Senem Karabulut: Sembolik Yaşantıda Türkler

Sembolik Yaşantıda Türkler
Giriş Tarihi: 25.11.2021 14:56 Son Güncelleme: 25.11.2021 14:56

Semboller başlangıçtan günümüze kadar gelmiş ve insanın soyutlama yeteneğiyle özdeşleşmiş işaretlerdir. Edebiyatta, sanatta, felsefede, mimaride ve mitoloji gibi pek çok dalda kendini gösterirler. Örneği Göktürkçede "D" harfinin y, ay, yay olarak seslendirilmesinin sebebi yarım aya ve ok atan yaya benzemesi ve bunlara yalnızca Türklerin böyle ses vermesidir. Bu pek tabii güzel bir soyutlama örneği ve iyi bir sembolik anlatımdır. Türk mitolojisinde de sembolizme, arketiplere rastlarız.

Örneğin anaerkil dönemde iyi figür olan alkarısı/albız ateş ile özdeşleşirken, ataerkil döneme geçen Türkler al karısını evden kovmuş ve su sembolizmi ile özdeşleştirmişler. Evden çıkan geline, lohusa kadına kırmızı kurdele bağlanması ya da etrafına demir materyal bırakılması (ki bazı yörelerde bu erkek kıyafeti de olmaktadır) bu kişileri alkarısından koruma içgüdüsüyle yapılmış. Bir yakınımız vefat ettiğinde üzerine demir bıçak koymak günümüzde "ölü şişmesin" amacıyla açıklansa da ölen ruhları Erlik Han'dan korumak için koyulurmuş; zaten Erlik Han'ın demirci şamanlardan korktuğunu bu konudaki araştırmaları okuyarak öğrenebiliyoruz.

Türk mitolojisinin dağılımı ve ayinleri kimi zaman Pagan kimi zaman da çok-tanrılı inanç algısı oluştursa da Türklerin bazı şeyleri kutsal gördüğü ve bu sebepten tanrılaştırma gayesi güttüğünü düşünüyorum. Mitolojimizin dağınıklığı Türklerin çağlar boyu savaş görmesi, Türkistan'ın doğu kanadının otuz sene önceye kadar bağımsız olamaması ve yazıya çok geçirilmesinden kaynaklı olabilir. Bu sebepten ötürü Türkiye'de ailelerimizin yaptığı ritüellerde İslami etki söz konusuyken, Altay Türklerinde bu durumun olmadığını, bu ögelerin hala yaşatıldığını görebiliriz.

Türk mitolojisinde arketipler Türk mitolojisinde tanrı ve tanrıçalar da belli arketiplerle özdeşleşmiş ve özellikle gezegenlerle bağdaştırılmış. Kayra Han yaratıcı ve baş tanrıdır. Gök Tengri'den sonra onun tanrı olduğu söylenir ve annesi yoktur. Onun arketipi Satürn gezegenidir. Soyut olarak tasvir edilen Kayra Han'ın bir cinsiyeti olmadığı da yer yer yazılır. Değişik renklerde yıldırımlar çaktırır ve bunların çarptığı kişi şaman olur. Bu cümleyi okuduğumda aklıma Mustafa Kemal Atatürk'ün "Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler" sözü gelir.

Zamanın sonu gelende, Kara toprak ateşle alevlenende, Baba tanrı Kayra Han, Kulaklarını tıkar!

Tanrı Ülgen, Kayra Han'ın oğludur ve göğün on yedinci katında oturan yaratıcı tanrılardan biridir ve iyilik tanrısıdır. Altın sarayda yaşar ve altın tahtta oturur. Kimi kaynakta bu altın renginin kızıl renk olduğu belirtilir. Göksel arketipi Jüpiter gezegenidir. Ülgen her yer suyla kaplıyken suyun derinlerinden çıkan Ak Ana/Ak Ene isimli ışıktan bir varlıktan yaratma fikrini alır ve yeri yaratır. Ak Ana suyun derinliklerinden çıkıp: "Yaratmak istersen Ülgen, şu kutsal sözü öğren. Sakın yaptım olmadı deme! Yaptım oldu de!" der. Ülgen de yarattığı tüm insanoğluna şu sözü öğretir: "Yaptıklarım olacak de, eğer yoktur dersen zaten hiç olmamıştır."

