Kaan Murat Çalen: Bir Yurt Özlemi, Bir Eve Dönüş Hasreti ve Üç Tarz-ı Siyaset: Yusuf Akçura

Bir Yurt Özlemi, Bir Eve Dönüş Hasreti ve Üç Tarz-ı Siyaset: Yusuf Akçura
Giriş Tarihi: 3.6.2021 13:35 Son Güncelleme: 27.10.2021 12:31
Yusuf Akçura ''Türk’ü İslam’dan, İslam’ı Türk’ten, Türk ve İslam’ı Osmanlılıktan, Osmanlılığı Türk’ten, İslam’dan ayırmak, biri teslis eylemek (üç etmek) muhaldir.''

Düşünce hayatının seyri izlendiğinde her daim birtakım kavramlar etrafında deveran ettiğimizi görürüz. Son 150 yılın Türk düşünce hayatına ve siyasi devinimine baktığımızda ise başlıca kavramları Yusuf Akçura'nın Üç Tarz-ı Siyaset kitabı üzerinden okumak mümkün. İlk olarak 117 yıl önce yayımlanan Üç Tarz-ı Siyaset önemini günümüzde de koruyan, etkisini hissettiren bir eser. Ülkemizde siyaseti belirleyen ana damarların kavramlarını ince bir işçilikle ele alıp tahlil eden ve çıkış yolları öneren bu eserin müellifi Yusuf Akçura siyaset düşüncemizin kaideleri arasına girmiş bir isim. Osmanlı'dan günümüze düşünce, politika ve akademi dünyasının tartıştığı kavramları ele alan Akçura ve eseri ülkemizdeki siyaset düşüncesinin ana damarlarını anlamak, tarihten ders almak ve geçmişiyle birlikte günümüz milliyetçiliğini daha iyi anlamak adına hâlâ birer anahtar konumunda. Yusuf Akçura üzerine çalışmalarıyla öne çıkan Doç. Dr. Mehmet Kaan Çalen ile Akçura'nın düşünce hayatımıza katkılarını ve Üç Tarz-ı Siyaset'i konuştuk.

Yusuf Akçura'nın Moskova yakınlarından Kazan'a ve oradan da İstanbul'a uzanan hayatı ve yetiştiği ortamdan bahsederek başlayalım isterseniz?

Akçura, 1876 yılında, İdil kenarındaki Simbir şehrinde, fabrikatör bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Babasının ölümüyle birlikte ailenin işleri bozulunca, henüz yedi sekiz yaşlarındayken annesiyle beraber İstanbul'a göç etmek zorunda kalıyor. Bu suretle Akçura iki vatanlı bir adam oluyor. Bir tarafta Kuzey Türklüğü, Tatar dünyası, diğer tarafta Türkiye Türklüğü, Osmanlı dünyası… İstanbul'da Harbiye ile tamamlanan bir eğitim süreci. Sonra Fransa ve Paris Siyasal Bilimler Okulu. Ardından Pan-Türkist mücadele yılları, Türk Yurdu ve Türk Ocakları. Bu vadide sadece ve sadece Osmanlı monarşisi ve II. Meşrutiyet Türkiye'sinden Cumhuriyet Türkiye'sine, Çarlık Rusya'sından Ekim Devrimi'ne yaşadığı, gördüğü, tecrübe ettiği büyük yıkılışları, büyük inşaları, büyük dönüşümleri bir cümle içine sığdırmak bile onu tasvire yeter aslında.

Akçura'nın hayatı sürgünler ve yasaklarla geçti. Bu yıllar ve zorluklar onun fikrî gelişimine neler kattı?

İki modernleşme toplumunda, iki imparatorluk içerisinde, yani Rusya ve Osmanlı'da yaşıyor, sosyalleşiyor; kültürel, fikrî, politik mücadele içerisine giriyor. Bu iki dünyada milliyetçilik meselelerini, devrimci hareketleri, Tatar burjuvazisini, Jön Türkleri, Ceditçiliği, dinî reform düşüncelerini, Türk dünyasında birlik arayışlarını gözlemliyor, tanıyor, tecrübe ediyor. Lenin ile hemşeri olduğunu hatırlamak bile içinden Sigeldiği
dünyayı anlayabilmek adına fevkalade öğretici. Sonra tabii Paris yılları… Modernliği yerinde ve içeriden yaşamak, Fransız rasyonalizmi, Albert Sorel gibi hocalar, modern tarih yazımı, yeni sosyal bilim, yeni metodoloji. Bütün bunlar bir araya gelince Üç Tarz-ı Siyaset gibi bir metin örülebiliyor sanırım.

