Batı cephesinde yine işler karışmış görünüyor. Uzun zamandır uzaktan seyre vesile bir tartışma sürüyor radikal feministler ve transgender (transeksüel/cinsiyet değiştiren) bireyler arasında. Sosyal, politik her türlü hak talebini kapsayan bu tartışma neden dikkatimizi çekmeli derseniz; cevabı daha önceki tecrübelerimize dayanarak şu: Korkarım kısa bir zaman içinde normalde gündemimizde olmayacak konular yine zoraki bir şekilde gündemimiz hâline getirilecek. Bu nev-zuhur sorunlarla baş edebilmek, kendimize özgü ve herkes için nihai çözüm odaklı cevaplar sunabilmek için –çünkü bu güç bizde mevcut- bu sefer hazırlıklı olmalıyız.
Mevcut tabloya baktığımızda, feministlerin son transgender hareketi ivmesinden sağlı sollu gelen beklenmedik darbelere hazırlıksız yakalandığını görüyoruz. Bir yanda devam edegelen ve birçok kadın tarafından da içselleştirilmiş misojini (kadın düşmanlığı) baskısı, diğer yanda yeni "ben, ben, ben" nesli çocuklarının taleplerinin şiddeti, şimdiye dek özgürleşme hareketinin hep ilerici tarafında kendini konumlandırmış feministleri epey zorlamış görünüyor.
Düne kadar transeksüel ifadesi ile tanımlanan ve toplumun pek az bir yüzdesini oluşturan bireyler 2000'li yılların başından itibaren kendilerini transgender olarak tanımlamak sureti ile tabir-i caizse söylemlerine deri değiştirdiler. Talepleri önce feminist teori kapsamında oldukça masum ve makul gelen bu grubun son yıllardaki etkin politikaları, taleplerinin teorik düzlemden çıkarak kadınların hayatlarını doğrudan ve bazıları tarafından işgalci ve suistimalci olarak tanımlanabilecek şekilde etkilemeye başlamasına sebebiyet verdi.
Bu, nasıl oldu?
2018 yılında, The Economist yazdığı konu ile alakalı bir makalede feminist gazeteci Sarah Ditum, peşpeşe bazı örnekler sunuyor ve öncelikle İngiltere'de gönüllü bir araştırma merkezi olan Cancer Research UK'in attığı bir tweete dikkat çekiyor. Söz konusu yardım kuruluşunun tweetinde smear testinin 25-64 yaş arası "rahim ağzı olan herkes için" gerekli olduğunu ifade ediliyor. "25-64 yaş arası kadınlar" yerine neden böyle bir ifade kullandığı sorulduğunda ise kuruluşun cevabı "Daha kapsayıcı bir dil kullanmaya karar verdikleri" şeklinde oluyor.
Bloody Good Period isminde, iltica talep eden sığınmacılara hiyenik ped sağlayan bir diğer yardım kuruluşu ise ilanlarında ve duyurularında "kadınlar" yerine "adet gören bireyler" ifadesini kullanmayı tercih etmekte. İngiliz Yeşiller Partisinin bir kadın kolları ise 2017 senesi itibariyle kadınları değil, "erkek olmayanları" (non-men) temsil ettiğini açıklamıştı. Benzer şekilde, imkânı olmayanlar için kürtaj ücretini karşılayan gönüllü bir başka kuruluş olan The New York Abortion Access Fund, (New York Kürtaj Erişimi Fonu) Mayıs 2014'te yaptığı açıklama ile hamile kalan insanlardan bahsederken trans erkekleri dışlamamak için artık kadın kelimesini kullanmayacaklarını beyan etti. Grubun yenilenen değerler bildirimi bölümünde bu karar "Kendilerini erkek olarak tanımlayan kişilerin de hamile kalabileceğini ve kürtaj olmak isteyebileceğini kabul ediyoruz" denilerek açıklanmıştır.
