Ercan Yıldırım: Siyasal alanı kuran paranoya

Siyasal alanı kuran paranoya
Giriş Tarihi: 17.02.2021 15:17 Son Güncelleme: 17.02.2021 15:17
Şüphe siyasallaştığında paranoyaya dönüşür. Bir ülkede fay hattının, travmanın yoğunluğuna bağlı şekilde korkular, takıntılar, paranoyalar da artar.

Ontolojik her varoluş paranoyaya açıktır. "İnsan oluşun" ötesinde canlı türler kendilerini var eden dinamiklerin açık tehdidi altındadır aynı zamanda. Çünkü varlığı oluşa getiren imkânlar ve şartlar zamanın akışıyla farklılaşabildiği için, her imkân potansiyel bir tehdidi de barındırabilir. Kaygı ve şüphe korkuya, o da paranoyaya sürükler. İnsanların olduğu kadar hayvanların ve bitkilerin de dünyada bulunma amacı temelde varlıklarını devam ettirme üzerine kuruludur.

Kendinden başka her şeye hayatiyetini sürdürebileceği bir imkân, araç veya tehlike gözlüğüyle bakar canlılar. Devletler ve milletler de organik yapı bütünlüğü oluşturduğundan "canlı" organizmaların, varoluşun bünyesine dâhil sayıldıklarından ilkin kendilerini koruma, hayatlarını sürdürme ve geleceğe kalabilme kaygısıyla yaşarlar.

Devletler ve milletler de dostdüşman dikotomosini siyasallaştırır, açıkçası dostluğu pek önemsemez, kendisinin dışındaki her oluşumu bilkuvve tehdit görür. Devletler, milletler, siyasal alandaki birimler ontolojik güvenlik sahalarını belirler, bunu muhafaza etmeye yönelik politika geliştirirler. Varoluşsal emniyet sahalarını ihlale "yeltenebilecek" her kişi, kurum, millet, devlet şüphelidir. Şüphe siyasallaştığında paranoyaya dönüşür.

Devlet ve milletleri reflektif kılan paranoyadır, çünkü siyasal alan kaygı ve şüpheyi uzun erimli gözleyemez, tehditleri anında "tehlike" şeklinde kodlar. Her tehlike fiili bir müdahale içinde algılanırsa bu sefer devreye saplantı girer. Batının Türk korkusu, kaygı ve şüphenin ötesinde paranoya ve saplantı hâlini almıştır artık; tabii buna bağlı biçimde Türklerin de Batıya bakışı ontolojik olduğundan çoğunlukla "irkiltici tehlike" biçiminde anlamlandırılır.

Siyasal alan rasyoneli, teenniyi, feraseti gerektirir, hâlbuki saplantı ve paranoya düşünmeyi erteler, irrasyonel bir tepkiciliğe kendini açar. İslam-küfür-Batı- Türk kimliklerinin varoluşsal düzlemlerini temkinden, ihtiyattan çok güvenliğe bağlı paranoya işgal eder. Kültürel ve siyasi öbekler kadar dünya sisteminin kendisi de paranoyalara müracaat eder, sistemi zorlayacak her girişim, iktisadi düzeni sarsacak her teklif, yapılan her eleştiri sistemin irkilmesine neden olur.

Yapıcı travma ve paranoya!

Siyasal alanda paranoya yıkıcı sonuçlar gösterse de görünüşte, hakikatte yapıcı, inşacı, pragmatik neticelere yani "hayra" da vesile olabilir. Toplumların paranoyaya dönüşmeyen korkuları bulunsa da devletler paranoyalara sahiptir.

Kendi yurttaşları kabullenmese bile devletler paranoyak siyasetler "icat edebilir." Paranoyaların doğruluğu onaylanamaz, doğrulanamaz ama kullanışlı, faideli oldukları konusunda ittifak edilebilir.