Akçura Türkçülük fikirlerine nasıl yöneldi? İsmail Gaspıralı'nın Akçura üzerinde nasıl bir etkisi vardı?

Kendi beyanını esas kabul edersek iki husus ön plana çıkıyor. Öncelikle doğduğu topraklara dönük bir daüssıla duygusundan bahsediyor Akçura. Bir nostalji, bir yurt özlemi, bir eve dönüş hasreti. Pantürkizm'i de biraz burada anlam buluyor sanki. İki vatanlı, iki vatan arasında bölünmüş, parçalanmış bir adam, iki vatanını bir kılma, birleştirme, bütünleme mücadelesi veriyor. Pantürkizm yoluyla kendi içindeki bölünmeyi de bir bakıma telafi etmeye çalışıyor diyebiliriz. Göçmenlik, sınır bölgelerinde yaşamak, esaret, millî cemaat içerisinde yapılan seyahatler milliyetçilik fikirlerinin doğuşunda oldukça etkili. İkinci husus Mekteb-i Harbiye. Akçura, şuurlu Türkçülüğünün Harbiye yıllarında başladığını ifade ediyor. Buna Süleyman Paşa etkisi mi demeli? Bilindiği üzere Hunlardan başlayarak Osmanlılara kadar Türk tarihini bütüncül bir anlatı içinde veren ilk eser, Tarih-i Âlem, askerî okullarda okutulmak üzere Süleyman Paşa tarafından kaleme alınıyor. İlk Türkçülerden ama aynı zamanda ilk yerli Türkologlardan biri olan, Türk Tarihi ismiyle de yine bütüncü bir tarih anlatası kurmaya çalışan ilk isim olan Necip Âsım Bey de Harbiye mezunu. Demek ki Harbiye'de erken sayılabilecek bir dönemde Türkçülük için müsait bir habitat oluşmuş. Bu iki hususun üstüne Kazan, Kırım, Paris tecrübelerini ve tabii ki Tatar yenileşmesinin büyük ismi Gaspıralı İsmail'in etkisini ekleyince resim tamamlanıyor. Akçura, Harbiye'deyken Gaspıralı'nın meşhur Tercüman gazetesini okumaktadır, onu Türkçü yapan üçüncü husustur bu. Türk dünyasına bütüncül bir bakış kazanmak ve Rusya Müslümanlarının meselelerine vakıf olmak açısından Tercüman muhakkak ona çok şey katmıştır. Nitekim Türk Yurdu mecmuasını, Tercüman'ın küçük kardeşi şeklinde takdim edecektir. Bu noktada Akçura'nın Gaspıralı ile hısım olduklarını hatırlatmak da manidar olabilir.

Yusuf Akçura'nın Türkçülük düşüncesine katkılarına da değinmeden geçmeyelim isterseniz?

Kültürel Türkçülükten siyasal Türkçülüğe geçiş, Türkçülüğün teşkilatlanması ve kitleselleşmesi, imparatorluktan ulus-devlete dönüşüm, seküler bir millet ve toplum anlayışı, Türkçülüğü ve ulus devleti meşrulaştıracak yeni bir tarih telakkisinin inşası, iktisadî milliyetçilik gibi konularda kurucu ve temsil edici bir isim olduğunu söyleyebilirim.

Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşunda yer alması ve sonrasında kurumun başkanlığına getirilmesi tarihçiliğimiz açısından ne ifade ediyor sizce?

