Nagihan Haliloğlu: Posthümanist bir roman: Bir Ada Olanağı

Posthümanist bir roman: Bir Ada Olanağı
Giriş Tarihi: 21.6.2021 14:55 Son Güncelleme: 21.6.2021 14:55
Küçük kıyametlerin yaşandığı, nüfusunun yüzde 95’i azalmış bir dünya… Kendilerini sürekli klonlayarak “sonsuz yaşam” arayan bir elit… Uzaylıları bekleyen bir zenginler tarikatı… Ve öte yanda hastalık, yoksulluk ve yaşlılığa maruz insanlığın geri kalanı. Bu sadece bir roman mı?

Michel Houellebecq'in Bir Ada Olanağı adlı romanı "Sonsuz yaşamı hak edenler kimlerdir?" sorusuyla başlar. "Sonsuz yaşam" kavramı özellikle Hristiyan kültüründe gelen edebiyatlarda İncil'e gönderme yapmaktadır: Hz. İsa, ona inananlara sonsuz yaşam vaat eder. Bu dünyada bedenin, özellikle de inancından dolayı çekeceği acıların sonsuz yaşam düşünülünce bir önemi yoktur. Peki, bu nasıl bir yaşam olacaktır?

Sonsuz yaşam kavramı Avrupa edebiyatında çeşitli şekillerde ele alınmıştır. Örneğin Dorian Grey'in Portresi'nde Dorian Grey hiç yaşlanmadan sonsuza kadar yaşayacak gibi görünürken tavan arasındaki resmi yaşlanmaktadır. Özellikle fantastik ve bilim kurgu romanlarında insanların sonsuza kadar yaşamasını sağlayan birtakım araçlar, Dorian Grey'in portresine benzer tılsımlar vardır. Geleceğin insanı ise bu kırılgan, etten kemikten olan kafesten bir şekilde kurtulmuş olarak hayal edilir. Bu kafesten kurtulmanın bir yöntemi bedenin kişinin isteklerini tam olarak yerine getirmeyi bıraktığında çöpe atılması, yerine aynısından yeni bir beden konulmasıdır. Bir Ada Olanağı'nda ise bu, klonlanma ile gerçekleştirilir. Romanda ilk karşılaştığımız ses "şu anki reenkarnasyonun bozulmaya" başladığından bahsetmesi oluyor. Karşı karşıya olduğumuz bilinç, içinde yaşadığı bedenden bir gereç olarak bahsetmektedir. Peki, bir bilinç sürekli beden değiştirdiğinde nasıl bir başkalaşım geçirir?

Görünen o ki, anlatıcımız hala "insani" birtakım özellikler göstermektedir. Bir sonraki reenkarnasyonunda köpeğinin de tekrar klonlanacağına sevindiğini söyler, internet üzerinden bir kadınla muhabbet ettiğinden bahseder. Klonlar yaşadıkları hayatı anlamlandırmakta güçlük çekmekte, bu yüzden kendilerine verilen birtakım kullanım kılavuzlarına bakmaktadırlar. Örneğin neden arada bir "farklı bir şey yapma" ihtiyacı duymaktadırlar? Hemen kılavuz açılır ve cevap aranır. Nagel ve Smith gibi birtakım "büyükler" klonlarda görülen bu halleri oldukça teknik bir şekilde anlatır. Anlatıcı bu açıklamaları bizimle paylaşır ama "normal" insanlar olarak bu teknik terimleri anlamamız pek mümkün değildir. Bu manası müphem kullanım kılavuzunu romana "Houellebecq Kutsal Kitaplar" metaforu olarak koymuş olsa gerektir.

Elohim Tarikatı

Houellebecq bize 24. Daniel aracılığıyla dünyada yaşanmış küçük kıyametlerden bahseder. Bu küçük kıyametler Elohim Tarikatı'nın güçlenmesine vesile olmuştur: Buzların erimesi İlk Azalma'nın sonunda gerçekleşti ve gezegenin nüfusunu 14 milyardan 700 milyona düşürdü. İkinci Azalım daha tedricen oldu. Büyük Kuruma esnasında gerçekleşti ve günümüzde devam ediyor. Üçüncü Azalım ise nihai olacak; gelecekte bir gün. Bu azalımlar günümüzde posthümanistlerin beklediği dünyanın insanlardan kurtulma senaryosuyla bire bir örtüşür. Ekolojik felaketle insanın ölümü yenme hayalinin eş zamanlı gerçekleşecek olması da pek çok gelecek bilimci için olası görünmektedir.

