Ekrem Demirli: Adem ve Havva meselesi hakkında: Metafizik olmadan cinsiyet meselesi konuşulabilir mi?

Adem ve Havva meselesi hakkında: Metafizik olmadan cinsiyet meselesi konuşulabilir mi?
Giriş Tarihi: 11.06.2020 15:21 Son Güncelleme: 11.06.2020 15:21
Din üzerinde düşünenlerin “meleklerin cinsiyetini tartışan rahipler” hâline gelmek korkusu dinin kadim konularını ele almayı engelliyor. Her ne olursa olsun insan sorununu ele alabileceğimiz çerçeve kadın-erkek meselesini metafizik zeminde yorumlayabileceğimiz çerçeve olacaktır. Böyle yapabilirsek kadın-erkek olmanın anlamını ve imkânlarını konuşma zemini bulabiliriz.

"Hamd olsun, âlemde erkek yoktur."
İbn Arabi

Bilgiyle ilişkinin ihtiyaçlarla belirlenmesi geleneksel alışkanlığımızdır. Özellikle teknolojinin yaygınlaşmasıyla günümüzde bu sorun metafizik bilginin aleyhine artmış olsa bile, öteden beri insanlar bilgiyi günlük hayatın telaşesi içindeki amaçlarla öğrenmek istemişlerdir. İhtiyaçlar değiştikçe bilgiyle ilişkimiz de değişir, fakat hiçbir zaman bilgiyi "ihtiyaç" sorunundan bağımsız ele almayız. İhtiyaçlar arasında "güncel" olanlar daha baskın olunca, bilgi de güncel düzeyi aşamıyor. Vakıa insanlar pek nadir günlük hayatın telaşesinin dışına taşarak bilgiyle ilgi kurmaya başlarlar. Din bilimleriyle uğraşmanın zor taraflarından biri de burada kendini gösterir.

Dinî bilgi bahislerinde güncelle ilişkisini açık bir şekilde gösteren alanlar ötekilere göre daha önemli kabul edilir; dinî bilginin yaşayan kısmının bu kısımdaki bilgiler olduğu düşünülür, dindarlar bilginin bu bahisleriyle daha yakın ilişki kurarlar. Hangi konuyu ele alırsanız alın güncel sorunların bir parçası olmanız veya ona cevap vermeniz beklenir. İnsan bazen şöyle düşünmeden edemiyor: Yaşadığımız hayatın sorunlarını aşamayacaksak niye bilginin peşinden gidelim ki? Çünkü öğrenmek bizim sorunlarımızın da gerçek olmadığını keşfetmemizi sağlayarak bizi daha gerçek daha ciddi sorunlara taşıma imkânı verebilir. Fakat bu yaklaşıma karşı ihtiyaçlar kendini olanca ağırlığıyla dayatır ve şöyle deriz: Yaşadığımız sorunlara bir cevap bulmayacaksak niye bilgi öğrenelim ki? Her iki önerme zihnimizde bir gerilim yaratarak metafizik bahislerle ilgilenmenin bir yolunu aramak durumunda kalırız.

"Meleklerin cinsiyeti"ni tartışmak

Dinî bilgiyi ele almada nasıl bir yol izlenmesi gerektiği hakkında merakımıza yön veren örneklerden biri meleklerle ilgili bir efsanedir. Daha doğrusu; din adamlarının bir mesele olarak konuştuğu bir konunun yol açtığı sorunlarla din adamlarının terbiye edilmek istendiği anlatıdır.

Güya İstanbul fethedilirken Hıristiyan rahipleri yaklaşan tehlikeden habersiz işlerini güçlerini bırakıp meleklerin cinsiyetlerini tartışıyorlarmış. Rivayete göre de İstanbul'un kaybedilmesinin sebebi de bu imiş: Din adamlarının meleklerin cinsiyetini tartışması Müslümanların başarısının esas nedeni imiş.

Şimdi okullarda böyle hikâyeler anlatılır mı bilmem ama benim neslim bu masalı çok duymuştur. Din bahsinde takip etmemiz gereken istikameti belirlemek isteyen hocalar, bu hikâye ile dikkatimizi çekmek istemişlerdir: Meleklerin cinsiyetini konuşursanız gereksiz bir şey konuşmuş olursunuz, hayatı kaçırırsınız. Dini konuşmak günlük hayatın sorunlarıyla ilişkili olmalıdır demek ki. Fakat bize bunu anlatanlar hikâye üzerinde hiç düşünmemişe benziyorlardı.