Fuat Köprülü, daha II. Meşrutiyet yıllarında, memleketin beklediği büyük tarih eserinin Akçura tarafından yazılacağını beyan ediyor. Şüphesiz Köprülü'nün beyanında, Akçura'nın popüler nitelikli yazılarında dile getirdiği tarih görüşünün yeniliği ve orijinalliği kadar Fransa'daki formasyonu da belirleyicidir. Ne yazık ki yazılması ümit edilen bu büyük eser gelmemiştir. Ancak "opus magnum"un yokluğuna rağmen Akçura hem Meşrutiyet, hem de Cumhuriyet dönemi tarih yazıcılığını şekillendiren en güçlü öznelerden biriydi. Fransa'da, Siyasal Bilimler Okulu'nda Osmanlı saltanat müesseseleri üzerine yazdığı mezuniyet teziyle birlikte yeni bir tarih anlayışını seslendirmeye başlamış ve II. Meşrutiyet dönemindeki metinleriyle Türkçü tarih anlayışının en önemli mimarlarından biri olmuştu. Cumhuriyet yıllarında da hocalık ve yazarlık yoluyla tarih düşüncesi üzerindeki etki kanallarını açık tutmuştu. Tarih müfredatının modernleşip milliyetçi bir içerik kazanması üzerine en somut ve ısrarlı dikkatler ona aittir. Türk Tarih Tezi'nin oluşmasında aktif bir rol üstlenmişti. Fakat bu konuda biraz kaçak dövüştüğünü söylemek de mümkün gibi duruyor. Birinci Tarih Kongresi'nde sunduğu, İmparatorluk dönemi Türk tarih yazıcılığını tenkit eden önemli tebliğinde, Türk Tarih Tezi'nin esaslarına temas etmez, konuyu küçük imalarla geçiştirir.

Yusuf Akçura denildiğinde ilk akla gelen Üç Tarz-ı Siyaset kitabıdır. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük kavramları onun için ne ifade etmekteydi?

Üç Tarz-ı Siyaset şüphesiz modern Türk siyasî düşüncesinin en mühim metinlerinden biridir. Akçura'nın kariyerinde de erken denilebilecek bir döneme, 1904 yılına aittir. Akçura, kimlik, millet, milliyetçilik konularında yazmaya ömrünün sonuna kadar devam edecek, dolayısıyla Üç Tarz-ı Siyaset'teki düşüncelerini açma, işleme, derinleştirme ve tabii değişen şartlara uyarlama ve dönüştürme imkânı da bulacaktır. Akçura'nın kendi metnini eleştirebilmiş bir isim olduğu da ayrıca not edilmelidir. Metin özelinde konuşursak Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset kavramsallaştırması altında topladığı Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük siyasetlerinin üçünün de aslında bir tür milliyetçilik olduğunu isabetle teşhis eder. Kendisinin de ifade ettiği üzere bu siyasetler ilk olarak Akçura'nın metninde isimlendirilmişler, birer gösterene kavuşmuşlar, nesneleştirilmişler, tasnif ve tahlil edilmişlerdir. Hayat hikâyesi de dikkate alındığında Akçura'nın milliyetçilik konusundaki bilgi ve kavrayışının çağdaşlarına kıyasla çok daha derin olduğu aşikâr. Bu bağlamda Ali Kemâl'in Üç Tarz-ı Siyaset'e karşı kaleme aldığı cevabî yazıda, Akçura'yı hayal görmekle, bir tür edebî eskiz yapmakla itham etmesi anlamlıdır çünkü olguyu görüp tespit edecek zihnî araçlardan Ali Kemâl mahrumdur.

Akçura, imparatorluğun nereye gittiğini çok erken görmüştür ve nitekim II. Meşrutiyet döneminde devam eden tartışmalarında Ali Kemâl bir bakıma Akçura'nın Üç Tarz-ı Siyaset'teki yaklaşımını onaylamıştır. Akçura, bir erime potası olarak Osmanlıcılığın mümkün olmadığını kesin bir dille ifade eder. İslâmcılık için ise böyle bir kesin reddiye ortaya koymasa da uluslararası konjonktüre dair çizdiği manzara itibariyle İslamcılığın da onun nazarında bir alternatif siyaset olmaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. Geriye sadece ve sadece ürkek ve çekingen bir dille telaffuz ettiği Türkçülük kalıyor. Türkçülük, Balkan Savaşlarına kadar bu çekingen ve temkinli dili muhafaza edecektir.

Yusuf Akçura'nın düşünce tarihimizde bıraktığı en belirgin iz ve etkiyi nasıl tanımlamak gerekir?

