Yunus Arslan
HİLAL KAPLAN Sabah gazetesi yazarı Psikolog
Artık ''Anormal olan bizler, normal olan onlar'' gibi bir hale gelindi
Cinsiyet tartışmaları, cinsiyetsizlik, toplumsal cinsiyet ve eşcinsellik konuları pek çok vesileyle önümüze sürülen tartışmaların başında geliyor. İzlediğimiz dizilerde, okuduğumuz kitaplarda, hatta çocuk yayınları ve filmlerinde bile bu durum kimi zaman örtülü, kimi zamansa açıktan açığa giderek daha sık karşımıza çıkıyor nedense. Önümüze sürülmekle, gündemimize sokulmakla kalmadığı gibi neredeyse kendini dayatan bir zorbalığa da dönüşüyor. Azınlık ve mağdurların haklarını savunma iddiasıyla ideolojik söylemlere eklemlenebilen kullanışlı bir araca dönüşen bu meselenin sosyal ve kültürel boyutlarını Sabah gazetesi yazarı, psikolog Hilal Kaplan, Minika Go ve Minika Çocuk dergileri Genel Yayın Yönetmeni H. Salih Zengin ve Turkuvaz Kitap Genel Yayın Yönetmeni Gülenay Börekçi ile konuştuk.
Cinsiyetsiz toplum, LGBTI ya da eşcinsel hareketlerinin taleplerine ve evrimlerine bakınca sizce bu süreç nasıl ilerledi ve bugünkü hâline geldi?
Eşcinsel hareketin siyasi olarak ortaya çıkış sebebi, "Biz buradayız, biz de normaliz, meşruyuz, bu toplumun cinsel kimliğiyle var olmak isteyen bir parçasıyız" gibi söylemlerle oldu. Liberal, seküler hak ve özgürlük arama çerçevesinde, kendilerini oturtmaya çalıştıkları bir perspektifleri vardı. Bahsettiğim bu süreç 1970'den itibaren ortaya çıkmaya başladı fakat o günlerden bu günlere köprünün altından çok sular aktı. Örneğin şu an Avrupa Birliği, Kıta Avrupası ve Kuzey Amerika'daki ülkelerde eşcinsel evlilik meşru kabul ediliyor. Ayrıca yanılmıyorsam Amerika'nın 16 eyaletinde evlat edinmek de vatandaş olarak eşcinsellerin sivil hakkı olarak kabul ediliyor. Aslında sadece 40-50 yıl önce çıkmış siyasi bir hareketin geldiği noktaya bakıldığında oldukça hızlı bir gidişatın olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, sizce nereye varmak istiyorlar?
Meselenin bu yönünü Sabah gazetesindeki yazı dizimde uzunca anlattığım gibi onların tanımladığı üzere bir heteroseksist, yani kadının ve erkeğin olduğu ve hetoroseksüelliğin tek meşru norm olduğu bir düzen vardı. Eşcinsel hareketin bunun yanlış olduğunu ileri süren ve kendi varlıklarının da kabul edilmesini öngören talepleri vardı. Fakat sonra, özellikle son 10 yılda, yazıda bahsettiğim üçüncü dalga feminizm ile heteroseksüel olmayan ve "queer" siyasetle çakıştığı noktadan itibaren aslında tamamen cinsiyetsiz toplum olarak tanımlayabileceğimiz bir yere, heteroseksist matrisin gayrimeşru ve anormal olduğunu, insanları kadın-erkek diye tanımlamanın bir tür faşizm olduğunu iddia eden bir yere geldi. Ayrıca topluma bunun çağrısını yapan, tamamen kadın erkek tanımlarından ayrı, cinsiyetsiz bir biçimde cinsiyetten zuhur eden ikilikleri cinsiyete boğmadan bir dünya kurma noktasına geldi.. Yani "artık anormal olan bizler, normal olan onlar" gibi bir hâle gelinmiş bulunuyor.
Bu tür hareketlerin yükselişi ve giderek görünürlüğünün artması toplumsal yapıya, kurumlara ve değerlere ne gibi bir etki yapacaktır sizce?
Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok… Amerika'daki ve Kıta Avrupa'sındaki duruma baktığımızda aileye nasıl zarar verdiğini, geleneksel toplum yapılarının erozyona uğramalarının ne gibi etkileri olduğunu birebir göreceğiz. Bugün "eşcinsel çocuk" diye bir vakıadan bile bahsetmeye başladılar. Üç yaşındaki kız veya erkek çocuğuna "doğduğun cinsiyete aitsin" demenin bile bir tür faşizm olduğunu öne süren bir duruş var. Hatta bunu ebeveynlerin hakları arasından çıkarmak için hukuk mücadelesi veren, kendi zaviyesinden ne kadar faşist olduğunu asla görmeyen ve kabullenmek istemeyen, kendine hangi zamirlerle hitap edilmesini istiyorsa topluma bunu dikte edecek bir pozisyonda kendini gören, kılık kıyafetten tutun gündelik hayatta cinsiyet belirten her şeyi toplumsal hayattan silmeye, bu sınırlar arasını olabildiğince görünmez kılmaya ve sınırları kaldırmaya ahdetmiş böyle bir siyasi varlık karşımızdaki.
Bu durumla nasıl mücadele edeceğimizi de konuşmak lazım sanırım.
Türkiye'de şöyle bir gidişat var: Bu 23 Nisan'da, CHP'ye bağlı LGBTI grupları, 23 Nisan Çocuk Bayramı vesilesiyle "eşcinsel çocuklar vardır ve onların haklarını koruyalım" minvalinde broşürler bastırdılar. Şimdi Türkiye'de ilk defa "eşcinsel çocuk" tabiri siyasi olarak CHP tarafından kullanılmış oldu. Yine geçtiğimiz günlerde CHP'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ekrem İmamoğlu Türk siyasi tarihinde ilk defa eşcinsel evlilikleri onaylamaya hazır olduğunu ama toplumun buna hazır olmadığını dile getirdi. Şimdi bunlar tekil örnekler olabilir ama özellikle geçtiğimiz sene eşcinsel hareketin kutlandığı haftada 30'dan fazla CHP'li belediye destek tweetleri attı ve katılımda bulundu. CHP şu anda bu hareketin bayraktarlığını yapma noktasında bir yerde. Keşke bunu siyaset içerisinden görmeyebilseydik, toplumun ve ailenin geleceğine ilişkin bir şeyi keşke siyaset üstü bir yerde tartışabilseydik. Keşke CHP seçmeni Ak Parti nerede duruyorsa onun karşısında konumlanmak gibi böyle yanlış bir yola girmeseydi. Gerçekten Atatürk'ün kurmuş olduğu parti olmakla övünen parti, bu toplumun değerlerini bu kadar yozlaştıran bir noktada kendini bulmamış olsaydı. Ama mücadeleyi artık siyasi zemine kaydırıyorlar; bu sadece toplumsal olarak verilecek bir mücadele değil, siyasi alanda da verilmesi gereken bir mücadele.
H. SALİH ZENGİN Minika Go ve Minika Çocuk dergileri Genel Yayın Yönetmeni
Aile ile birlikte anne ve baba figürü tüm dünyada zayıflıyor
Cinsiyetsizlik, eşcinsellik, pedofili gibi unsurların son yıllarda çocuk kitaplarında sıkça görülür olması ve tartışılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Nasıl bir sorun var ortada?