Kritik dönemlerde paranoya icat eden devletler, siyasal alanda gruplar süreci kendi lehlerine götürebilir. 11 Eylül ABD'nin Amerikalılık bütünlüğüne yönelik "kötü emelleri" mücessem kıldığı için paranoya anında siyasallaştırılıp küreselleştirilmişti. Bush gidişatı "benden değilsen karşımdasın" mottosuna yerleştirdiğinde paranoyanın koşullarıyla beraber felsefesi de belirlenmiş oldu. Tabii siyasal alanda paranoyayı beslemek için illa "karşıt kutba" gerek yok, özellikle ulusdevletler söz konusu olduğunda en büyük "düşman içimizde"dir.

Siyasal alanda paranoya olumsuz öteki, olumlu kendi, müşterekleştirme çabasının getirdiği icat edilmiş sanrılar, doğa kanunundaki korkuların paranoyaklaştırılması gibi çeşitlere sahiptir. Olumsuz ve icat edilerek siyasallaştırılmış paranoyalar ulus-devletlerin refleksleriyle örtüştürülür. Menfi paranoyaların kökeninde bulunan olumlu ve doğal hukuku siyasallaştırarak oluşturulanlar ise masum infazlar gerçekleştirebilir; Avrupalının kendini insan görüp başkalarını vahşi kategorisine yerleştirmesi paranoyanın en büyüğüdür.

Siyasal alanda, devletlerin ve milletlerin paranoyalarını umumiyetle "travma"lar oluşturur. Bu travmalar korkuları büyütürken ülkenin dinamiklerinde fay hatlarının oluşmasına neden olur, fay kırılmaları paranoyayı daha da güçlendirir, siyasalın merkezine yerleştirir. Avrupa'nın paranoyasını en başta ari ırk olmaları belirler, Atilla'nın, "barbar"ların, Türklerin istilaları siyasi davranışlarına yansır. ABD'ninkini iç savaş, Türkiye'ninkini, Anadolu'ya göç, İmparatorluğun dağılması, Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı, Anadolu ve İstanbul'un işgali gibi pek çok hadise, travma besler.

Osmanlı'da İmparatorluk olmanın getirdiği ihtişamla paranoyaya dönüşmeyen çok sayıda küçük kaygılar bulunur fakat aslen Türk siyasi geleneğinin, yurdu kardeşler arasında üleştirme sorunu hakikaten travmayla beraber paranoyak hâl aldığından mesela kardeş katli uygulamasına geçilmiştir.

Batı'nın ve biz Türklerin kaygıları

Ulus-devletlerin paranoyaları bugün esasında millî güvenlik anlayışlarının ve toplumsal bilinçdışının merkezine yerleşmiştir.

Batı, İslam-Türk tehdidi yanında yabancı, göçmen, zenci karşıtlığını siyasala yerleştirmiştir. Buna Rusya'yı da eklemek mümkün. Aslında en büyük paranoyalarını gerçek özgürlüğün, gerçek demokrasinin kendilerinde bulunduğu, medeniyete yalnız Batı'nın sahip ve müstahak olduğu çünkü insan kavramının kendilerinde şekillendiği fikri oluşturur.

ABD, en başta iç savaş yüzünden bölünmekten korkar. Göçmenlerin kurduğu ülke Amerikalılık fikri etrafındaki vatandaşlık tanımının, özgürlük ve demokrasi nomosunun zedelenmesinden, sosyalizmden, İslam'dan, terörden, kaostan, Rusya ve Çin'den çekinir.

Türkiye'nin siyasal alanında korku, kaygı, şüphe, evham tedbir, paranoya iç içe geçmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile beraber kurulan düzende Komünizm-Şeriat-bölücülük temel paranoyayı oluşturuyordu. Bunda İstiklal Harbi ile beraber Osmanlı'da sıkça görülen isyanların etkileri büyüktü. Millî hafızamızla birleşen geniş bir travma ve paranoya listemiz var ki, bunlar esasında ciddi tehditleri barındıracak şekilde "Türkiye'nin normalleri"dir.

