Komedya, Goethe'nin Faust, Puşkin'in Onegin gibi büyük eserlerini veya Wagner'in müzikal dramlarını gözden geçirir. Bu açıdan dünya destanlarını tanımakla kalmayıp aynı zamanda onları öven Hilmi Ziya'nın destana yaklaşımı, onu destanla ilgilenen düşünürlerin çoğunluğundan ayırıyor.

Destanın dayanacağı gerçek temel

Hilmi Ziya Ülken, destanlarla ilgili eksiklikleri belirttiği, hataları gösterdiği metinlerinde hem kendi mensubiyetiyle hem de fikir akımlarıyla ilgili birçok mevzuya değinir. Destanları canlandırmaya çalışan bazı hatalı girişimlere işaret etmek babında Ziya Gökalp'in fikrî ve siyasi tercihleriyle bütünlük arz eden örneklerini birkaç kez gündeme taşır. Onun Millî Tetebbular dergisinde Dede Korkut'tan çıkardığı kitabi destan örneklerini niçin başarısız bulduğunu anlatır.

Destanın dayanacağı gerçek temele işaret eden Hilmi Ziya yazarların başka hikâyeler yerine halkın dilinde dolaşan konuları seçip işlemesini beklemektedir. Bu bakımdan Anadoluculuk ekseninde değerlendirilebilir onun eleştirisi, çünkü söz konusu ettiği destan Rıza Tevfik'in halk şiiri örnekleri yanında sönük kalmanın yanında yapay ve soyuttur. Dolayısıyla Türk destanının böylesi sentetik metinlerden hareketle kavranma tarzını sorgulama eğilimi belirgindir. Bununla da yetinmez, aynı konuyu işlediği diğer yazısında halkın muhayyilesinde canlılığını koruyan destanlara Tanzimat devrinin köksüz Batıcılığı ile aydınlanma felsefesinin mukallidi sahte entelektüalizmin hücumunu eleştirir. Dikkat edildiği takdirde Hilmi Ziya'nın, kökten gelen bir şeye karşı çıkmanın beraberinde getirdiği "hakikati yalnız bir şekilde ve alafrangalıkta aramak sevdası"nın yol açtığı soyut tutumları aşma gereği düşüncesinin çok boyutluluğu görülecektir. Ayrıntılarına girmemekle beraber İslamcılar da düşünce dünyalarının soyutluğu açısından Turancılarla beraber aynı çerçevede değerlendirilir. Keza edebiyat tarihinin destanların en eskisinden başlayarak bütün zinciri tamamlamasını vurgularken, destanlara ve mitlere psikanaliz açısından yaklaşmanın zaaflarına işaret etmesi de dikkate alınmalıdır. Tüm bunlar mitoloji ve destanlar alanında tercüme patlamasının yaşandığı günümüzde sadece meseleye farklı açılardan bakmak isteyenler için bile Hilmi Ziya'nın hâlâ "çağdaşımız" olduğunu göstermeye yeter.

Romantizm, millî cereyanlar ve insani vatanperverlik

Hilmi Ziya Ülken, yaşayan ve yaşayacak değerleri görmezden gelerek destanı kitap sayfalarından çıkarmaya çalışanların "Dede Korkut'un yalnızca beş on aydın arasında kısa ömürlü bir fantezi" olmasına yol açmalarına hayıflanır. Kendi "münevverler" muhitimizde büyük bir ihmale hatta Tanzimat zihniyeti ile Ahmet Mithat Efendi döneminde boş yere hücumlara uğrayan destanlar hakkındaki nitelikli araştırmaları ise ancak romantizm ve millî cereyanların münasebetinin meseleyi hakkıyla inceleyen Batılı eserlerde bulunabileceğini ifade eder. Kültürü meydana getiren tarihsel ana motifleri öne çıkararak destanı soyut şekilde kavramaktan kurtulmanın yolunun Batılıların yaptıklarına bakmaktan geçtiğini belirtir. Hilmi Ziya Ülken'in destan türünün çeşitli boyutlarına ve Türkiye'deki örneklerine dair önemli düşüncelerine bakıldığında onun başka eserlerine yansıyan perspektifini kavramanın yolu açılabilir. Hilmi Ziya daha ilk başlarda arzu ettiği destanı bulmak için gözlerini Anadolu'ya çevirmekten başka çare olmadığını gördüğünü vurgular. Devamında ise meseleyi fikrî temeller çerçevesinde kavradığını somutlaştırır:

"Anadolu destanlarının içinde insanlığı bulmak, hâsılı insanî ideale yaşanmış tecrübeden çıkmak, başka tabirle mücerredi müşahhastan çıkarmak yolunu her türlü hayalperestlik, mücerret şekilcilik veya donkişotçuluk yoluna tercih ettim. İttihad-ı İslâm, Turan, hattâ Tanzimat yadigârı Osmanlıcılık ve Avrupacılık donkişotluklarından kendimi kurtarmaya muvaffak oldum."

