Bugünlerde kendisiyle yeniden tanıştığımız, hiç olmadığımız kadar hemhâl olduğumuz bir yer var: Evimiz... Nedir Ev? Yuva, barınak, mahrem... Peki bugün ev dediğimiz mekan gerçekten yalnızca bu anlamlardan mı ibaret? Tabii ki hayır...
Bugün diye başlayarak bahsettiğimiz her meselenin 19'uncu yüzyılda yaşanan büyük toplumsal değişimlerle bir şekilde ilgili olduğunu söylemek mümkün. O zaman evlerin bugünkü hâline gelmesini anlamak için yine 19'uncu asra ve sanayi devrimine gidelim...
Sanayi devrimi, bugün her ne yaşıyorsak hepsini sorumlu tutabileceğimiz bir çeşit maymuncuk, günah keçisi, artık adına ne derseniz... Teknik gelişmelerin bir biçimde ekonomik faaliyetlere dönüşmesi sonunda büyük bir sanayi hamlesini kaçınılmaz kıldı. Sanayi devrimi ise, seri ve küresel bir üretim ağını ortaya çıkardı.
Elbette bu, dışarıdan bakıldığı kadar kolay olmadı, hatta ardında çok acı hikayeler bıraktı ama bu devrim yalnızca "çok bağırışlı, çok nefessiz, çok aşksız" anlamlara gelmiyordu. Sanayi devrimi, yanında dünyaya yepyeni kavramlar kazandırarak geldi. Mesela; ekonomik sınıflar, burjuva ve orta sınıf yaşam biçimi...
Sanayi devrimi ardından yaşanan hızlı kapitalistleşme süreci, tüm dünyayı derinden ve köklü bir değişime sürükledi. Ortaya çıkan yeni sınıf yapıları, yüzyıllardır hayatlarımızı üzerine inşa ettiğimiz kavramların anlamlarını da değiştiriyordu. Ev de bunlardan biriydi...
Elbette tüm bunların ortaya çıkışında fikri ve siyasi süreçler de çok önemli roller oynadı. Yine yaşanan ekonomik devrim ve yeni iş kollarının ortaya çıkmasıyla birlikte, yeni hayaller, idealler, beklentiler de siyasi olarak gün yüzüne çıktı. Fransız İhtilali gibi siyasi devrim süreçleri de bugün adına orta sınıf dediğimiz kesimin siyasi ve belki de kültürel kodlarını kendisine nisbet ederek okuyabileceğimiz bir tablo çıkardı. Burjuva öyküsü, bütün bir değişimi anlamak için bakılabilecek en iyi örnek hâline geldi.
Evin gösteriş unsuruna dönüşmesi
Walter Benjamin, meşhur eseri Pasajlar'da 19'uncu yüzyılın yükselen trendi olan koleksiyonculuktan bahsederken aslında burjuva sınıfının davranış kalıplarını ortaya koyar. Bu bölümlerde, burjuva sınıfının aristokrat meraklarla evlerini "gösterişli" bir biçimde dekore etmesinden, garip büyük biblolardan, görkemli mobilyalardan ve belki de bugünkü biçimini oradan alan "vitrin" kültüründen bahsederken esasında burjuva bireyinin tüm bu mobilyalar ve eşyalar üzerinden kendisine bir hikâye devşirmek istediğini vurgular.
Böylece Benjamin'e göre bir iç mekân olarak ev, "bireyin yalnızca evreni değil aynı zamanda mahfazası" hâline gelir. Sonuç olarak burjuva bireyi eşyaya kullanım değerinden başka anlamlar ve değerler yükler. Böylece yaşadığı evi kendinden izler bıraktığı bir alan olarak kurgular.
