Sena Subaşı: Cinsiyet biyolojik bir şey; Kadın kadındır, erkek erkektir...

Cinsiyet biyolojik bir şey; Kadın kadındır, erkek erkektir...
Giriş Tarihi: 11.06.2020 15:11 Son Güncelleme: 11.06.2020 15:11

Son dönemin en çok tartışılan konularından biri şüphesiz cinsiy et (ve cinsiyetsizlik) meselesi… Sık sık gündeme gelmesine, her defasında tartışmalar a yol açmasına ve bu kadar konuşulmasına rağmen daima muallakta kalan, netleşmeyen bu konu "tabuları yıkmak"tan pek hoşlanan modern zamanların başlıca tabularından birine dönüşmüş görünüyor. Günümüz dünyasında cinsiyetin ve buna bağlı olarak cinselliğin yeniden tanımlanma çabalarına şahit oluyoruz. Dünyada hayli mevzi kazanan bu "kimlik " oluşturma gayretleri zaman zaman bizim toplumumuza da yansıyor, yansıtılıyor. Kimileri cinsiyet meselesini bir ideolojiye dönüştürerek her mecrada propagandasını yaparken, kimileri de ticaretten nefret söylemlerine dek kullanışlı bir malzemeye çeviriyor. Toplumsal cinsiyet, LGBTI, queer, cinsiyetsiz toplum gibi sürekli bahsi geçen kavramların nasıl ve ne için ortaya çıktığını, keskin bir fay hattı oluştur an bu konuyu nasıl tartışmamız gerektiğini Dr. Zeynep K. Şerefoğlu Danış ve Doç. Dr. Alev Erkilet ile konuştuk.

Öncelikle nedir bu "Gender" ya da "Toplumsal Cinsiyet" denilen kavram? Neyi hedefliyor ve modern dünyada neye dönüştü?

Zeynep K. Şerefoğlu Danış:
Toplumsal cinsiyet gündelik pratikte toplumdan topluma değişen kadınlık ve erkeklik rollerimize işaret eden bir kavram… Cinsiyet biyolojik bir şey, doğuştan olduğu için onu biz belirlemiyoruz. Kadın kadındır, erkek erkek… Toplumsal cinsiyet ise sosyo-kültürel bir şey. Sadece ulusa göre değil yerele göre bile farklılıklar gösterebilir. Bu durum herhangi bir bölgedeki kadını daha kadın, öbürünü daha erkek yapmaz. Bu farklılıklar doğal olarak eskiden beri sosyolojinin konusudur. Neden? İşte burada toplumsal cinsiyetin akademi ve toplumsal tarih için önemi ortaya çıkıyor. Bu cinsiyet rollerinin farklı toplumlardaki ve dönemlerdeki anlamları, toplumsal düzenin devamlılığının sağlanmasında ya da toplumsal düzenin değişiminin teşvik edilmesinde nasıl işlev gördü, görüyor ve bunlar nelere yol açıyor, toplumu nasıl etkiliyor? Daha evvel kadın araştırmaları ve çalışmaları olarak tek taraflı giden çalışmalar, toplumsal cinsiyet sayesinde farklı bir çehre kazandı. Sadece kadınlara odaklanmış çalışmaların kuşatıcı olmasından endişe edenlere göre kadınlar ve erkekler birbirlerine göre tanımlanmıştı ve herhangi birinin tamamen ayrışık olarak yürütülen bir çalışmayla kavranması sağlanamazdı. Bu sebeple tarihsel bilginin örgütlenmesinde ve algılanmasında kadın tarihi araştırmalarının yerini toplumsal cinsiyet araştırmaları almalıydı.