Orta Asya'ya sürülme, Sevr, Yedi Düvel, devletin yıkılması veya bölünmesi gibi hakikaten zaman zaman sert kırılmalara neden olan fay hatlarına sahibiz. Bunun yanında ekonomik krizler, darbeler, kazanımları kaybetme, devletten dışlanma, Tek Parti dönemi gibi korkular bulunur. Avrupalının sadece kendini insan sayması gibi bizde de bu tür toplumsal gurur, asalet ve büyüklük takıntıları, paranoyaları var; Güneş Dil Teorisi'yle üretilen pek çok kavmin Türk kökenliliği, İslam'ın en iyi bizde yaşandığı, tüm dünya Müslümanlarının bizim gözümüze baktığı gibi saplantılara sahibiz... Tabii Batı'dan dışlanma ve çağdaşlık paranoyası da siyasal alandaki sanrılarımızdan bazıları.

Dış güçler" komploculuğumuz

Paranoyaların aşırısı ters teper, siyasal alanda paranoya ile hareket etmek zamanla gerçeklikten kopmalara neden olur. Ulus-devletler antagonist siyasetle, dost-düşman dikotomisi içinde hareket ederler. Erk, tanımladığı dost ve düşman güçler arasında bir dilin kurulmasını sağlar, buradan toplumu eğer mesele dış odaklıysa millet bütünlüğünü sağlamaya, içerdeyse taraftar toplamaya girişir.

Agonist siyasetteki klasik muhalefet ile antagonist siyaset arasındaki düşmanlık oranı çok bariz görünür, neredeyse birbiriyle bütünleşmeyecek iki ana kaynak gibi. Tek Parti zihniyeti ile muhafazakâr İslami kimlik arasındaki antagonist makas çok açıktır, her iki tarafın bilinç dışında "irtica geliyor-dinî yasaklar geliyor" evhamı ciddi sonuçlar doğurur. Zaman zaman hakikaten ülke için tehlike arz eden durumlar paranoyanın ötesinde "komploculuk"la açıklanır, istihza edilir, gözden düşürülmeye çalışılır yahut azdırılır. Bizde en başta geleni "dış güçler" komploculuğudur; dış güçler tehdidi kadar "dış güç tehlikesi yok" demek de aynı oranda komplocu hatta paranoyak bir yaklaşımı işaret eder.

Mason, Yahudi, komünist, dönme şüphesi zamanla paranoyaya o da siyasal alanın ciddi bir tarafını işgale yönelmiştir. "Türkiye komünist olacak", "Türkiye'ye Şeriat gelecek", "ülkeyi dönmeler-yahudiler-masonlar yönetiyor" söylemleri 1940-2000 arasında ve ara ara yükselen dozda günümüzde de sürer. Bir dönem Yalçın Küçük'ün Türkiye'de ne kadar mühim insan, bu toprakların yetiştirdiği ne kadar önemli beyin varsa hepsini dönme sayması bu ülkenin niye ileri gidemediğini açıklamanın ötesinde milleti aşağılama, özgüvenini yitirme amacını da içeriyordu.

Esasında bir ülkede fay hattının, travmanın yoğunluğuna bağlı şekilde korkular, takıntılar, paranoyalar da artar. Suriyelileri takıntı hâline getirmek İmparatorluğun dağılmasının suçlusunu aramak ve "sırtımızdan bıçaklandık" sabit fikirliliği kadar günümüzde siyasetin bir tarafını tutmak, içimizdeki bazı faşist özlemleri dışa vurmak için de icat edilmiştir.

Yüzleşme, hesaplaşma, inşa etme

Gerçek paranoyaların travmatik tarihi kökleri komploculuğun çok ötesindedir, kendiliğinden gelişir; insanlar ve toplumlar doğal hukukun içinde, sık ormandaki ıssızlıkta meskûn bir kulübenin içinde yaşarlar. Kulübenin dışından tıkırtılar, uğultular, sesler, vahşi hayvan iniltileri, ulumalar, çıtırtılar geldikçe evin içinde tedirginlikler baş gösterir.

