Sevim Zehra Can Kaya: Muhteşem Yüzyıl’ın Köleleri

Muhteşem Yüzyıl’ın Köleleri
Giriş Tarihi: 26.11.2021 13:09 Son Güncelleme: 26.11.2021 13:09
Muhteşem Yüzyıl’da oryantalist örneklerdeki zihin dünyasını birebir izleme imkânı bulduk. Destansı epik anlatı özellikleri gösteren bu yapım marifetiyle Doğulu kadın, örtük ve self-oryantalizmin kullanışlı bir enstrümanına dönüştürülmüş oldu.

Malumunuz, Doğu'nun geri ve kötü, Batı'nınsa ileri ve iyi olduğuna dair tevatür, Edward Said'in kavramsallaştırması sayesinde artık çok iyi bildiğimiz oryantalist bakış açısının temel iddiası. Bunun yanında Müslüman toplumlar olarak yakın tarihimizde vuku bulan ve hala sürmekte olan yakıcı tecrübelerden de biliyoruz ki bu iddia, sömürenine güçlü ve meşru bir "kurtarıcı" konumu bahşeden emperyalist kodların en temel dayanağı aynı zamanda.

Mezkûr realitenin ve ona eşlik eden diskurun daha derinlere işlenen, alt kırılımlar halinde sızarak bilinçaltına hitap eden kullanışlı diğer boyutları ise örtük oryantalist söylemler. Bunlar, özellikle gösterge tahlilleri, söylem analizleri vasıtasıyla haklarında farkındalık sağlanabilecek malzemeler.

Sinema ve televizyon ekranı da dâhil konvansiyonel ve yeni medyanın hepsini aracı kılmak suretiyle bahsettiğim örtük oryantalist söylem gerek yeni içeriklerle gerekse var olan edebî içeriklerin yeni uyarlamalarıyla sürekli üretilmiş ve üretilmesine de son verilmiş değil. Bu üretimlerin ortak özelliği, Doğu'nun mütehakkim bir eril dile mahkûm ve Doğu'lu kadının pasif bir hayal ürününden ibaret olduğu varsayımı. Yani Müslüman kadını iki kere mağdur eden bir oryantalist söylemden bahsediyorum.

Bu noktada özellikle şehvet düşkünlüğü, Doğulu erkeğin karakteristik özelliği olarak kodlanıyor ve kurgu gereği Doğulu kadın zihinlerde köleleştiriliyor. İzlediklerimiz ve okuduklarımıza tekrar bu gözle bir bakalım derim. Böylece Said'in oryantalizme dair tespitlerinde yanılmadığını fark edebiliriz. Bu tür bir ideolojik söylem zemini, yüzyıllardır toplumlara ortak bir tasavvur dünyası kazandırmak maksadıyla, özellikle topluca söylenen destansı anlatılarda işlendiğinde, işin rengi sizce de değişmiyor mu? Kitleleri etkisi altına alarak reyting rekorları kıran TV yapımlarını da dâhil ederek bunu söylemek çok mümkün.

Harem ve ezilmiş cariye masalı

Ülke içi ve dışındaki etkisi düşünüldüğünde ele aldığım çerçeveye örnek olarak ilk akla gelen yapımlardan Muhteşem Yüzyıl'ı ele alalım örneğin. Yapımın adı, hikâyesinin aktığı atmosfer ve konusunun geçtiği tarihsel zemini düşündüğümüzde, adeta kabul görmüş bir destanın cümlelerinin tersinden kurulmaya çalışıldığını fark etmek güç değil. Bu dizi aracılığıyla kurgulanan yeni destan, tarihi realiteyi de yeniden konumlandırıp adeta muhteşem sıfatını tırnak içine almaya çalışmıyor mu sizce de? Nasıl mı? Beraber karar verelim…

İlk sahnesinden itibaren Muhteşem Yüzyıl, şehvet düşkünü Doğulu erkeğin "köle"si kılınmış Doğulu kadın eksenini ayrıntı ayrıntı gözler önüne serdi, hatırlayalım. Kendisine sultanın malı olduğu sürekli hatırlatılan ve esareti bir nebze rahat yaşayabilmek için efendisinin arzularını karşılaması gerektiğini öğrenen Muhteşem Yüzyıl'ın köle kızı, dizi boyunca kıstırılmışlığının yarattığı pasif agresifliğin patlamalarıyla resmedildi. Mohja Kahf'ın çalışması da benzeri bir motife işaret ederek, Müslüman kadının Batılı temsilinde özellikle 18. yüzyıldan itibaren hareme getirilen köle veya cariyenin sefil, kızgın, bakire ve ezilmiş niteliklerinin altını çiziyor.