Bu öğretilerde dahi günümüzde çekim yasası olarak adlandırdığımız kurgunun motifini görürüz. Şamanlar/Kamlar ritüellerini gerçekleştirirken Tanrı Ülgen'e ulaşmaya çalışırlar. Tanrı Ülgen'e gitmek zordur, kamlar en fazla kutup yıldızına yani demir kazığa kadar ulaşabilir.

Sen yeri güvenli bir yerde yaptın
Sen insanın güzel kalbini yarattın
Üç renkli papağıyla süslü atamız
Bay Ülgen
Kurban sunarak sana sığınırız
Akılla yükseliriz

Göğün dokuzuncu katında yaşayan Kayra Han'ın diğer oğlu Kızagan Tanrıdır. Mars gezegeniyle özdeşleşir ve savaş tanrısı olarak bilinir. Savaşları yönetir, savaşçıları korur. Kazvini'ye göre de mars savaş gezegenidir ve Türkler onun hâkimidir. Türkler Merih'e (Mars'a) "bakır-sokum" adını verirlerdi. Merkür gezegeniyle de özdeşleşen bir diğer oğlu da Mergen tanrıdır. Akıl ve bilgi tanrısıdır. "Her şeyi bilen akıllı Mergen" olarak betimlenir. Göğün yedinci katında oturan Mergen tanrı iyi okçudur ve insanlarda iyi okçu olanlara Mergen unvanı verilirdi.

Doğadan derlenen semboller

Eski Türkler göğü sadece birkaç tanrıyla özetlememiş aynı zamanda yıldızlara, takımyıldızlara, güneşe, aya vb. gibi pek çok gök cismine göre de sembolik anlatımlar yapmışlar. Alaca atların süt gölündeki Tulparların soyundan gelmesi, göğün direğinin çadır direğine benzetilmesi, çadırın dairesel strüktürünün 28 takımyıldızının izdüşümü olması gökle ilgili çoğu örnekten sadece birkaçıdır. Göğün ihtişamlı durumu evren düşüncesini de arketiple özdeşleştirmiş. Kutadgu Bilig'de gök çığrısını bir evrenin evirdiği söylenir. Yani zaman çarkını çeviren bir ejderha…

Bahaeddin Ögel'in aktardığına göre Osmanlı kaynaklarında da evren çoğu zaman büyük yılan olarak tanımlanır. Her mitolojide yer alan yılanlar Türk mitolojisinde kulaklı yılanlar olarak tanımlanmış ve ejderha motifini ortaya çıkarmış. Çok büyük olduğu, iki ya da yedi başlı, büyük kuyruklu, iri gözlü, siyah renkte, burnundan, ağzından ateş çıkarabilen, uçan varlık olarak tasvir edilir. Korkutucu yanlarına da değinilir. Günümüzde ünlü bir benzin istasyonunun logosu ağzından ateş çıkaran dişi kurttur. Bilge Kağan anıtında ejder figürü tunç maske şeklinde bulunur. Yelbegen, Badraç, Bükrek, Sangaş, Ertöştük, Kök Luu, Ebren Türk mitolojisinde gördüğümüz ejderhalardandır. Dağdaki toprağın altında, akan suyun yakınında olarak mekân belirtilir. Gökte ya da gökten yıldırım, şimşek gibi doğa olayları eşliğinde yeryüzüne iner.