Hikâyede iki temel hata veya iki temel boşluk vardı: Birincisi rahipler hangi konuyu tartışıyor olsalardı İstanbul kaybedilmeyecekti? Bu sorunun cevabını bilmiyoruz. Mesela onlar neyi konuşmalıydı? İkinci soru daha önemli: Rahiplerin görevi İstanbul'u korumak ise askerler veya öteki toplumsal kesimlerin görevi neydi? Askerler neyi ihmal etmişlerdi de İstanbul kaybedilmişti diye sormak kimsenin aklına gelmemişti; belki de esas suçlular dini itham ederek kendi görevlerindeki ihmali saklamak istemişlerdi. Din adamları başlarını kaldırıp böyle sorularla esas suçluları göremedikleri için kendi asıl konularını "fuzuli" konular olarak görmeye başlamışlardı.

Dinî bilginin metafizik kanadı

Kendi adıma meleklerin cinsiyeti başta olmak üzere ilahiyat ilminin her meselesini çok önemli, çok güncel görürüm. Biz din ilimlerini hayatımızın bilip bilmediğimiz sorunlarını fark etmek için öğreniriz; hâlihazırda ortaya çıkan sorunlarla ilintili olarak bu ilimlere yaklaşmak dini hayatın ardından getirmek demektir. Yapılması gereken şey, hem din ilimlerini hem yüksek düşünceyi temsil eden metafiziği ele alırken hayatın önünde onlara bir yer ayırmaktır. Bu durumda güncel sorunları tarafların sübjektif yaklaşımlarına düşmeden ele alabileceğimiz bir çerçeve ortaya koyabiliriz.

Bahsimizle ilgili olmak üzere, meleklerin cinsiyetini konuşmak insana ne kadar garip gelirse gelsin, doğru bir konuşmadır. Onlar bize göre daha kadim ve daha gerçek varlıklardır. Biz onları konuşurken kendimizi tanıma imkânı bulabiliriz; cinsellik nedir, cinsiyet bizim kadim hakikatimiz midir, yoksa arızi bir durum mudur, bunu öğrenme imkânı bulabiliriz. Böylece günlük hayatta ortaya çıkan sorunları günün dışında bir yerde tartışarak günün yükünün altından özgürleşeceğimiz bir zemin buluruz. Haddizatında metafizik yapmanın en önemli nedeni budur: Günlük hayatın telaşesinin ardında bağımsız bir zeminde konuşma imkânını aramak. Dinî bilginin metafizik kanadı da bize bunun için lazımdır. Biz dünyamızı ve dünyamızda ortaya çıkan sorunları temellendirmek ve tanımlamak için metafizik yapmaya mecbur varlıklarız.

Adem-Havva ilişkileri: Dinin çetin sorunu

İslam tarih tecrübesini hesaba katmadan dini salt idea olarak konuşmak sahici ve ikna edici bir yaklaşım olamaz. Bu meyanda idealist olmak ile hayalcilik arasındaki temel fark, zihnin zeminini yitirmede kendini gösterir. İdealizm tikellerle ve hayatın sorunlarıyla sahici bir ilişki kurmayı iktiza ederken hayalcilikte sorun ağırlığını hissettirmez. Her idealist yaklaşım vakıaya dönerek tikellerle ilişki kurmanın yolunu gösterirken hayalciliğin böyle bir sorunu yoktur, vereceği hesabı da düşünmez. Hayalci yaklaşımın neticesi, iyilikleri ve hayırları ideal İslam'da bulmaya çalışırken insanı ve onun inşa ettiği tarihi mahkûm etmektir.

Adem-Havva meselesi tarih tecrübesinin kendini en güçlü şekilde gösterdiği alanlardan biridir. Kadın-erkek ayrımı ve erkeğin görece üstünlüğü bütün dinlerde ve geleneklerde varlığını gösteren temel bir olgudur. Bu ayrımın nedenlerini tam olarak bilmiyoruz fakat tarih "erkek merkezli" bir hayatı bize anlatmıştır. Neredeyse bütün gerçek ve görünür failler erkektir, tarihi inşa edenler erkektir; hayat erkeğin hayatı olmuştur. Kadın en çok onun yardımcısı olarak kendine varlık bulmuştur. İnsan anlamında kullanılan "adam" kelimesinin çağrışımının erkek olması bile durumu anlatmaya kafidir.

