PROF. DR. CAFER ŞEN: Yûnus Emre’nin menkıbevi hayatının

Yûnus Emre’nin menkıbevi hayatının
Giriş Tarihi: 3.06.2021 13:28 Son Güncelleme: 3.06.2021 13:28
Seyr ü sülûk, dil, kulak, göz ve gönül terbiyesidir. Yûnus’un dergâha kırk yıl hizmet etmesi motifi, insana ait gönül terbiyesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu gösterir.

Yûnusu Emre menkıbelerinden birinde Yûnus, yanına gelen bir atlının sorusu üzerine vazifesini anlatır. Sonradan padişah olduğu anlaşılan bu zât, Yûnus'a bir miktar altın vererek, bunların çok değerli olduğunu söyler. Bunun üzerine Yûnus kendine takdim edilen altınları önemsemez ve etrafındaki bütün taşları, ağaçları altın yapar. Sonra padişaha hitaben, bazı Allah dostlarının da dağları, taşları altına çevirebileceğini hatırlatır. Daha sonra taşın, yine taş, ağacın ağaç olması gerektiği üzerinde durarak altın yaptığı varlıkları eski hâline geri getirir. Klasik yorumlamada Yûnus'un altına itibar etmemesi fanî ve dünyalık olanı terk etmesi anlamına gelir.

Aslında Yûnus, bağlandığı Tapduk'un varlıkları padişah gibi altına dönüştürme gücü olduğuna inandığından, simgesel otorite figürü padişahla ledün/bâtın ilminin sahibi olarak gördüğü Tapduk'u eşitler. Burada Yûnus, aşkın metafizik güçleri olduğuna inandığı biriyle içkin simgesel güce sahip birini varlık alanında karşılaştırır. Aslında ne varlığın ötesi olan aşkınlıkla varlık alanı olan içkinlik, ne bu alana ait varlıklar birbiriyle karşılaştırabilecek kategoriler içinde yer alırlar.

Menkıbede geçen varlıkların altına dönüştürülmesi ve ardından tekrar eski durumlarına getirilmesi, E. Husserl fenomenolojisinin yönelimsellik ilkesi gereği varlığın kendinde özsel/tözsel bir değerliliği olmadığı, ona değer ve anlamı öznenin verdiğinin göstergesidir.

İ. Kant'a kadar izi takip edilebilecek bu felsefi argümana göre varlık kendinin özünü (numen) kişiye vermez, kişi varlığın özünü ele geçiremez. Varlığın özüne erişemeyen kişi, içkinlik alanında varlığın görüngüsüyle (fenomen) ilgilenir, idare eder, ilişkilerini geliştirir. Bu nedenle insan, varlığa niyetsellikle, yönelimsel olarak yaklaşır. Varlığın da her insanda değer ve anlamı, algı ve duyumu farklılaşır.

Celâlde cemâli bulana dek

Menkıbenin ilerleyen bölümlerinde Yûnus her gün dağdan dergâha odun getirir fakat "erenler meydanına eğri yakışmaz" düşüncesiyle odunun, yaşını ve eğrisini ayıklar. Bir gün Tapduk, Yûnus'a dergâha her zaman düzgün odun getirmesinin sebebini sorar, Yûnus da, "doğru olmayan bu kapıya layık değildir" cevabını verir.

Klasik yorumlamaya göre

Yûnus'un dergâha kırk yıl gibi uzun bir süre odun taşımasının nedeni bu cevapta yatar. Burada çözülmesi gerekeni gösteren, Yûnus'un Tapduk'un dergâhına getirdiği "düz odunlar" metaforudur. Tapduk'un, Yûnus'un, dergâha niçin sadece düz odun getirdiğini sorması, ledün/batın ilmindeki gelişimini anlamak, iç hakikatini dışa çıkarmak istemesi kaynaklıdır.