Niyazi Berkes, Akçura için "unutulan adam" tanımlamasını kullanıyor. Bu özellikle Ziya Gökalp'e nispetle bir unutulmuşluktur. Bu açıdan bakınca Berkes de Akçura'yı unutanlardan biridir aslında. Ancak son yıllarda Akçura'ya dönük bir ilginin oluştuğu ve giderek büyüdüğü gözleniyor. Külliyatının yayımlanmaya, bazı eserlerinin birden çok yayınevi tarafından basılmaya, Türkçü-milliyetçi çevrelerde Akçura'ya yapılan atıfların artmaya devam edişi bu hususun göstergeleri olarak alınabilir. Benim kanaatim Akçura hangi sebeple unutulmuşsa, şimdi de o sebeple hatırlanmaktadır. Dolayısıyla "düşünce tarihimize bıraktığı en belirgin iz ve etki" de burada aranmalıdır. Türk milliyetçiliğinin 1950'lerden sonra yaşamaya başladığı, bilhassa 1970'lerde yoğunlaşan taşralaşma ve muhafazakârlaşma, Akçura'nın modernist, seküler ve kentli milliyetçiliğinin resmî ideoloji ile aynileştirilerek olumsuzlanmasına ve Türkçülüğün tarihindeki kurucu rolünün Gökalp'in karşısında geriye doğru itilmesine yol açtı.

Akçura'nın bilhassa Kemalist tarih tezi içindeki konumu, Zeki Velidî Togan ve Nihal Atsız gibi Türkçülüğün büyük isimlerinin Türk Tarih Tezi'ne muhalefet etmiş olması seküler Türkçü çevreleri de Akçura'dan uzak tutmuştu. Akçura, yeni Türkçülük ile Kemalizmin ortak zeminini, ortak ufkunu, müşterek söylemini mümkün kılan en mühim isimdir. Hem Türkçü/milliyetçi, hem Atatürkçü/ulusalcı çevrelerde artan Akçura ilgisi, onun düşünce mirasının yükselen seküler, şehirli, modern bir milliyetçiliğin özlemlerine ve özellikle tam da dönemsel tepkilerine cevap veriyor olmasından kaynaklanmaktadır. "İlk Türkçüler devrimciydi" gibi çıkışlarla Akçura'yı ulusalcı ve anti-emperyalist bir zaviye ile soldan okuma denemeleri de bu bağlamda zikredilebilir. François Georgeon, "Akçura, bugünkü Türk milliyetçilerinin kendinden sayacakları bir isim değildir" mealinde bir şeyler söylemişti. O tespitin artık dünde kaldığını düşünebiliriz. Yeni hikâye biraz farklı… Görünen o ki kentli, seküler milliyetçilik yükselmeye devam ettikçe Kemalizm ile Türkçülük arasındaki mesafe iki taraftan da kapanacak, iki taraf da birbirlerine doğru yürüyecek, Akçura da bu yakınlaşmanın en simgesel figürlerinden birisi olacaktır.

Yusuf Akçura kimdir?
2 Mart 1876 yılında Kazan'da dünyaya gelen Yusuf Akçura, Türkçülük akımının öncü isimlerindendir. Türk Tarih Kurumu'nun kurucu üyelerinden olan ve 1935 yılında kurumun başkanlığına getirilen Akçura, milletvekilliği görevinde de bulundu. Akçura, dönemin gazete ve dergilerine yazılarıyla katkı sağladı ve 1933 yılındaki üniversite reformundan sonra İstanbul Üniversite'sinde siyasi tarih profesörü oldu. 11 Mart 1935 yılında vefat eden Akçura, Edirnekapı Şehitliğine defnedildi.

Eserleri
Mevkufiyet Hatıraları, Eski "Şuray-ı Ümmet"te Çıkan Makalelerimden, Türk, Cermen ve Islavların Münasebat-ı Tarihiyeleri, Muasır Avrupa'da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar, Türk Yılı 1928, Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (4. 5. ve 6. Tedris Senesi), Osmanlı Devletinin Dağılma Devri, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Üç Tarz-ı Siyaset, İlk Büyük Türk Tarihçisi Kazanlı Sahabettin Mercanî, Osmanlı Saltanatı Müessesatının Tarihine Dair Bir Tecrübe, Ulum ve Tarih, Alimcan-el Barudi Tercüme-i Hâli, Kazan Muhbiri'ndeki Makaleleri, Kader

BİZE ULAŞIN