Alev Erkilet: Kavram Margaret Mead'in Papua Yeni Gine'de benzer geçim örüntülerine sahip üç toplulukla iki yıl süren araştırmaları sırasında yapmış olduğu gözlemlerle temellenmektedir. Mead, bu toplulukların her birinde farklı bir kadın ve erkek davranış örüntüsü olduğunu gördü ki bu örüntüler ABD'deki kadın ve erkek davranış örüntülerinden de farklıydı. Mesela bu topluluklardan birinde hem erkekler hem de kadınlar duyarlı, nazik ve iş birliğine yatkın iken, diğerinde hem kadınlar hem erkekler şedit, saldırgan ve güce düşkün idiler. Üçüncüde ise kadın ve erkekler birbirinden farklı idiler ama baskın olan kadınlardı, erkekler ise duygusal manada daha bağımlıydılar. Aslında bu çok önemli bir buluştu çünkü kadın ve erkek arasındaki farklılıkların en azından bazılarının kökeninde cinsiyetimizin değil, kültürel farkların bulunduğunu gösteriyordu. Dahası kadın ve erkek işleri arasında yapılan ayrım kültüreldi ve biyolojik farklılıkla meşrulaştırılıyordu. Mead'in katkısı, cinsler arasındaki toplumsal iş bölümünü ve bu iş bölümüne dayalı eşitsizlikleri de sosyal bilimin odağına taşıdı. Toplumsal olarak kurgulanan iş bölümü üzerinden inşa edilen ve yeniden üretilen hiyerarşilerle hesaplaşmak gerektiğini gösterdi. Bu hiyerarşinin siyasal, ekonomik ve kültürel boyutları olduğunu hepimiz biliyoruz. Kadınlar ekonomik, siyasal, kültürel bir ayrımcılığa tabi tutuldukları ve bu ayrımcılık cinse ait olduğu düşünülen belli özelliklerle gerekçelendirildiği için toplumsal cinsiyet kavramı önemli. Bu açıdan bakıldığında başlangıçtan bugüne kadın araştırmaları alanındaki kilit rolünü muhafaza ediyor. Queer teori ise bu cinsiyet farklılıkları söylemindeki kadın-erkek ayrımının kendisini de sorgulamaya alır. Queer 1990'larda kadın çalışmaları içinden çıkmış eleştirel bir teoridir ve ne sadece gender'a ne de sadece eşcinsel kimlik tartışmalarına indirgenebilir.

Son dönemlerde "cinsiyetsizlik" ya da "cinsiyetsiz toplum" gibi kavramlar ve talepler ortaya çıkıyor. Neden ve nasıl ortaya çıktı bu kavramlar?

Z. D: Meselenin en başında oturup hesaplaşmamız gereken bir kelime var: Cinsiyet. Cinsiyeti cinsellik olarak algılama yanlışımız yüzünden, kelimenin başına gelmeyen kalmadı. Cinsiyet cinselliği içerir ama ne içerdiği tek şey odur ne de tamamen ondan ibarettir. Cinsiyet, tüm bilimlerin üzerinde çalıştığı çok başlıklı bir alandır. Cinsiyet rolleri, cinsiyet kimliği, kadınlık ve erkeklik olma durumu gibi sosyal meseleler başka, cinsellik başka bir şeydir. Ama kadınerkek ilişkileri, aile rollerindeki dönüşümler, boşanmalar, ebeveyn-çocuk ilişkileri, kadın ve eğitim, kadın ve siyaset başlıkları, istismar, mobbing gibi pek çok sosyal içerikli konu ile cinsellik ve bugün dünya için bir tehdit hâline gelen iki cinsin dışındaki keyfi seçenekler olarak servis edilen cinsel yönelim tehditlerinin hepsinin birden toplumsal cinsiyet kavramında iç içe geçmiş şekilde algılanması, konuyu konuşulmaz hâle getirebiliyor.

A. E: Anthony Bogaert'in 2004'teki çalışmasından sonra bu konu görece daha fazla gündeme gelmiştir. Bu denemelerde cinsiyetleri bilinmiyorsa kadınların başvurdukları işe seçilme olasılıklarının arttığı tespit edilmiş. Herhangi bir seçme sınavında adayın cinsiyetini bilmememiz ve bu sayede o cinse ilişkin önyargı ve kalıp yargılardan, ayrımcılıklardan uzak kalabilmemiz anlamına geliyor. Burada da cinsiyetsizlik bir cinsel tercih yahut performansla değil tamamen etiketlemelerin yarattığı ayrımcılığın engellenmesiyle alakalıdır. Cinsiyetsiz moda ya da modada cinsiyetsizlik akımı ise daha farklı; kadının kadın, erkeğin erkek gibi gözükmek durumunda olmadığı mottosuyla ortaya çıkıyor; K-Pop gibi müzik akımlarının stil ve duruşuyla da kesişiyor. K-pop'un ardındaki saikin devletin gelir elde etme istek ve ihtiyacı olduğu da söylentiler arasında. Hatta grupların iş yapabilmesi için üyelerinin farklı tip ve özelliklerden seçildiği, böylece herkese hitap edebilme amacı güdüldüğü de söyleniyor. Her ne olursa olsun, kapitalist müzik sektörünün sonuna kadar sömürdüğü mağdurlar olduklarına kuşku yok.