İslam'ın tarihsel süreci de bunu bazen tahkim edecek bazen ondan ayrışacak bir yol bularak paylaşmıştır. Müslümanlıkta tarihsel yükün izlerini en çok taşıyan alan fıkıh alanıdır. Bunun temel nedeni fıkhın hayat ile din arasında bir uzlaşma kurmuş olmasıdır. Fıkıhta kadın-erkek bahisleri ele alınırken dinin nihai yorumuyla mı yoksa tarihsel şartlarla mı karşılaşıyoruz, bunu ayrıştırmak güçtür. Fakat fıkıh dinî metinleri hesaba katarak inşa edildiğine göre, ortada dinî metinlere ulaşan sorunlar olduğunu da söylemek gerekir. Bu meyanda kadın hakları denilen şeylerin erkeklerin egemenliğinde ve onlarca yerine getirilen bir takım düzenlemeler olarak konuşulması başta olmak üzere, şahitlik, evlilik, miras gibi konulardaki yaklaşımlar yıllardan beri konuşulur, fakat bir çözüme kavuşmaz.

İnsan olmak her şeyin ötesinde

Modern insan kadını "himaye edilmesi gereken" varlık olarak kabul etmiyor; kadın haklarının garantisini erkeklerde görmek istemiyor, erkek kadar yetkili ve bağımsız varlık olarak hayatının öznesi olmak istiyor. "İslam kadının tüm sorumluluklarını ve ihtiyaçlarını kocaya havale etmiştir" şeklindeki ifadeleri bir imtiyaz ve hak olarak görmüyor çağdaş insan. Burada ya yeni yaklaşım geliştirmek gerekiyor –ki bunu kadın düşünürler yapsa daha yerinde olacak- veya ortada uzlaşmaz ve aşılmaz bir sorun olduğunu söyleyerek başka arayışa gitmek gerekiyor.

Fıkıh bahislerinde aşılmaz sorunlar olduğunu hesaba katsak bile İslam'a mahsus cinsellik bahsinde ciddi imkânlar olduğunu bilmek gerekiyor. Bu meyanda kadın-erkek taksiminin ardında insan sorununu konuşabileceğimiz bağlamın varlığı zihnimize yeni kapılar açabilir. Vakıa kim olursa olsun insan olmak her şeyin ötesinde ve ardındaki temel ilke ve gerçekliktir. Bu meyanda Allah "Ben yeryüzünde halife yaratacağım" dediğinde kast edilenin insan olduğunu düşünmemiz mümkün ise birçok insani sorunu ve imkânı düşünebileceğimiz zemini bulmuş oluruz.

Bu noktada dinî metinlerde "erkek" hakkında söylenen bütün cümleler kadın-erkek ayırmadan insan hakkında söylenmiş olmalıdır. İlk günah, ilk tövbe, insanın nitelikleri, emaneti üstlenmek, nihayette varabileceğimiz velayet ve kemal, kısaca tüm imkânlarıyla ve sorunlarıyla birlikte insan erkek ve kadın için geçerli bir üst başlık olmalıdır. Hz. Peygamber'in erkek ve kadınlarla ilgili sözlerinin büyük kısmını da bu şekilde yorumlama imkânı bulabiliriz.

Adem ile Havva: Etkenlik ve edilgenlik olarak insan

"Benim ruhum bir dişidir." Bu cümlenin şöhret bulmasında en önemli katkıyı yapanlardan biri Alman yazar Annemarie Schimmel'di. Onun Mevlanâ'dan yaptığı alıntı bize cinselliği başka zeminde ele alabileceğimizi gösterdi. Arapçada varlıklar erillik- dişilik şeklinde taksim edilir ve bu taksimde nefs dişi sayılan kelimeler arasındadır. Nefsin mertebelerini anlatan nitelikler de haddizatında dişidir: Nefs-i emmare, nefs-i levvame, mutmaine vs… Buradaki dişilik daha çok edilgenlik anlamı taşıyarak dişiliğin ve Havva olmanın ilk anlamını bize gösterir.

Nefsimiz başta ilahi irade karşısında olmak üzere, sürekli edilgendir. Bu meyanda ister kadın ister erkek olsun her birimizin nefsi edilgen, yani dişidir, sürekli edilgendir. Bununla birlikte Arapçada ruh kelimesi eril kelimedir. Bu meyanda nefsi dişi sayan anlatının ruhu da dişi sayması gerekir çünkü ilahi irade karşısında ruhumuz da dişi yani edilgendir. İbn Arabi bize ruh da dâhil olmak üzere insana dair her şeyin dişi olabileceği çerçeveyi anlattı. "Alemde her şey" ilahi irade karşısında "edilgendir" ve edilgen olana dişi dememiz gerekir. Bu yorumla insan – cinsiyet ayrımı yapmadan- dişi kabul edilebilir.