Muhteşem Yüzyıl'da oryantalist örneklerdeki zihin dünyasını birebir izleyebiliyoruz. Üstelik burada, birçok akademik çalışmanın itirazı ve eleştirisine rağmen tarihi gerçeklere muhalif bir tonda ayrıntılandırılmış bir "Doğu haremi" fantezisi, Batılı benzerlerinin etki gücüne yanaşır şekilde yeniden kurgulandı. Kahf'ın çalışmasında da ortaya koyduğu gibi bugün Batı kültüründe Müslüman kadını temsil eden, İslâm'ın özü itibarıyla ve değişmesi imkânsız şekilde kadınlar için baskıcı bir niteliğe sahip olduğu ve peçe ve harem gibi unsurların bu baskıyı somutlaştırdığı masalı, Muhteşem Yüzyıl'da bölüm bölüm tekrarlandı.

Avrupalı bakışın harem imajı

Devirler boyu oryantalist yaklaşımın ürettiği benzer kodlarla, döneme göre tema değiştirse de Batı siyaseti, Müslüman kadın anlatısını kullanarak siyaseten İslam devletleri, yönetimleri ve toplumlarından intikam almaya çalıştı. Özellikle harem söylemi ve ona eşlik eden ezilen Müslüman kadın imajı, coğrafi keşifler sonrasına rastlar ki siyaseten ve ekonomik koşullar itibariyle güç dengelerinin değiştiği bir dönemdir. Harem içine giren kadın, sefil, kızgın, ezilmiş bir odalık olarak resmedildi. Bu tür hikâyelerle kadının güç kazanmasının ancak, Doğulu zalim erkeğin arzularına hizmet ettiği ölçüde mümkün olabildiği öğretildi. Ne kadar da tanıdık değil mi?

Böylece kıstırılmış ve köleleştirilerek kullanışlı kılınmış kadın motifi aslında Batılı söylem stratejisi neticesinde Doğulu erkeği ve kadını ikincilleştiren bir işleve sahip oldu. Her ikisini de kendi konjonktürleri dışında ve gerçekliklerini yadsır mahiyette tanımlayarak damgalama çabasının sonucu olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla güçlü olduğu için haklı, haklı olduğu için güçlü olduğuna inanmış Avrupalı bakışın ürünüdür harem imajı. Bu imaj tarafından somutlaşan, zalim Doğu'lu efendisi elinden kurtarılmayı bekleyen köle kadın, aslında kadın imgesinin de kullanışlı hale getirilmesi demektir. Buna yüksek sesle itiraz etmesi beklenen feminist söylemlerde meseleye dair ciddi bir itirazın olmayışı da konunun ayrı bir boyutu olarak bir kenarda duruyor.

Şark'ın şarklılaştırılışı

Muhteşem Yüzyıl'a dönersek, destansı epik anlatı özellikleri gösteren bu yapım marifetiyle de Doğulu kadın, örtük ve self-oryantalizmin kullanışlı bir enstrümanına dönüştürülmüş oldu. Kendi sosyal, tarihsel ve olgusal zemini içinden değerlendirilip çok boyutlu panoramik realitesi bugüne rahatlıkla yansıtılabilecek tarihi şahsiyetlerin, göstergelerin anti-demokratik yargısına kurban edildiğini gördük. Tek boyuta hapsedilen Muhteşem Yüzyıl'ın kadınları, self-oryantalizmin haremine kıstırılmış, şehvet düşkünü bir hayat standardının kölesi haline getirilmiş oldu.