Bu açıdan, evlerin kişilerin kendi hikâyelerini sergiledikleri birer sahneye dönüşme sürecinin başlangıcı, tarihin ilk burjuvalarına kadar götürülebilir. Daha sonra bu, bir orta sınıf riüteli olarak bütün toplumlarda yerleşecektir. Evlerin birer sergi alanına dönüşme süreci bir orta sınıf hikâyesi olarak "gösterişçi tüketim" meselesinin de içine giriyor. Mekan Sosyolojisi üzerine eğitimler veren Sosyolog Prof. Dr. Köksal Alver, orta sınıf kültüründen ve evlerin sahip olduğu anlamın değişiminden şöyle söz ediyor:
Bir hayat aktörü olarak ev
"Tüketim ve gösteriş ilişkisi ortaüst ve üst tabakalar için geçerli bir tanımlamadır. Veblen'in işaret ettiği 'gösterişçi tüketim' kalıpları daha çok bu tabakaların hayat tarzlarında görülür. Sahip olma ile ilgilidir gösterişçilik. Sahip olunanın gösterilmesi, sergilenmesi, alenileştirilmesi belli sınıfların/tabakaların hayat biçimlerinde rastlanacak bir tutumdur. Evin gösteriş meselesi haline gelmesi de diğer nesnelerin anlamının değişmesine benzer.
Ev en temelde barınaktır; insanın barınma ihtiyacının birebir karşılığıdır. Barınma yoksa hayat devam etmez. Ev hayatı sürekli kılar. İnsanın tehlikelerden, düşmandan, istenmeyenden korur. Bir yerde emniyetli/güvenli bir şekilde hayat sürmesini sağlar. Barınak hayati bir eşiktir insan için. Onun için ev-bark kurmak, barınak sahibi olmak hayata adım atmayı içerir.
Bu nedenle aynı zamanda mahremdir, çünkü aile demektir. Kamusal hayatın dışında özel hayat mekânıdır ev. Evler herkese açık değildir, kapalı mekânlardır. Mahremiyet ev için esaslı bir kurumdur. Evin sesi, kokusu, ruhu, insicamı, ilişkileri dışarıdan özenle ayrışır, ayrı tutulur, ayrı bir yere konur. Bunun böyle olması bir gerekliliktir; ev ancak mahremiyet ölçüleri içinde kendi yerine yerleşir.
Ancak ev barınak olmanın dışında başka anlamlar da üstlenir. Yuva, muhit, ortam, komşuluk, mahalle, şehir, çarşı gibi farklı sosyolojik katmanlarla ilgili bir mahiyet arz eder. Yani barınmanın ötesinde bir hayat aktörü olarak hayata dâhil olur, hayatı çekip çevirir, hayata müdahale eder. Hayattan, siyasetten, iktisattan, sosyo-kültürel tüm süreçlerden daima etkilenen ev, zaman içinde farklı biçimler, farklı içerikler, farklı formlar kazanır. Evin farklılaşması, değişmesi ve dönüşmesi doğrudan sosyo-kültürel süreçlerle ilgilidir.
Tüketim toplumunun yeni hayat kriterleri her şeyi görünürlük esasına göre yeniden tanımlar. Dolayısıyla evin içi bu süreçte görünür hâle gelir. Ev içini göstermek, bedeni göstermek, kıyafeti sergilemek, nesnelerle görünmek yeni anlam dünyası inşa etmekle ilgilidir. Görsel kültürün ve teşhir toplumunun bu denli yaygınlaştığı bir düzlemde, evin mahrem sınırlar içinde kalması pek mümkün olmamaktadır. Teşhir toplumu, her şeyi teşhir konusu yapabilmekte, görsellik her şeyi göz önüne getirebilmektedir. Dolayısıyla sahip olunanlar kolayca gösteriş meselesi olabilmektedir.
Evin hikâye ile yeniden inşası
Nesne gördüğü işlevin dışında başka bir şeyi göstermeye başlar. İşlev boyut değiştirir, nesne gerçek amacının dışında yeniden tanımlanır ve kurgulanır. O artık başka bir şeyin göstergesidir. Burada daha çok zenginlik göstergesi olarak iş görür nesneler, evler, arabalar, kıyafetler, biblolar, aksesuarlar. Elbette her biri başka bir amaca matuftur, başka bir durumu göstermektedir. Hemen her nesne, mekân, araç böylesi bir değerlendirmeye konu olabilmektedir."