Önce şu tespiti yapalım: Her kültürde çocuklar toplumsallaşma sürecinin bir parçası olarak cinsiyetlere yönelik belli eylem ve davranışlara uyum sağlamayı öğrenir. Ve bu öğrenme biçimi çocuğun benlik imgesini, akranlarla iletişimini, yetişkinlere nasıl davranması gerektiğini, seçimlerini, beklentilerini ve cinsiyetlere yönelik yaşam algısını belirler. Çocukların kitap okuma sırasında kahramanla ve kitapla kurduğu bağ, biz büyüklerle aynı değildir. Çünkü çocuklar çoğunlukla okudukları kitapların kahramanlarıyla kendilerini özdeşleştirirler. Bu yüzden de etkiye daha açık bir doğaları vardır. Durum bu olunca, çocuk kitaplarında son yıllarda pompalanan cinsiyetsizlik, eşcinsellik ve pedofili gibi unsurların neden daha görünür olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çocukların zihinsel ve ahlakî gelişimlerini kazandığı çağlarda bir tür özgürlük söylemi ile servis edilen bu kitaplar, uluslararası bir lobi tarafından pazarlanıyor. Aile ve toplumların ahlaki yapılarını sarsma hedefi gayet açık olan bu tarz yayınlar sadece kitaplar üzerinden değil çizgi filmler, gençlik filmleri ve dijital yayınlar üzerinden sürdürülüyor epeydir. İşin can acıtan tarafı bu gayri ahlaki cinselliğin çocuklar üzerinden pazarlanıyor oluşu elbette. Cinsiyet seçmenin tıpkı bir elbise seçmek kadar özgür iradeye bağlı bir hak olduğu fikri çocukların zihnine enjekte edilirken, kendi cinsiyetinden birisine ilgi duymanın modern dünyanın bir gerçekliği ve özgürlüğü olduğu sadece yazı ile değil kitaptaki çizgilerle de sıkça vurgulanıyor artık. Çocuğun doğuştan gelen cinsiyetini rafa kaldırmayı bir kanara bırakın daha da ileri giderek hangi cinsiyeti seçebileceğini kendisinin belirlemesi gerektiği fikrine evrilen bir sorun var ortada. Peki, asıl sorun ne derseniz, bu da çok belli aslında. Aile ile birlikte anne ve baba figürü tüm dünyada zayıflıyor. Çocuğun kendine örnek alacağı doğru bir anne-baba figürü, ebeveyn tezahürü ortadan kalkınca boşluğa düşen çocukların zihnine can simidi kamuflajında zaman ayarlı bomba bırakılıyor. Çocukların zihnine atılan küçük bir tohum, uygun bir mekân ve zaman bulduğu anda yeşeriveriyor. Çekirdek ailenin dağılmasının da bunda etkisi var; iş ve kariyere müptela anne ve babaların çocuklarıyla olan muhabbet trenini kaçırmış olmalarının da. Cinsiyet konusunda her zaman kadın ile erkeğin eşit olduğunu öğretmek başka bir şey, onları cinsel oryantasyon ile sapmalara kurban etmek başka bir şey. Çünkü cinsiyetsiz, milliyetsiz, kimliksiz ve dinsiz bir toplum kurma planının parçası bunlar.
Çocukların zihinsel ve ahlaki gelişimleri kazandığı yaşlarda kitaplar ve çizgi filmler ile gayri ahlaki tavırların özgürlük olarak sunulması hakkında ne söylersiniz?
Her tür beşeri ve dünyevi arzuların özgürlük jelatiniyle pazarlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu söylemlere her karşı çıkışın da yadırgandığı ve dışlandığı bir dünya bu. Arzu felsefesinin yücelttiği anlık haz ile zihinlere sokulup durması büyük planın bir parçası. Çocuklar çok küçük yaşlardan itibaren masal ve hikâyelerle cinselliği son derece yanlış bir yerden keşfedip pedofili pazarının tazecik ürünlerine dönüştürülüyor. Dünyanın farklı yerlerinde yapılan etkinliklerde artık eşcinsel görünümlü çocukların vitrinde olması bu kirli planın nasıl işlediğinin ve meşrulaştırıldığının tipik bir göstergesi. Eşcinselliğin genetik değil sosyal yatkınlık ile tercih edildiğini ortaya koyan birçok araştırma var. Sistemin kültür ve iletişim araçlarıyla "tabuları yıkmak", "sınırsız özgürlük", "insan hakları" adı altında sistemli olarak doğal olmayan cinsel ilişkilerin, eşcinselliğin propagandası yapılıyor. Temel cinsel dinamiklerin tamamen bir fanteziye, oyuna, tercihlere bırakılır bir enstrümana dönüşmesinin yolu da küçük yaşlardaki çocukların zihinlerini karıştırmaktan geçiyor elbette. Özgürlük kisvesi adı altında fıtrat suikastliği yapanlara dur demek lazım. Postmodernizmin önemli teorisyenlerinden Jean Baudrillard'ın tespitini hatırlamakta fayda var: "Toplumsal dokunun çöküşünü terör, biyolojik dokunun çöküşünü kanser, cinsel hayatın çöküşünü ise eşcinsellik yapar."