Seçim kampanyaları da bu değişikliklerden etkilenmiş, Teksas seçimlerinde kullanılan Stand with Texas Women (Texas'lı Kadınlarla Dayanışma) hashtag'i transgender bireylerin hışmına uğramıştır. 1976'dan beri sadece kadınlara yönelik olarak düzenlenen Michigan Womyn's Music Festival ve festivale bağlı bir hafta süren kamp da sadece kadınlar için olması hasebiyle transgenderların amansız bir şekilde dâhil olmak istemeleri ve şiddete varan protestoları sebebiyle festival 2015 yılında son etkinliğini yapıp 40 senelik serüvenini sonlandırmak durumunda kalmıştır.
Aktivizmin kapsayıcı dil vurgusu
Transgender hareketin hak taleplerinin kazanımında kısa sürede bu kadar hızlı ilerleme kaydetmesi muhtemelen talep ettiği hakların doğası ile alakalı. Bu hareketin hak taleplerine baktığımızda karşılaştıklarını öne sürdükleri iki temel problem olan şiddete maruz kalmayı önleme ve tıbbi imkânların kolaylaştırılmasını sağlamak üzere lobi yapmak yerine aktivizmlerinin odak noktasına feminist, özellikle de TERF (Trans Dışlayıcı Radikal Feministler) olarak niteledikleri radikal feminist hareketi, kadınlara hasredilmiş alan ve hizmetleri ve hatta "kadın" kelimesinin anlamını koydukları görülüyor. Öyle ki artık Batı'da kimi kampüslerde kadınlara dair biyolojik veya fiziksel sorunlardan transgender kadınları da dâhil etmeden ve söylemi onlara göre değiştirmeden bahsetmek mümkün olmuyor ve kadın problemlerinden bahsetmeye çalışanlar, en azından "Peki ya eril kadınların durumu ne olacak?" sorusu ile karşılaşıyor.
Transgender aktivistlerin, kadınlara ait gruplarla dışlayıcı oldukları için uğraştıklarını ama erkek kulüplerinin rahat bırakıldığını söyleyen yazar Sarah Ditum'a göre bu asimetrik tutum, cinsiyet eşitliğinin henüz tesis edilmediği toplumlar için büyük bir problemin de kapısını aralıyor. Bu problemlere dair bir örnek yine İngiltere'den: İngiliz Marks and Spencer mağazası, geçtiğimiz günlerde kendisini kadın olarak tanımlayan herkesin kadınların giyinme kabinlerini kullanabileceğini söyledi. Bu karara güvenlik, mahremiyet vb. kimi gerekçelerle birçok kadın tarafından itiraz edildi ama karar değişmedi.
Birçok ulusal ve uluslararası spor kurum ve teşkilatının da transgender kadınların, kadınlar kategorisinde yarışmasına müsade ettiğini görmekteyiz. 2018 yılında UCI'ın Masters Track Cycling Kadınlar Dünya Şampiyonasında 35-44 yaş grubunda birinci olan Kanadalı felsefe profesörü Rachel McKinnon bu alanda dünya şampiyonası kazanan ilk transgender birey olarak biliniyor. Gerek fiziki yapısı gerek biyolojisinin ona sağladığı avantajlarla yarışmada birçok kadından çok daha fazla öne çıkan McKinnon kendisine yöneltilen tüm haksızlık iddiaları reddeder ve şöyle cevap verir:
"Bu olanlar, spordan da büyüktür. Mesele insan hakları meselesidir. Cis-kişilerin ("cis", transgender olanlar dışındaki herkesin cinsiyetinin önüne getirilen bir tanımdır) görüşlerine müsamaha göstererek transgender insanların uğradıkları baskıyı fazlalaştırırız. Bir azınlığın haklarını savunma ve çoğaltma konusunda ne zamandan beri çoğunluğun fikri soruluyor?"