Köksal Alver'in de vurguladığı üzere bugün evler, geleneksel anlamının dışında başka anlamlara da geliyor. Bunun en belirgin göstergesi mahremiyette yaşanan dönüşüm. Artık bir evin iç ve dışı arasındaki ayrım eskiye nazaran daha muğlak, evin içini dolduran nesneler kişinin dış dünyadaki statüsünü belirleyebilen bir unsur. Nesneler, statü mücaledesinde araçsallaşıyor. Böylece işlevsel anlamından daha farklı anlamlara gelerek kullanılıyor. Kolektif hafıza üzerine çalışan Maurice Halbwachs statü mücadelelerinin büyük çoğunlukla kendine bir hikâye yaratmak ile mümkün olduğunu vurguluyor. Bu hikaye kurgulama süreci ise büyük oranda evlerden başlıyor. Evlerin gösterişçi tüketimin bir unsuru hâline gelişinin ardında aslında bize bahşettiği yeni hikâyelere olan ihtiyacımız yatıyor.
Bugün modern kültür, orta sınıflaşma öyküsü, iç göçler ve yaşanan sosyoekonomik değişimler elbette ki gösterişçi tüketimin görünen kısmı. Ancak bir mekân olarak evlerin, modern öyküdeki "kaçış"ı sağlayan barınaklar olma açısından yeni anlamlara gelmesi de meselenin diğer yanı. Bu da yine aslında daha çok üst orta sınıfının yaşayabileceği bir lüks olarak karşımıza çıkıyor.
Evlerin birer hikâye ile yeniden inşa edilme süreci, sosyolog Havva Rabia Altundal'a göre bir mekânın işlevsel kılınması ve değer yüklenmesinin bir aradalığına işaret ediyor:
Bir anlam dünyası kurmak
"İnsan mekânı inşa ederken mekân da insan benliğini inşa eden bir alandır. Bu sürece modern kültürün çıkmazları eşlik etmektedir. Modernliğin şimdiyi kurmak için yıktığı geçmişten sürekli uzaklaşmak, insanı bireysel bir arayışa yönelterek çocukluk ve bireysel geçmişi değerli kılmaktadır. Modern kültürün sürekli gelişerek genişlemesi, insanı bu kütlenin dışında bırakmakta, onu doğaya yöneltmektedir.
İnsanın inşa süreci için temel bir metafor olan "ev kurma" etkinliğinin somut bir örneği, farklı kişilerin evlerini kurma hikâyelerini anlattıkları "Daire" adlı Youtube kanalının yayın dizisinde görülebilir. Bu aslında özel bir kesimin kendilerine ev üzerinden çizdiği profilleri tanıtan bir kanal. Kişilerin meslekleri, uğraşları tasarımla uzak veya yakından ilişkili ya da böyle tanıtılıyor. Bu kişilerin semtlere, markaların tasarımlarına ve bu anlamda mobilya piyasasına, bitkilere yüklediği anlamlar çok çeşitli boyutlara dallanıp budaklanan bir anlam dünyası çiziyor. Ve bölümlerin genelinde bu açıdan aynı dili kullanan belli bir kesim ortaya çıkıyor.
Anlam yükleme meselesine geldiğimizde kişilerin doğayla ilişkisinin ev bitkileri üzerinden gösterildiği göze çarpıyor. Bir saksı bitkisi o anda kişinin doğayla, hayatla, yalnızlıkla ve hatta ölümle kurduğu bağı üzerinden anlattığı kutsal bir objeye dönüşebiliyor. Bir başka ortaklık çocukluğa ve aile mirasına vurgu: dededen kalma eşyalar üzerinden kendine bir gelenek çizen, çocukluğunu hatırlatan objelerle kendine "aslında hep şöyle biri oldum" diye bir imaj yükleyen birçok kişiyi bu bölümlerde bulmak mümkün.