Houellebecq böylece yaratmış olduğu bu dünyanın kurallarını yavaş yavaş bizimle paylaşır. İnsanlar klonlanmakta ama asla beraber yaşamamaktadırlar.

Daha sonra klonlananların sadece anlatıcımız Daniel gibi zengin insanlar olduğunu öğreniriz. Vakti zamanında olacakları hem görmüş hem de belirlemiş olan Elohim Sonsuz Yaşam Tarikatı üyesi olan bu zenginler ihtiyaçlarının görüldüğü evlerde tek başlarına kalırlar. Evlerini, bir sonraki bedene bırakacaklarını bilerek yaşarlar. Yeni gelecek beden, kullanım kılavuzları dışında bir de bir önceki bedenin bıraktığı günlüğü bulacaktır. Bu günlüklere büyük harfle 'Tefsir' adı verilmektedir. Bu durumda kılavuzların da Kutsal Kitap olduğuna dair bir şüphe kalmaz. Elohim Tarikatı'nın inanışına göre insanları birtakım uzaylılar yaratmıştır ve insanların kaderi bu uzaylıların tekrar dünyaya gelmelerini beklemektir. Bu durumda tarikatın "sonsuz yaşam" vaadi tam manasıyla seküler değildir, insanlar bu ilahları görebilmek için bedenlerini tekrar tekrar yenileyip beklemek durumundadırlar.

Klonların dünyası

Klonların evlerin bahçeleri çit ile çevrilidir. Roman bize Daniel'in farklı dönemlerdeki klonlarının anlatıları aktarırken, çitin arkasında klonlanmayan - ki bu durum kendi iradelerinin sonucu mu belli değildir - insan güruhu vardır. Elitlerin bedenlerinin diktatörlüğünden kurtulduğu bu dünyada hâlâ açlıkla, hastalıkla, yaşlılıkla uğraşan, sınananlar vardır. Günümüzde olduğu gibi Houellebecq'in geleceğinde de elitler bu yoksun yaşam tarzını çok egzotik bulur, hatta günümüzdeki "yoksulluk turizminde" olduğu gibi onlara katılmaya çalışanlar bile olur. Grup ya da aileler halinde yaşamak da eski, dikenli tellerin ardındaki insanlara ait bir şeydir. Eğer kendimi klonlayabileceksem, dünyaya yeni bir can getirmenin, bir aile içinde onu büyütmenin ne manası olabilir?

Diğer romanlarında olduğu gibi bu romanında da Houellebecq'in anlatıcısının sevgililerinden biri kendinden çok gençtir. Sevgilisinin genç bedeninin yanındayken kendisini genç hisseder, onun yaşında bir "çocuk" olduğu sanrısına kapılır fakat "Ama aynadaki akislerimizi gördüğümde midem bulanmaya başlıyordu. Nefesim tıkanıyordu. Kendimi yaşlı bir yağ yığını gibi görüyordum" der. Nitekim kendi yaşındaki eski sevgilisi vücudu yaşlandığı ve artık çekici olmadığı için – bir kadın başka ne için yaşar? - intihar etme kararı alır. Daniel genç sevgilisinin verdiği enerjiyle zamanın vücudunda bıraktığı izlere karşı biraz daha dayanıklıdır, intihar fikrine yaklaşır ama harekete geçmez. Elohim Tarikatı tam zamanında yetişir ve Daniel'e yeni bir beden vererek (anti)kahramanımızın bilincini yok olmaktan kurtarır.

21'inci yüzyıl Fransa'sında bazı yaşlı bedenler yok olmayı seçerken, bazıları da devletin ihmalkarlığı sonucu yok olmaktadır. Daniel'in sonraki modellerinden biri orijinal Daniel'in yaşadığı dönemi şöyle anlatır: "Yaşlıların çirkin, pörsümüş bedenlerinden herkes iğreniyordu ve özellikle Fransa'da ölümlere sebep olan 2003 yazı sıcaklıkları bu hissin boyutlarını ortaya çıkarmıştı. Sadece gerçek manada modern olan bir ülkede yaşlılara bu kadar kötü, artık gibi davranılabilirdi. Afrika'da ya da geleneksel bir Asya ülkesinde atalara bu kadar saygısızca davranmak akıl almaz bir durumdu."