Sporda başarı için cinsiyet değiştirenler
McKinnon'a itiraz edenlerin başında iki isim göze çarpar, ilki aynı yarışta 3'üncü olan ve bu durumun haksızlık olduğunu savunan yarışmacı, ikincisi ise Martina Navratilova'dır. Gelmiş geçmiş en başarılı kadın tenis oyuncularından sayılan Navratilova, McKinnon'un kadınlarla aynı safta yarışmasının haksızlık olduğunu düşündüğünü söylediği için internet üzerinden neredeyse bir lince uğradı. Navratilova, iddiaların aksine her şeyin sadece vücuttaki testosteron hormonunun baskılanması ile çözülemeyeceğini, işin içine vücut ve kas kitlesi, ciğer büyüklüğü ve nefes alma oranı gibi faktörlerin de girdiği ve yarışmacı kategorilerine dâhil olmaya bunlar da göz önüne alınarak karar verilmesi gerekliliği gibi noktaları savunmuştu.
Ona göre trans atletler hakkındaki kurallar, hilekârları ödüllendirip masumları cezalandırıyordu. Yüzlerce atlet, sadece beyanda bulunarak cinsiyetlerini değiştirmişler ve hormon tedavisi almaya göze alarak kadınlar kategorilerinde yarışmaya başlamışlardır. Bu yarışmalar sonucu hem erkekken elde edemeyecekleri dereceleri kazanmışlar hem de bu derecelere kadınların erişimini engellemişlerdir. Nitekim, sadece Amerika'da birçok ergen erkek sporcu, kendini kadın hissettiğini söyleyerek ve birkaç seneliğine hormon tedavisi alarak üniversitede burs imkanına sahip olmalarını sağlayacak spor başarılarını kız olarak elde etmiş ve kendileri ile aynı kategoride yarışan kızların elinden bu derecelere sahip olma imkanını almışlardır.
Navratilova'ya son derece üstten ve hakarete varan bir dil ile saldıran McKinnon, onun orta yol bulmaya çalışan ve uzlaşmacı tavrını reddetmiş ve harfi harfine kendi söyledikleri kabul edilmezse bunun bütün transgender bireylere ağır, travmatik etkileri olacağını ifade etmiştir. Mckinnon'un tutumunun, "queer kapsayıcılığın" nasıl hegemonik, cezalandırıcı ve özü itibari ile etrafını, kendisi ile aynı görüşte olmayanları disipline etme odaklı bir söyleme dönüştüğünün göstergesi olduğunu söyleyen feminist felsefeci, yazar ve aktivist Jane Clare Jones'a göre trans ve radikal queer aktivizmi fazlasıyla otoriter ve baskıcı bir politik itki ile hareket etmektedir.
Mağdur imtiyazı"
Nitekim, transaktivistlerin TERF olarak nitelendirdikleri radikal feministlere karşı tutumları, Jones'un iddiasını güçlendirmektedir. Transaktivistler tarafından radikal feministlere yönelik şiddet ve ölüm tehditleri o kadar fazlalaşıp olağan hâle gelmiştir ki bazı feminist siteler bu tehditlerin listesini tutup kataloglamaya başlamışlardır. Twitter'da, özellikle de Tumblr'da vuku bulan tehditlerin bazıları TERF'lerin yavaş ve dehşete düşürücü bir şekilde testereye benzer aletlerle öldürülmesi gerektiğini ifade ederken bazı genç transaktivstler ellerinde bıçak olduğu halde kendi fotoğraflarını çekerek fotoğraflarının altına "Bana bir TERF getirin," yazmışlardır.
Deep Green Resistance grubunun kurucularından Lierre Keith'e göre bu "mağdur imtiyazı"dır. Kadınların onları kadın olarak görmemesine aşırı sinirlenen bu kişiler aslında erkeklik imtiyazı ile doğmuşlardır ve nasıl beyaz bir insan sadece tenini koyulaştırarak artık Afrikalı-Amerikalı kimliğine büründüğünü öne süremezse transgenderlar da ameliyat oldukları için bu imtiyazdan faydalanmayı bırakıp kadın olma tecrübesini anlayabilecek konuma gelmiş olamazlar.