İbn Arabi bu düşüncesini "Hamd olsun alemde erkek yoktur" diye anlatmıştır. Bu durumda Mevlanâ'dan alıntılanan cümlenin gerçek bağlamını da bulmuş oluruz. Âlem için "malul dişi kelimedir" tabirinin kullanılması da onun dişiliğinden kaynaklanır. Âlem ve içindeki her şey dişidir.

Burada onun metafizik düşüncesinde önemli bir yer tutan "aşağı analar-yukarı babalar" tabiri akla gelebilir. Aşağı analar ve yukarı babalar âlemdeki görece nedenselliğe İbn Arabi'nin getirdiği yorumdur. Bütün varlıklar etkenlik-edilgenlik içinde dişilik kategorisinin farklı tezahürlerini temsil ederek insanı doğururlar. "Alem insana hamiledir" İbn Arabi'nin dünya-insan ilişkisini anlattığı en nefis ifadelerden biridir. Bu varlık dâhilinde her şey doğurgandır ve her şey bir düzlemde "ana" bir başka düzlemde "baba" hâline gelir.

"İlahi dişilik"

O zaman nedenler ana-baba varlıklardır ve bu ikilik bütün türlerde ortaya çıkar: İnsan tüm bireyleriyle birlikte ana-baba olmaktadır. Varlıklar birbirleri için analar-babalardır ve yaratma doğum-doğurma eylemidir.

Bizi bütün âleme ve birbirimize bağlayan en güçlü bağ bu doğum hadisesidir. Doğumu başlatan erillik ise ilahi söz olan "Kün (ol)" sözüdür. Bu yaklaşımın neticesinde insan ve insanın içinde var olduğu bütün varlık katmanları dişilik ile nitelenirken biyolojik ayrışma aşılarak dişilikte müşterek hâle geliriz. İbn Arabi'nin bunu bir hamd meselesi olarak görmesinin nedeni ise varlıktaki durumu idrak etme imkanımızdır. Lakin onun düşüncesinde esas büyük sorun ilahi iradenin dişilikle ilişkisinin kurulmasında kendini gösterir. Galiba meselinin bu kısmını Müslüman düşünce daha çok ihmal etmiştir. İbn Arabi'nin düşüncesinde işin bu kısmı ihmal edilmiştir çünkü o da meseleye az değinmiştir. Bundan daha önemlisi ise ilahi varlığa '"dişilik" izafe edebilmemiz için dişiliği gerçek anlamıyla tarif etmemiz ve biyolojik ayrımın ötesine geçerek metafizik düzlemde bilgiyi konuşmamız gerekir.

Günlük hayatın karmaşık sorunlarını aşmadan böyle bir metafizik yapmamız ise mümkün değildir. İbn Arabi insan-tanrı ilişkisinde Tanrı'nın edilgenlik kategorisinde bulunabileceğini söyleyerek dişiliği Tanrı'ya da izafe eder. Dişiliğin metafiziksel olarak yüceltildiği en yüksek anlam burasıdır: "Tanrı bir dişidir."

Bu meyanda kullandığı tabirler dikkatimizi yeterince çekmeyebilir: Mesela Tanrı'nın sıfatından söz etmesi (sıfat kelimesi dişidir), Tanrı'ya illet denilmesi gibi (illet dişi kelimedir). Burada bazı dinlerde ve geleneklerde yer alan "ilahi dişilik" tabirinin izlerinin kendini göstermesi muhtemeldir. Fakat her halükarda varlık meselesini ele alırken fiil-infial üzerinden bize dişilik ve erilliğin imkânlarını gösterebileceği bağlamın esas çerçevesini Tanrı için fiil-infial, yani erillik-dişiliği kullandığımız çerçeve olmuştur. Biz Tanrı'da bir kelimenin anlamını bulamazsak onu gerçekte tanımış olmayız. Bilmek bir şeyi Tanrı'da tanımak demektir.

İbn Arabi'nin düşüncesinin bu kısmı ihmal edilmiş, hatta unutulmuştur. Din üzerinde düşünenlerin "meleklerin cinsiyetini tartışan rahipler" hâline gelmek korkusu dinin kadim konularını ele almayı engelliyor. Bunun neticesinde taktik söylemlerle günün ağırlığından kurtulmanın yollarını arıyorlar. Her ne olursa olsun insan sorununu ele alabileceğimiz çerçeve kadın-erkek meselesini metafizik zeminde yorumlayabileceğimiz çerçeve olacaktır. Böyle yapabilirsek kadın-erkek olmanın anlamını ve imkânlarını konuşma zemini bulabiliriz.


BİZE ULAŞIN