"Ey sen dokuz Kartal'ın Anası, Yayık üstünde uçarsın yolunu şaşırmadan"

Bu ejderhalar coğrafya olarak komşumuz olan Çin'in ejderhasından farklıdır, kulaklı olması onu özelleştirir. Türk destanlarında ya da hikâyelerinde tanrılar değil kahramanlar ejderhalarla savaşır ve onu yenen yarı-tanrı olur. Ejderha, Türk mitolojisinde Yayık Han ile özdeşleştirilir. Yayık Han su ejderi ya da su yılanına dönüşebilir. Ejderha takımyıldızı onun göksel arketipidir. Ejderha 12 hayvanlı takvimden bir isim almış ve bu yıllar "kut" (Başkurt Türklerine göre şans, baht demek) sahibi yıllardan sayılmış. Bu yıllar ejderhanın güçlü, kuvvetli ve yiğit özelliğine sahiptir.

Ateş kültünün varyantları

Ateş kültü de Türkler için önemli bir sembolizm ifade eder. Ateş veya ocak kültünün onlarca değişik varyantı bulunur. Bereket, koruma, tedavi bu varyantların başında gelir. Umay'ın yeryüzüne inerken yanında getirdiği ateş ataerkil dönemde kadın tipinden erkek tipine geçer. Nesil manasında da kullanılan ocağın töresine göre ateşi korumak en küçük oğula kalır. Kadın figürünü de atlamamak gerekir; çünkü Altay Türklerine göre Kız Ana denilen bir ateş tanrıçasının beyaz, güzel bir kadın olduğu söylenir.

Ögel, Türklerde ateşin tanrı olmadığını, onların Türk ismindeki atası tarafından keşfedildiğini ya da Tanrı tarafından gönderildiğini söyler. Aynı zamanda her evdeki ateşini ocağın ayrı bir koruyucu ruhu olduğunu, ateşe saygının var olduğundan bahseder. Ağacın ateşin ham maddesi olduğunu ve ateşin keşfi ile ilgili efsanelerde –Umay'ın ağaçla birlikte indirdiği ateş örneği- ağacın önemli rol oynaması dikkat çekici husustur. Türklerde evlenen kişiler babasının otağında yanan ateşin korundan kendi evlerine götürürlerdi. Ocak kelimesi ateş kelimesiyle özdeşleşmiş ve ocağımız sönmesin, ocağımız tütsün deyimini kısaca açıklar olmuş. Ocak kültü Türkistan coğrafyasının doğu kanadından batı kanadı olan bölgemize kadar ilerlemiş ve günümüzde nevruz ateşini de harlamış. Nevruzda yakılan ateşin üstünden atlanıldığında günahlarından arındıklarına, ateşin onları temizlediğine inanmışlar.

A. İnan hoca da Türklerin en eski devirlerden beri al-bayrak kullanmasının sebebinin alateş kültü olduğunu söyler. Bayrakta da kullanılan ateşe saygı vatanımızda neredeyse hepimizin ailelerinden, büyüklerinden duyduğu, "ateşe tükürme yüzünde yara çıkar, ateş suyla söndürülmez suyun ruhu yanar" gibi cümlelerle kendini gösterir. Çakmak taşından yakılan ateşin ise kutsal ateş olduğu söylenir. Fuzuli Bayat'tan edindiğimiz bilgiye göre de al ruhu ocak-ateş kültüyle bağlantılıdır.

Kutsal kadın, bu vaziyetini erkek egemenliğinin güç kazanmasıyla kaybetmiş, ocaktan yani evden sürülmüştür. Bu egemenlik rolünün değişimi kadını ateşin zıttı olan su kültüyle ilişkilendirilmiş. Ocağı, ateşi koruyan dolaylı yoldan kadının yardımcısı ve koruyucusu konumundan uzaklaşarak bir düşman vaziyetine dönüşmüş. Türklerin kadın şamanlara "udagan" demeleri de anaerkil dönemde ateşin kâhini olmasından kaynaklanır.