Her ses bir tehlike biçiminde kodlanır. Dışarı çıkıp o sesle, o tehditle yüzleşmediği sürece kişi ve toplum çıtırtıları benliğinde büyütür, siyasallaştırır, basit bile olsa hesaplaşmadığı için onu devasa sorun hâline getirir. Kulübenin dışındaki uğultular zaman zaman simüle edilir, çatışma provaları yapılır karşılaşma gerçekleşmeyince hep külün altındaki köz gibi yanar, köz ışıldadıkça toplumu da içten içe yakar.

Türk toplumu hâlâ Platonculukta sabitlendiği için hakikati hep görünenlerin arkasında kabul eder. Yüzleşmeyi, hesaplaşmayı, karşılaşmayı sevmeyen bir toplumuz. Yüzleşerek tarihe gömeceğimiz meseleleri köz hâlinde tuttuğumuz için günden güne yeni takıntılar, siyasal alanda yeni tehditler inşa etmeyi, gölgemizle çatışmayı seviyoruz. Öteki ile var olduğumuz gibi ontolojik kıldığımız Batı karşıtlığını sürdürerek tarihsel sürekliliği sağladığımız gibi toplum içinde münakaşa edeceğimiz bir gölge, başka buluyor, bulamasak da icat ediyoruz.

Kendi ile bile barışık olmayan benliğimiz kimi zaman sahici karşıtlıklarla kimi zaman avuntularla "oluş"unu sürdürüyor; "Batı ahlaksızlığı içinde boğulacak", "AB bizi kendine benzetecek", "ABD çöktü çökecek", "elinden tutan bir dayın yoksa yırtamazsın", "aslında Trump kazandı elinden aldılar", "aşıyla bünyemize çip takacaklar..."

Görmediğimizi düşman bellemede mahir bir milletiz; bu konfor, bu izah etme kolaylığı, basitçe öteki icadı yüzleşmeyi, imar ve inşa etme yükümlülüğünü ortadan kaldırıveriyor. Tabii bazı konularda geliştirdiğimiz korkular temelsiz değil... Son zamanlarda yine Tek Parti zihniyetinin "başörtüsü paranoyası", İslami kesimin, muhafazakârların kaygılarının ne derece haklı olduğunu da gösterir.

Yapıcı nefret, sempatik şüphe

Stalin gibi kan, vahşet üzerine var olanlar kendilerinden bile korkarlar; ne ile varsan o, zamanla tehdide, düşmanına dönüşür çünkü.

Ulus-devlet bazında düşününce paranoyalar yıkıcı değil yapıcı, inşa edici fonksiyon icra eder.

Her darbe Türkiye'de bir başka siyasal alanı ortaya çıkarmıştır. Duygu siyasetinin güçlendiği, yoğun rasyonelliğin zayıfladığı anlarda paranoyalar hareket alanını belirler, bu sefer yalnız reflekslerle yön arayışına girişilir.

Paranoya tinsel gücü yüksek kılar, 11 Eylül paranoyasıyla kendi iç düzenini ve küresel siyaseti, dost-düşman siyasasını belirleyen Amerika, toplumunu hep var olma-yok olma karşıtlığına sürükleyerek, refahın elden gideceği, iç savaşın yeniden geleceği, kaosun kazanımları ortadan kaldıracağı fikriyle mobilize eder; son Kongre baskını bu paranoyak siyasetin bir göstergesidir.

Siyasal alanda paranoya "yapıcı nefret"tir, sempatik şüphe ulus-devlet mekanizmasında sempatik hasımlığa o da paranoyanın kurucu karşıtlıklar dizgesine götürür.

İnsanlar doğal hukukta, kendi gündelik hayatlarında bile kaygılarını, korkularını kendi ontolojilerine işleyerek var olmayı seçer. Bu iyi işlendiğinde, inşacı zihniyetle yapıldığında "oluş"a açılır fakat sürekli paranoya ile yaşamak statükoculuk ve köhne muhafazakarlık tehlikesini, riskini artırır.

BİZE ULAŞIN