Peki, self-oryantalizm derken neyi murad ediyorum? B. Banu Okutan'ın aktardığı üzere selforyantalizm, özellikle modern Şark'ın kendi şarklılaştırılışına katılması durumudur. Tanımı yerli zeminde açıklarcasına H. Bülent Kahraman, üçüncü dünya ülkeleri gibi sömürgecilik dönemi yaşamamış olan Türkiye'nin, çok ilginç bir biçimde, Cumhuriyet'e geçtiğinde kendi imparatorluk geçmişini bir tür sömürgeci dönem gibi algılamış ve öyle göstermiş olduğunu ifade ediyor mesela. Bir doğal süreç içinde gerçekleşmeyip kopuşlar marifetiyle gerçekleşen toplumsal değişimin ret ve inkâra sebebiyet verdiğini de ekliyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı tecrübesinden ayrışma sürecinde de böylesi bir durum söz konusu maalesef. Özellikle kültürel değişimin yeni unsurlarına meşruiyet zemini açabilmek adına bir dönem yoğun şekilde, eskinin mutlak manada reddedilip olumsuzlandığı bir söylem içinden konuşuluyordu. Osmanlı tecrübesinin, yöneten-yönetilen, kadın-erkek, sultan-cariye hatlarını bu sömürü söylemi üzerinden okuyan yeni resmi tarih anlayışı bazı zihinlerde hakimiyetini sürdürdüğü için örneğin Muhteşem Yüzyıl'ın Hürrem Sultan'ı da Sultan Süleyman'ı da bu tasavvurla kurgulandı ve selforyantalizme kurban verildi.

Tarihsel realitede Hürrem Sultan'ın nasıl bir hayat sürdüğü, eşi Sultan Süleyman ile ilişkisinin boyutları kurgulanan yeni gerçekliğin dışında bırakılmış oldu. Bir köle muamelesi gören Hürrem'in giyimi de dış görünüşü de gündelik pratikleri de self-oryantalist yaklaşımla yeniden üretildi. Zira bu yaklaşım haremi, tıpkı oryantalist kaynaklarda olduğu gibi, erkek için sonsuz hazzın yaşanabildiği bir özel alan olarak kurgulamıştı. Dizideki Hürrem Sultan ve harem mensubu diğer kadınlar, valide sultan da dahil bu kodlara uygun biçimde giydirilmiş, şuh, erkeğinin cinsel ihtiyaçları için her an hazır bekleyen dişi köleler halinde resmedildi. Üstelik tüm bunlar, bir kadın senaristin kaleminden çıkmış oldu. Bu tarafıyla Muhteşem Yüzyıl, ayrı bir ironi ve trajedi konusu olarak da sembolikleşir.

Doğulu kadın: Köle motifi

Diğer yandan diziyi üreten iradenin, sahip olduğu selforyantalizmi muhatabına bulaştırmış olduğunu da açıkça görebiliyoruz. Örneğin "Televizyon Dizilerinin Tarih Bilinci Üzerine Etkisi" başlıklı bir nicel çalışmada, dizinin özellikle orta okul öğrencileri üzerindeki etkisi incelenmişti. Sonuç itibarıyla diziyi izleyen gençlerin, tarihsel gerçekliği büyük oranda görsel gerçeklik üzerinden okumuş olduğu neticesi elde edildi. Çalışmaya göre, sultan ve diğer karakterlere dair kurgusal gerçeklik, somut gerçeklik olarak biliniyor, kabul ediliyor. Yani self-oryantalist yaklaşımın, ceberut, kadın düşkünü Doğulu erkek motifi, kurgu marifetiyle diziyi yapan iradenin zihninden izleyicisine aktarılmış durumda.

Son olarak Şerif Mardinci yaklaşımla ifade edersek, kendine Batı'nın gözüyle bakan bir selforyantalist tutum bu; zihinler dolaşıyor. Bu topraklarda inanç özgürlüğünü kısıtlama gayretindeki adımlar da benzer kodlarla hareket etti, ediyor. Doğu'lu kadını görmek istediği belli bir kalıp var ve o kalıp Batılı yaşam tarzı içinden neşet ettiriliyor. Doğulu kadın o tarza ne kadar yaklaşırsa, self-oryantalistin psikolojisi de o kadar rahatlıyor.

Bu zihin tesettürün özgürleştirdiği, dişiliğiyle araçsallaştırılmadığı için özgür iradesini rahat kullanabilen kadının gücünden çekiniyor. Bu nedenle belki de sürekli, toplumsal realiteye muhalif şekilde Doğulu kadını köle motifi içinde kurgulamak eğiliminde. Bu durum erkek için de geçerli ama farklı bir bağlamda ve bahs-i diğer.

Dolayısıyla Muhteşem Yüzyıl'ı kurgulayan tasavvur dünyası, geneli temsil etmiyor ama bir vakıa olarak söylem gücüne hala güveniyor. Konvansiyonel medyada olmasa da dijitalde, yeni medya araçlarındaki yapımlarda destanın cümleleri tersinden okunmaya devam ediyor.

BİZE ULAŞIN