Toplumsal cinsiyet ya da cinsiyetsizlik ve benzeri teoriler neyi önlemeyi, ortadan kaldırmayı hedefliyor?

A. E: Bir gazetenin derlediği kadınla alakalı atasözlerinden bazılarına değinmek, ne dediğimizin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır: "At ile avrada inan olmaz, avradın öğüdü avrada geçer, avrattan vefa zehirden şifa olmaz, kadın aklı gah uzanır gah kısalır, kadınla çıkma yola, başına gelir türlü bela, kadında vefa, borçluda sefa aranmaz, ersiz avrat yularsız at gibidir." Cinsiyetsizlik sosyal politika bağlamında bu kalıp-yargılarla mücadele anlamına geliyor. Kalıp-yargı bireyleri tek tek değerlendirmez, kadınlık ortak paydasına alıp tümünü damgalar. Bütün kadınlar diye başlayan ve zamanla bir nefret söylemine ve nefret suçlarına kapı açan genellemelerdir. Nitekim kalıpyargı, ön-yargı ve ayrımcılık sosyal psikoloji literatüründe grup düşmanlığının bileşenleri olarak anılır. Her zaman nefret suçlarına yol açma olasılığı taşırlar. Kadınlara karşı işlenen suçlar, kadına dönük şiddet ve kadına dönük ev içi şiddet de bu temellerden beslenir. Toplumsal cinsiyet tartışmalarının arka planında bulacağınız asıl saik bu bakış açılarını ortadan kaldırmak ve bunların sonucu olarak kadının ötekileştirilmesini, kadına karşı ayrımcılık yapılmasını önlemek, işlenen cürümlere bulunan mazeretleri ortadan kaldırmak ve nihayet kadına sadece kadın olduğu için yönelen saldırganlığın tamamen önüne geçmektir. Hatta beğenmezsiniz, onaylamazsınız veya doğru bulmazsınız ve elbette uygulamayabilirsiniz ama Gender-neutral parenting de bu hedefe ulaştırabileceği düşüncesiyle girişilmiş denemelerden biridir.

Bugün Batı toplumlarından yükselen LGBTI ve cinsiyetsiz toplum söylemi bütün dünyayı sarmış durumda. Peki, bu söylem yaygınlaşmadan önce dünyada durum nasıldı? Sizce bu akımlar başlangıçtan günümüze nasıl bir evrim geçirdiler?

Z. D: Bu tarz hareketler mobilize bir örgütlenme ve provokasyon olarak yeni olabilir. Ama bu konu ne yeni, ne de bize Batı'dan girdi. Şiirde, edebiyatta karşımıza çıkan, hep var olagelmiş bir konu bu. İnancımıza göre yasaklanmış olması başka bir şey, geçmişte bir günahın bir şekilde işleniyor olması başka bir şey. Bakın bu övünülecek bir şey değil, takdir edilecek bir şey de değil, sadece var olan bir şey. Mesela bugün LGBTI dediğimiz hareket içinde "I" kelimesi ile temsil edilen "interseks" kavramına karşılık gelen "hünsa"nın camide duracağı yerden, nasıl defnedileceğine kadar bütün rükünler belliydi ve yürürlükte idi. Peki bugün hangimiz çıkıp "bir dakika o "I'yı kaptırmayız, oraya dair her şey yazılı çizili zaten, gel kardeşim sen bizdensin" dedik? Müslüman'ın tehdit algısı konformist olma hakkına sahip mi? İnterseks bireyin haklarını, durumunu, şartlarını da düşünüyor muyuz mesela? Televizyonda seyrettiğimiz Zeki Müren, Bülent Ersoy ekranlarda boy gösterirken sorun yoktu. Hatta Huysuz Virjin'e bile itiraz duyulmadı. Daha garibi, çok yenilerde yayınlanan bir müzik yarışmasının jürisinde boy boy çeşit çeşit LGBTI birey gördük, sosyal medya fenomeni olarak takipçi sayıları ve kazançları dudak uçuklatan insanları hâlâ takip etmeye devam da ediyoruz ama aile içinden cinsiyete ilişkin soru, itiraz, iddia gelince eteklerimiz tutuştu. Bu olayın propaganda yönünün rahatsız edecek kadar öne çıktığını görüyoruz. Bugün geçmişi şöyle bir yoklayarak LGBTI'nin alanına girmek üzere klasiklere bile ağ atılıyor adeta.