İnsanların mekânı ve tüketim nesnelerini kişiselleştirme hikâyesi aynı zamanda kişiliğini kurma hikâyesine dönüşüyor. Burada kişilerin kullandığı nesneler, seçtiği semt vb. üzerinden kendine bir öz yaşam öyküsü, bir aile geleneği kurması; ilgilerini basit bir hobi, beğeni olarak değil kendi kişiliğinin parçaları olarak sunması gibi durumlar söz konusu."
Bu örneklerde de görüldüğü üzere, ev üzerinden inşa edilen benlik meselesinde doğa, çocukluk, geçmiş, gelenek gibi kavramların üzerinde sıkça duruluyor ve esasında bu durum modern kültürde evin bir anlam inşa etmedeki araçsallığını ortaya koyuyor. Gösterişçi tüketim bir yandan mahremiyetten uzak "görünen" evler inşa ettirirken diğer yandan aslında insanların kendilerine yeni birer hikâye inşa etmesini sağlıyor. Bu durum kimi zaman kişinin kendi öz hikayesine dönüşü ile mümkün olabildiği gibi kimi zaman da aslında filmler, dergiler, diziler aracılığıyla aktarılan kurgusal bir dünyayı gerçeğe taşıma hevesiyle ortaya çıkıyor. Nitekim, bir filmde görülen koltuk, bir dergide ünlü bir mimarın evinde görülen sehpa bir anda kişinin kendi öz hikayesinin bir parçası haline gelebiliyor.
Bir hikaye kurma aracı
Peki, neden ev üzerinden kurguladığımız bu hikâyelere ihtiyaç duyuyoruz? Aslında bunun birkaç sebebi olabilir. Öncelikle postmodern felsefenin tanınan siması Zygmunt Bauman'a göre modern bireylik duygusunun en önemli unsuru olan "daima kısmi yabancı" olma hâli, yerlilik duygusunu da ortadan kaldırıyor. Bireyin yerliliğini yitirmesi, bir savunma mekanizması olarak nostalji, geçmiş, doğa gibi modernliğin yıkıp geçtiği anlamlara ilginin artmasıyla sonuçlanıyor. Bu yaklaşıma göre modern birey, kendini onlarca farklı karaktere bürüyor ve neticede yaşadığı yabancılaşma, onu tutunacağı yeni bir hikâye inşa etmeye yönlendiriyor. Bu hikâye için ise ev kullanışlı bir araç haline geliyor.
Diğer bir açıdan ise, statü mücadelesi ile daha açıklanabilir bir durum söz konusu. Fransız sosyolog ve teorisyen Pierre Bourdieu'ye göre kişiler sosyal hayatta mücadele alanlarında hikâyeleri ile var oluyorlar. Bu hikâyeleri kurgulamaya olanak sağlayan en kullanışlı alanlar ise evler. Ev, kişinin yaşam tarzı üzerinden kurguladığı sosyal statüsünün somut bir biçimde görünür olduğu en temel mekânlardan biri. Bu nedenle ev, barınma, yuva, aile, mahrem gibi anlamların dışına taşıp, tüm bu anlamları dönüştürüp birer sosyal statü göstergesi hâline geliyor. Bu da yine üst orta sınıflar için özellikle mücadelenin sürdürüldüğü bir arena oluşturuyor.
Bugün birbirini evlerinde kullandıkları eşyalar üzerinden aşağılayan, belirli sınıfsal konumlara yerleştiren ve hatta buradan siyasi analizler çıkaran insanlar olduğunu gördükçe evlerin hiç de hafife alınmayacak anlam inşa etme dünyaları oldukları gerçeği bize kendini gösteriyor. Modern hayat, bütün anlamları, çelişkileriyle birlikte yeniden üretmeye devam ediyor.