Toplumsal cinsiyetin (gender) nötralize edilmesinin genellikle kadınları merkeze alan hizmet ve analizlerin nötralize edilmesi ile sağlanmaya çalışılmasının kadınlar için kazanılmış hakların ve alanların kaybedilmesine denk olduğunu ifade eden Sarah Ditum, modern trans ideolojisinin, toplumsal cinsiyetin "zincirlerini" çözmek yerine onları sıkılaştırdığının anlanmasının önemli olduğunu söylüyor. Feministlerin, özellikle radikal feministlerin kabulünün kişinin neden hoşlandığının, ne giydiğinin ve kim olduğunun kromozomların, hormonların veya biyolojik cinsiyetinin herhangi başka bir göstergesi ile dikte edilmemesi gerektiği yönünde. Trans ideolojinin ise bunu tersine çevirmesi feministler ile transgender'cılar arasındaki anlaşmazlığın temelinde yatan sebeplerden biri.
"Toplumsal cinsiyet bir kast grubu konumudur"
Bu kabüle bağlı diğer bir sebep ise toplumsal cinsiyet kimlik politikalarının yani kişinin kendi cinsiyeti ile alakalı kişisel hissinin fiziksel cinsiyetinin yerine geçebileceğine dair inancın kadınların çıkarları ile ters düşmesi.
Michelle Goldberg, 2014 yılında kaleme aldığı "What is a Woman?" başlıklı New Yorker makalesinde, trans kadınların kendilerini dişil hissetmelerinden dolayı kadın olduklarını söylediklerini ifade eder. Bazı transkadınlara göre bunun sebebi erkek bedeninde kadın beynine sahip olmalarıdır. Radikal feministler ise "dişi beyin" nosyonunu reddederler; eğer kadınlar erkeklerden farklı düşünüp hareket ediyorlarsa bunun sebebi toplumun onları bu şekilde zorlaması ve şartlandırmasıdır. Bu görüşe göre toplumsal cinsiyet bir kimlik olmaktan ziyade bir kast grubu konumudur. Jane Clare Jones'a göre toplumsal cinsiyetinin ifadesine göre bedenini değiştirmek toplumsal cinsiyet kalıplarının güçlendirilmesi yönünde anti-feminist bir gayrettir. Bu bağlamda transgenderizmin, kapsayıcılık, akışkanlık ve genişlik iddiasında olan ve salt eşcinsel teori ve politikaları bile sınırlayıcı, dışlayıcı ve baskıcı bulan queer teorisi ile aslında alakası yoktur. Aksine transgenderizm çoğu zaman toplumsal cinsiyet kalıplarını pekiştirici bir şekilde davranarak kadınların kazandığı hakların alanını daraltır.
Bu alan daraltmaya sadece kazanılmış hak ve özgürlükler değil, kadınlığa dair temel oluşlar da girer. 2017 yılının Anneler Günü'nde yayınladığı YouTube videosunda transgender birey Rachel McKinnon trans gençlerden eğer ailelerinden herhangi bir şekilde baskı gördüklerini düşünüyorlarsa annelerini terk edip yetişkin trans aktivistlerin "parıltılı-queer" ailesine katılmalarını tavsiye eder. Tavsiyeler bu kadarla bitmez, sırada önceden baba olduğu hâlde artık anne olan ve anne diye çağrılmak isteyen babaların Anneler Günü'nün nasıl kutlanabileceğine dair öğütler vardır. McKinnon, haksızlık olmaması için her sene değişecek şekilde bir yıl bir annenin Anneler Günü'nün pazar günü, bir yıl diğer annenin Anneler Günü'nün kutlanmasını salık verir.
Bu tavır münferit bir hadise de değil. Gün geçmiyor ki belli kabullerin tartışmasız peşinden giden trans bireylerin sebep olduğu bazı hususlar insanlara zarar verecek sonuçlara yol açacak biçimde şekillenmesin. Bu bağlamda transgenderların kendilerine ve toplumlara en büyük zararı, var olma ve var olmak için alan açma savaşları esnasında eylemlerinin sonuçlarının neye tekabül edeceğini hesaplamak için zaman ayırmak istememeleri.