Kendisi meşhur Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966) kitabında Haluk Nihat'a Anadolu halk masallarından Tahir ile Zühre, Şah İsmail ile Gülizar ve Süleyman Şah'ı yazdırdığını belirtir. "Büyük Türkçülük" akımına "karşı küçük Türkçülüğü" yahut "Türkiyeciliği" öne çıkaran Hilmi Ziya'nın arkadaşı Raşit Kayı ile birlikte el yazması olarak 12 sayı yayımlayabildiği Anadolu dergisi, İslamcılık, Turancılık ve Osmanlıcılık cereyanlarına itirazın belirginleştiği bir yayındır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'yi merkeze alan "memleketçilik" görüşü kültürel çalışmalarda da yankı uyandırmayı başarır..

Destanları anlamlandırmak

Destanları bir milletin kişiliğini elde etmesi sürecindeki ilk çare gören Hilmi Ziya Ülken, 1940'larda İstanbul'daki Halkevleri dergilerinde çıkan metinlerinde ise destanın çeşitlerini, Türk efsanelerini, destanı yaratan psikolojik ve sosyolojik etkenleri tahlil eder. Destanları anlamlandırma biçimini görmek bakımından 1948 yılında yayımladığı Millet ve Tarih Şuuru kitabındaki destan denemesinin de yer aldığı Şadırvan dergisindeki yazılarında ise hakiki destan ile yapay destan ve dünya destanları karşılaştırmalı bakış açısıyla tartışır. Destanlara dönük yakın alakasının sürekliliğinin göstergelerinden bir diğeri ise 1917'de bir kısmını tercüme ettiği Kalevala destanını 1960'ta yeniden ele almasıdır.

Hilmi Ziya Ülken, aklı, eleştiriyi, ölçü ve dengeyi, kuralları ve bunlarla birlikte insanilikle Anadolu kültürünü bünyesine katarak destan türüne ve yenilenmesine dair önemli metinler kaleme alır. Tekrarlar içerecek şekilde çeşitli kitaplarına yayılan pasajların bir kısmında ise destanla ilgili ayrıntılara girmemekle birlikte müktesebatının genişliğini aksettirir. Düşünce tarihi olmanın yanında Hilmi Ziya'nın milliyetçiliği anlama şeklini de aşikâr kılan Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi kitabında hem kendi hayatı hem düşünce tartışmaları zaviyesinden Anadoluculuk ve destan konusuna temas ettiği görülür. Burada Anadolu'yu Türk kültürünün gerçek kaynağı gördüğünü, kültür Anadoluculuğu eksenli yaklaşımını "Anadolu Örfü ve Destanlar" yazısında anlattığını ifade eder. İnsan dergisinde 1940'larda yayımlanan makalelerindeki millî ve insani bakış açısını sonraki yıllarda da sürdürür. Yeniden yazma denemelerinden Tahir ile Zühre dramı üzerine 1970 tarihli değerlendirmesi İnsani Vatanperverlik (1933) kitabındaki yorumunu hatırlatır.

Anadolu aklıselimi ve destanlar

Şaşmayan bir yönelimle bütünü görmeye çalışan Hilmi Ziya Ülken'in kuşatıcı bakış açısına her şeyi açıktan dile getirme kaygısının eşlik ettiği Destanlar kitabındaki yazıları yıllarca süren ince ve dikkatli bir tahlilin mahsulüdür. Düşünsel ve kültürel derinliğin öne çıktığı destan konulu metinler arayışla birlikte okuru bilgilendirmeyi hedeflediğinden bibliyografik bakımdan zengindir fakat en yakın arkadaşlarının eserlerinden başlamak suretiyle yaptığı eleştirileri yönüyle de etraflıdır. Destanla ilgili soruşturmasının en anlamlı yanı eleştirelliğidir. Elbette düşüncesindeki yeniliğin bu durumu kaçınılmaz kıldığı belirtilebilir. Sis perdesini aralayan bu derleme üzerinden Hilmi Ziya külliyatına yayılan destan ve mitoloji odaklı tüm bilgiler bir araya getirildiğinde şöyle bir netice elde edilebilir: Anadolu'nun çok eski bir tarihe sahip olduğunu belirten Hilmi Ziya, Anadolu'yu kültür tarihi zaviyesinden değerlendirip çözümlemeler yapmıştır. Meşrutiyet dönemi fikrî akımlarının yanı sıra "ideolojik Anadoluculuk" anlayışına mesafeli bakma tutumunu benimsediği pekâlâ söylenebilir. Kültür yaratma hamlesinin parçasını teşkil eden yazılarında "Anadolu aklıselimi ve örfüyle destanlar arasındaki münasebeti" dünya destanlarıyla karşılaştırmalı şekilde ele alıp açıklaması insani vatanperverlik telakkisiyle aynı yerde konumlandırılabilir. Buna karşın Türkiye'deki destan tartışmalarına Hilmi Ziya'nın katkısını tam anlamıyla değerlendirmek henüz zor görünüyor. Yeni yayımlanan eserlerinden Hâkimiyet (2018) üzerinde belli ölçüde durulurken Destanlar kitabından hiç söz edilmemesi de bu gerçeğin ilginç bir göstergesidir.

BİZE ULAŞIN