Türklerin "Hayat Ağacı"

Kadın ruhlar yaratılma sürecinde aktif rol alır. Bir anlatıda gördüğümüz Ak ana, diğerinde Umay. Hatta gök cisimlerinden olan güneş kadın, ay ise erkektir. Yer yer rastladığımız okumalara göre de Hayat Ağacı kadın ve erkek ruhlarını oluşturur veyahut temsil eder. Bilindiği üzere hayat ağacı İslamiyet öncesi bir külttür ama günümüze dek gelmiştir. Yeri tam olarak bilinmemekle birlikte Ötüken'de olduğu söylenir.

Kayra Han bazı kaynaklarda yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir ağaç diker ve bu yeri, göğü birbirine bağlayan hayat ağacıdır. Hayat ağacı kimi zaman Ulu Kayın olarak adlandırılır. Yaşadığımız topraklarda mezarların başına "ölüyü serinletsin, gölge etsin" amacıyla ağaçlar dikeriz. Bu ağacın ölen kişinin ruhunu öteki âleme taşıyan hayat ağacı olarak da dikildiği bilinir. Bazı tezlerde ise ağacın sonsuzluk manasını taşıdığı ve ölen kişinin başına dikilmesinin ebedi canlılık kazandırması mantığından geldiği yazar.

Dünya tarihinde sık sık rastladığımız bu kozmik ağaçlar genellikle yaratıcı ile bağ kurulmasında etkin rol oynar. Türkler kayın ağacını hayat ağacı olarak görmüşler. Yine Türk düşüncesine göre dokuz dallı ağaçtan dokuz soy türemiş. Ağaçların dallanıp budaklandığı meyve verdiği dönemler bereketli, yaprak döktüğü dönemler uğursuz sayılır. Ağaçlar tanrı ile şaman arasında bir köprü vazifesi görür. Aynı zamanda Kıpçak soyu ağacın kovuğunda doğan bebeğe dayandırılır. Hatta Hayat Ağacı'nın gövdesinde Kübey'in yaşadığına inanılır ve kendisi doğum tanrıçasıdır. Doğacak bebeğin ağzına süt gölünden getirdiği sütten damlatır. Doğum yapan kadınları korur ve başlarında üç gün bekler. Doğum yapmak isteyen kadınlar bu ağaca gidip- dolaylı yoldan Kübey'e- dilekte bulunurlardı.

Türk kültürü çağlar boyu ilerlemiş ve günümüze intikal etmiştir

Hayat ağacının köklerinde bengisu denilen su bulunur. Bu su ölümsüzlük ve gençlik verir. Bu suyu bir ruhun koruduğuna inanılır. Kimi zaman da suyun başında bir ejderhanın (veyahut yılanın) beklediği söylenir. Hayat ağacının tepesinde altın sarısı bir yumurta vardır. Bu yumurta öksökö isimli çift başlı kartalın yumurtasıdır. Bu kartal Ülgen'in sembolüdür. Sağ kanadı güneşi, sol kanadı ayı kapsar. Gökten yıldırımlar indirir. Bakır tırnakları, altın kanatları vardır. İki kartalın yer ve göğün tam ortasında döngüye ayak uydurarak birbiri etrafında dönmesiyle tek bir varlık olurlar. Kartal kuşlar arasında ululuk sembolüdür. Türkler kılıç kabzalarında çift başlı kartal motifi kullanmıştır. Türk polis teşkilatı, Selçuklu devleti gibi arma olarak çift başlı kartal kullanır. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın logosu hayat ağacı soyutlamasıdır, 5 kuruşun üzerinde hayat ağacı motifi vardır.

Özümüzün duruluğu ile günümüzün çalkantılı halini birbiri içinde harmanlamak çok zor olabilir. Fakat bu kültürümüzün işe yaramaz olduğunu göstermez. Romantizm değil bu söylediğim, bu bir hedef. Türk kültürü çağlar boyu ilerlemiş ve günümüze intikal etmiştir. Bu intikal bize sadece savaşçı olan bir soy olmadığımızı da anlatır. Gündelik yaşantıdan, dini hayata kadar bu serüvenden kalanları öğrenebiliyoruz.

BİZE ULAŞIN