Hiç yaşlanmayacakmış gibi

Gençler kendileri hiç yaşlanmayacakmış gibi yaşlıları gözden çıkarabilmektedir. Yaşlı bedenlerin bu kadar istenilmez olduğu bir kültürde sonsuz yaşam vaat eden Elohim Tarikatı gibi bir tarikat, bedenin gençliğine odaklanmak durumundadır. Yukarıdaki pasajda konuşan klon, orijinal Daniel'in yaşadığı zamanları ancak onun günlüğünü okuyarak "hatırlayabilmektedir." Houellebecq'in tahayyülündeki klonlar demek ki birbirlerine tam bir bilinç aktarımı yapamamaktadır.

Orijinal Daniel dünyasında yaşlanmaya direnen, yaşlansa da nüfusunu "doğal" yollarla gençleştiren coğrafya, Avrupa ve Afrika yakalarıyla Akdeniz'dir. Diğer tüm romanlarında olduğu gibi Bir Ada Olanağı'nda da Akdeniz Houellebecq için çok önemlidir. Romanda Akdeniz, Avrupalı insanın kökenlerini temsil etmektedir ama Batı Avrupa bu gelenekten çok uzaklaşmış, "modernleşmiştir." Unutulmamalıdır ki yaşlılara kötü davranılmayacak bir yer olan Afrika, Akdeniz havzasının bir uzvudur. Akdeniz anlatıcıya Avrupa insanının kökenlerini hatırlatırken, bir yandan da geleceği ile ilgili sorular sormaya teşvik eder.

Orijinal Daniel Avrupa insanının geleceğini merak ederken, 24. Daniel de eski Avrupa insanının kalıntıları olarak adlandırabileceğimiz, çitler ardında yaşayan "vahşileri" merak etmektedir. İhtiyaçlarının karşılandığı evi terk eder, çitin öbür yanına geçer. Bu, bedeninin dış etkilere açık olması manasına gelecektir. Görevliler yetişemeden bu beden ölürse, bilincinin akabileceği klonu olmadan belki de yitip gidecektir ama bunu göze alır. Belki de aslen bunu, yaşamının artık doğal bir şekilde son bulmasını istemektedir. Hayvani yaşam, ya da suni zekaya da atfedebileceğimiz '"safi yaşam'" kendini muhafaza etme üzerine kuruludur. Makine işlevini kendi kendine durdurmayı asla akıl edemezken insanın hayatına son vermeyi düşünebilmesi belki de makine ile insan arasındaki en büyük farktır. İntihar olasılığı bu durumda bizi suni zekadan ayıran şeylerden biridir.

24. Daniel korunaklı evinden ayrıldıktan sonra, ilk insanlar gibi yolunu kendi bulmak zorunda kalacaktır. Bunun için yıldızları takip eder ve denizi bulur. Bu, bir bakıma 24. Klonun insanlığa adım atışıdır. Denize girer, tuzlu suyun bedenine iyi geldiğini hisseder: "Demek insanların deniz diye bahsettikleri şey buydu, insanların dertlerine deva, ama aynı zaman büyük yıkım da getirebilen deniz. Kıyıları aşındıran, eşyanın sonunu getiren… Etkilenmiştim, türümüzü anlamakta zorlandığım noktalar açıklığa kavuşmuştu. Bu omurgalıların beyinlerinde sonsuzluk fikrinin nasıl şekillendiğini daha iyi anlıyordum. Daniel'i, bahsettiği plajdaki kadınları düşündüm. Ona biraz acıdım ama asla saygı duymadım."

Demek ki 24. Daniel, "atasına" saygı duymayan, tamamen başka biridir. İnsanlığı anlıyor olması, onlarla empati kurmuş olması manasına gelmez; o uzaktan bakışını sürdürür. Bedenini denize bırakmış bir halde, kendisine biçilen rolün ne olduğunu merak eder, kullanım kılavuzlarında bulamadığı bu cevabı denizde de bulamamıştır. "Gelecek boştu" der ve sözlerini "yaşam gerçekti" diye bitirir. Vardığı temel bilgi, tek önemli şeyin yaşamın kendisi olduğudur. Bu yaşamı kimin yaşadığı önemli değildir; insan, klon, robot, suni zeka… Bu bakış açısı da posthümanist bakış açısının ta kendisidir.

BİZE ULAŞIN