A.E: Mesela bizim toplumumuzda zennelik geleneksel kültürün bir parçası olarak kabul edilir. Drag= dressed as girl= kız gibi giyinmiş anlamına gelen bir kelimedir ve 1870'lerde, o meşhur Victoria döneminde kadınların sahnede bulunamaması nedeniyle kadın elbiseleriyle gösteri yapan kişileri ifade etmek için kullanılır. 1960 sonrasında çok daha simgesel bir mana kazanmışlarsa da burada, kökeni her iki dünyada (Batı'da ve Doğu'da) da aynı olan bir olgudan bahsediyoruz. Yahut interseks olma durumu. Canlı doğumdaki interseks oranının binde 1- binde 1,7 ila 1,9 arasında olduğu düşünülüyor. Antalya'nın bir ilçesindeki bir mahallede de tam 12 kişi interseks olarak dünyaya gelmiş ve ameliyatla üçünün erkek birinin ise kadın olmayı seçtiğine dair gazete haberleri çıkmıştı. Bu olgular tüm kültürlerde karşımıza çıkıyorlar, geçmişten bugüne kadar İslam toplumlarında da var olmuşlardır. Bu konuların bir kimlik meselesi hâline gelmesi de modernleşmeyle birlikte çok daha fazla ötekileştirilmeye başlamış olmalarından kaynaklanabilir.

Toplumsal cinsiyet, cinsiyetsizlik gibi birçok ülkede kabul gören kavramların toplumlarda yansımaları nasıl oluyor? Cinsiyetsizlik akımı gerçekten yaygınlaşıyor mu? Bu hareketlerin toplumların dinî inanç ve geleneksel kabullerini zorlayarak bir kimlik ve meşruiyet kazanma çabalarını sosyolojik açıdan nasıl değerlendirmek gerekir?

Z. D: Her ülkenin toplumsal normları bir değil ki böyle her yere uygulanabilir bir şey olsun. Toplumsal cinsiyete ilişkin olumsuz hap tablolar paylaşan, kavramın kullanımına itiraz edenlerden meseleye iyi niyetle, nesil ve inanç tedirginliği içinden bakanları anlamıyor değilim. Ama toplumsal cinsiyetin yanına eklenmiş cinsiyetsizlik tabloları, korku senaryolarıyla queer'le mücadele edilemeyeceğinden eminim. Kavramı bilmeksizin, gelişimini takip etmeksizin, felaket senaryoları ve son derece pejoratif feminist tiplemesini tekrar tekrar dolaşıma sokarak göz korkutmaya çalışmakla çözümden kopulduğunu ve toplumun yolunu uzattığımızı düşünüyorum.

Önce toplum sosyolojisinde nereyi açıkta bırakmış olabiliriz, ihtiyaç mı var da kabul görüyor diye değerlendiririm ben. Temelde toplum içindeki ihtiyaçları gözetmeksizin her ses için bir dış mihrak aramanın, bu denli hızlı değişen bir dünyada kendimize kör sağır kalmak demek olduğunu düşünüyorum. İhtiyacı anlamak ve inanç içinde çözüm üretmek dururken her harekete köksüzleşme talebi hanesinden bakmak yorucu. Bir şey değiştiğinde aslında neyin değişeceğinden emin olamayan bir korkudan besleniyoruz. Kendi irademiz dışında inancımıza veya alışkanlıklarımıza gelen müdahalelerin öğrettiği ve bizde bıraktığı bir korku. Atılım yapmak, cesaret etmek, direksiyona geçmek yerine bu yükü taşımak daha kolay da geliyor olabilir, bilemiyorum.

LGBTI ya da cinsiyetsizlik gibi hareketler artık birer "hak talebi" olmanın ötesinde politik birer söylem, birer ideoloji kimliğine büründü sanki. Hatta Batılı ülkelerin çoğunda neredeyse baskı unsuruna bile dönüşebiliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Z. D: Cinsiyet temelli olarak ortaya çıkmasına rağmen, demokrasi, özgürlük, kimlik ve yaşam tarzına ilişkin pek çok dayanakla meşruiyet alanı oluşturmaya çalışan LGBTI hareketi, genellikle kendisini hak ve özgürlükler bağlamında konumlandırıyor. Fakat bu düzlemde, insanların aile kurma hakkının, cinsiyetine dokunulmama hakkının, aile kurma meşruiyetinin ne olacağı sorularına cevap veremiyor görünüyor. Böyle bir atmosferde sürdürülebilir toplumun temel dinamiklerini konuşacağımız bir zemine ihtiyaç duyuyoruz ama bulamıyoruz.