Yûnus'un cevabı yüzeysel bir değerlendirmeyle olumlu kabul edilebilecek gibi görülürse de derinliğine düşünüldüğünde bu olumluluk ters yüz olur. Şöyle ki, âlemde Hak ve hakikatten başka bir şey olmadığına göre, "eğrilik" söz konusu değildir. Bir varlığın eğri veya doğru algılanması, sıradan insan için geçerlidir. Varlığın hakikatini birleyenler eğri ve doğrudan bahsetmez.

Yûnus'un cevabı esasen seyr ü sülûk hâlinde geldiği mertebede varlığı "cem" edecek birliğe ulaşamadığını gösterir. Varlığı bir bütün olarak kavrayan kâmil insanlar ise eğri-doğru, güzelçirkin, iyi-kötü gibi algılanan sıfat ve fiiller içindeki "yegâne" varlığı görecektir. Seyr ü sülûk, dil, kulak, göz ve gönül terbiyesidir. Bu terbiye birkaç günde gerçekleşebilecek bir şey değildir. Kırk sene hizmetin sırrı, bu gönül eğitimiyle ilgilidir. Yûnus'un dergâha kırk yıl hizmet etmesi motifi, insana ait gönül terbiyesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu gösterir. Varlığın birliğini anlamak, cemâl ve celâli birlemek ve vücûd içinde kendi aslını seyretmek kolay olmasa gerektir.

Yûnus, celâlde cemâli buluncaya; "bir isen birliğe bak" deyinceye kadar kırk sene eğitilir ve nihayet eğriyi doğruyu bir kenara bırakarak her tecellîden yârin cemâlini temaşa eder. Dolayısıyla "odunlar" için kullanılan eğri veya doğru gibi sıfatlar, insanın noksanlığının bir sonucudur. Menkıbedeki "düz odunlar" Allah'ın Cemâl, "eğri odunlar" ise Celâl sıfatlarının tezahürlerini sembolize ederler.

Evrensel ilkeye ulaşmak

Yûnus'un Tapduk'un dergâhına sadece düz odun taşıması Tin'in/ Tinselliğin ortaya çıkışında ilk adımı olan olumsuzlama edimidir. Eğriler ötelenir, düz olanlar tercih edilir. Aslında düşünülenin tam tersine düz odunlar değil, eğri odunlar olumsuzlama neticesinde elde edilen Tinsel nesnelerdir. Çünkü bunlar, Yûnus'un Tapduk'un dergâhına olan sevgisi, saygısı ve aynı zamanda korkusunu üzerinde taşırlar. Dergâha götürülmediğinden Yûnus'un Tinselliği ele geçirdiğine dair bir olguyu Tapduk'a sunamazlar.

Gerçeği bulma, hakikati keşfetme ve farkındalığa varmanın olmazsa olmazı diyalektiğini başlatan Hegelci olumsuzlamadır aslında. Çünkü kendisinden habersiz olan "kendinde varlık"ı, kendiliğini fark eden "kendi için varlık" konumuna taşıyan olumsuzlamadır. İyinin, güzelin ve doğrunun varlık alanında bütünüyle hükümran olması bunların karşı kutbunda yer alan kötüyü, çirkini ve yanlışı yok etmez, bizzat iyinin, güzelin ve doğrunun kendini ortadan kaldırır. Çünkü iyi, doğru ve güzel ancak kendilerinin olumsuzlarıyla bilinir. Bu nedenle seçilen "doğru odunlar" başlangıçta kendiliğin farkında olmayan "kendinde varlık"tır tıpkı Yûnus gibi.

Aslında Yûnus'un eğri odunları dergâha götürünceye kadar doğru odunları dergâha taşıması kategorik bakımdan hiçbir anlam ifade etmez. Dolayısıyla aslında bütünlük ve birlik fikri ve algısı, aşkın metafizik alanda oluşan bir kategori değil, içkin alanda meydana gelen eğri-doğru, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi karşıt görülen zıt kategorilerin birbirlerinin koşulu olması ve içinde yer almasının farkındalığıdır.