Hak talebi olmanın ötesine geçti, evet, çünkü postmodernizm şişede durduğu gibi durmayacaktı elbet ve önümüze "queer" diye bir şey geldi. Toplumsal cinsiyet, bir kadın ve bir erkeğin biyolojik cinsiyetini tartışmaz. Sadece kadın ve erkek olmanın kültürel kalıplarını tartışmaya açar. Buradan doğan adaletsizliklere konsantre olur, bunları çözmek için fikir ve politika üretir. Fakat 90'larda sahaya giren "queer", bütün ikiliklere meydan okur, heteroseksüelliği tartışmaya açar. Kadın ve erkekten ibaret cinsiyetlendirmeyi kabul etmez. Daha doğrusu biyolojik olarak bir cinsiyetimizin olduğunu hepten reddeder. Sınırları reddeder. Akışkanlığı ve geçişkenliği savunur. 1990'da New York'ta ACT UP içinden çıkan ve kendilerine yöneltilen tüm yaftaları olumsuz anlamlarıyla kucaklayan bir inisiyatif, "Onur Yürüyüşü"nde "Queers read this!" (Queer'ler bunu okuyun!) başlığı ile manifestolarını dağıtıyorlar ve manifesto şöyle bitiyor: "Evet, queer sert ve ironik bir silahtır." Normla, meşru olanla, baskın olanla anlaşmazlık içinde ama sadece cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ile ilgili değil, siyaset, politika, hukuk aklınıza gelebilecek her şeyi kapsayacak bir başkaldırı öneriyor.

Biz, toplumsal cinsiyeti anlamadıkça, queer'i çok daha yakınımızda buluruz. Mesele erkek olmamanız değil, toplumun altını çizdiği erkek rolüne uymamanızdır. O zaman toplumun dediği o kalıpla mücadele ettiğinizde aslında queer'e karşı durmuş oluyorsunuz. Kadın da sadece duygusal olan, makyaj yapan, topuklu ayakkabı giyen kişi değildir. Bunları tercih etmemem, biyolojik cinsiyetime ilişkin bir sorun olduğu anlamına asla gelmez" diyebilmeniz için, toplumsal cinsiyeti bilmeniz ve toplumsal rol baskısının arka planından haberdar olmanız gerekir.

Bu hareketlerde çocukların da yavaş yavaş ön plana çıktığını görüyoruz. Çocuk LGBT, trans çocuklar, Desmond gibi çocuk queer'leri görmeye başladık. Çocuklar üzerinden bir politika üretilmesi söz konusu olabilir mi? Burada bir çocuk istismarı var gibi görünüyor.

Z. D: Hem de nasıl istismar... Elbette ki şüphesiz karşısında olunacak bir durum bu. Aslında Batı'da çocukluğun keşfinden beri Ortaçağ'da kadının günahkâr, çocuğun eksik addedilişinin meşrulaştırıldığını, kadın ve çocuğun nesne addedildiğini biliyoruz. Her ne kadar feminizmle yahut Rousseau'lardan beri çocukluğun keşfi ile kendi teolojisinden kaynaklanan bu boşluğu sosyolojik olarak tadile kalkışsa da bu bilinçaltının ulusal yahut küresel hareketlerin nesnesi konumunda algılanan kadın ve çocuğu beslediği görülüyor. Fakat ebeveyni tarafından akrabalarına karşı doldurularak yetiştirilen, anne-babasının bütün bagajları ile ruhu yorulan çocuğa da, Meşrutiyet tarihi içinde, Cumhuriyet tarihi içinde çocukluğu rafa kaldırılarak omzuna silah verilen bir edebi kültün içinde şekillendirilmeye çalışılan çocuğa da, İbrani gelenek içinde kendi inancından başka herkesin ölümü hak ettiği diktesi ile zehirlenen çocuğa da, zorla vejetaryenlik, zorla cinsel farklılık dayatılan çocuğa da aynı merhamet, aynı şefkat, bütün bu olayların hepsine de aynı dik ve onurlu duruşla karşı çıkmak zorundayız.

BİZE ULAŞIN