Tapduk'un dergâhına düz odunu yakıştırma düşüncesi Yûnus'un yönelimsel tavrının bir sonucudur. Ne Tapduk, Yûnus'un ne Yûnus, Tapduk'un gördüğü yerdedir. J. Lacan'a göre özne nesnenin gördüğü yerde değildir. İkisinin birbirine konumu ya bir eksik ya bir fazladır. Varlık hakkında belirli olgunluğa yükselmeden Yûnus'tan varlığı olduğu gibi kabul etmek, iyi-kötü, güzel-çirkin eğri-doğru olarak ayırmamasını beklemek gerçeğe uygun olmaz. Yûnus kırk yıl gibi bir süreçte, uzun ve çetin imtihanlardan sonra dergâha eğri-doğru ayırımı yapmadan odun getirmeye başlayınca, birini ötekine tercih etmeyecek evrensel ilkeye ulaşır.

İyi ve kötünün ötesi

Klasik yoruma göre Yûnus, başlangıçta eğri ve doğruyu ayırdığı için kendisine bâtın âleminden bir şey açılmaz. Aslında Yûnus'un doğruyu kendi duyum ve algısına göre ayırması ötekini dışarıda bırakmakla mümkündür. Böylesine bir seçime yönelen duyum ve algı, bütünü kucaklayamadığından her daim eksik kalır. Dolayısıyla Yûnus'un Tinselliği ancak seçtiği ve sınırladığı alan kadar olabilir. Ötekini kendi alanına dâhil etmeden Yûnus'un zengin Tinsel alana açılması mümkün değildir. Yûnus'un hakikate ulaşması için iyi ve kötünün ötesi algı ve duyumuna ulaşması gereklidir.

Yûnus, dergâhın odunculuğunun yanında bir zaman da sakalık (su taşıyıcılığı) yapar. Bütün teslimiyet ve samimiyetiyle sakalığına devam eden Yûnus'un sırtı bir müddet sonra yara olur. Sırtına merhem sürmesi için yanındakilerin birinden yardım isteği Tapduk tarafından hoş karşılanmaz. Tapduk, imtihan kastıyla "varsın gitsin yanımızda durmasın" şeklinde sert bir ifadeyle Yûnus'a yol vererek dergâhından uzaklaştırır.

Dergâhtan uzaklaşan Yûnus bir gün bir mağarada -bir rivayette yedi- iki ere rastlar, onlarla arkadaş olur. Her gece onlardan biri dua eder. Bu duaların bereketiyle semadan her seferinde bir sofra yemek iner. Yûnus nöbetinde "Yâ Rabbi, benim yüzümü kara çıkarma. Onlar kimin hürmetine dua ediyorlarsa, Onun hürmetine beni utandırma" şeklinde dua eder. Bu dua gecesinde iki sofra yemek gelir. Yedi er "Kimin yüzü suyu hürmetine dua ettin," diye sorarlar. Yûnus, "Önce siz söyleyin" der. Onlar, "biz Tapduk Emre'nin kapısında otuz sene hizmet eden erin hürmetine dua ederiz" derler. Bundan etkilenen Yûnus, Tapduk'un dergâhına geri döner. Ana Bacı'ya sığınarak "Aman beni bağışlat" der.

Menkıbenin bu bölümünün klasik yorumlarında, Yûnus'un kemâl tahsilinde başkasından yardım dilemesi, nefsini tam olarak teslim etmemesi, ilâhî tecellileri kabulde zaaflarının olduğunu gösterdiğine yorulur. Tapduk'un Yûnus'a sert bir şekilde "varsın gitsin!" sözleri ile hitabı ise bir denemeden ibarettir. Bu sözlerin ilâhî bir nazar olduğunu anlayamayan Yûnus, ilk tepkisinde imtihanını kaybeder.

(Devam edecek)

BİZE ULAŞIN