Çocuklara cinselliğin anlatılmaması ya da yanlış anlatılması ve hikâyelerde karşılaştıkları pedofili çocukların gelişimini nasıl etkiliyor?
Çocukların sağlıklı cinsel gelişimi için net, açık ve doğru bilgiyle, bedenine yabancılaştırmadan zamanı geldiğinde konuşmaktan kaçınmamak lazım. Kendi bedeni ve cinsiyetinden başka bir cinsel kimliğinin olabileceği anlayışı çocukları teslim almamalı. Zira bir kişinin bu anlayışa teslim olması demek insan gerçeğinin ciddi anlamda inkârı demek olur. Eğer ebeveynler ya da eğitimciler doğru bilgi ile çocukları doldurmazsa çocuk bunun yerine okuduğu bir kitapta karşılaştığı yanlış örnekten bir modelleme yapar kendine. Çocuğun bedeni tüm dinlerde ve medeniyetlerde kutsaldır ve dokunulmazdır. Bunu bilmemiz ve bize emanet edilen bu bedenlere karşı her tür istismarın önüne geçmek her ferdin görevidir.
GÜLENAY BÖREKÇI Turkuvaz Kitap Genel Yayın Yönetmeni
Bir anda değil adım adım gelindi buraya
Tüm dünyada özellikle medya organları, sanat dalları ve popüler kültür aracılığıyla propaganda diline evirilen bir "cinsiyetsizleştirme" politikasından söz ediliyor. Edebiyat başta olmak üzere sanatın diğer alanlarını değerlendirdiğinizde nasıl bir tablodan bahsedebilirsiniz?
Pandeminin ilk günleriydi. Eczanedeydim. Bir kadın çocuğuna maske almak istedi, eczacı da iki renk maskeden hangisini istediğini sordu. Besbelli bir kız çocuk annesi olan kadın, pembeyi seçti ve borcunu ödeyip çıktı. Eczacı, "Pembe ve mavi bu şekilde kullanılmayacak artık," dedi gülerek. Sordum, dünya oraya gidiyormuş, pembe ve mavi renkler ayrımcılığa yol açtığı için yasaklanacakmış. Kız çocuklara pembe, erkek çocuklara mavi kıyafetler giydirilmesi bana hep sevimsiz gelmiştir, çocuğum olsa ona bu renkleri seçmezdim, yine de maviyle pembenin yasaklanması fikrini ürkütücü buldum. İşin tuhafı, olmayacak şey değildi. Cinsiyetsiz toplum imgesini gözümüze sokan bir sürü uç şeye şahit olmuştuk. Çok değil, daha birkaç yıl önce dilimizi köreltmeyi göze alarak bazı deyimlerimizden vazgeçmemiş miydik? "Adam gibi"ler mesela cinsel ayrımcılık sayılıyordu ve bazı gazeteler bu tür kullanımları "avlayan" aplikasyonlar yaptırmışlardı. Batı'da durum daha da vahimdi, orada kadına kadın, erkeğe erkek demek bile suç sayılır hâle gelmişti. (Geçenlerde Amerikan yapımı kısa metrajlı bir aşk filmi seyrettim. Kadınla erkeği imleyen "he" ve "she" zamirleri yerine "they" zamirini kullanmışlardı. İşte bu "they" enflasyonu yüzünden hikâye çorbaya dönmüştü.)
Kitaplara bakalım: Cinsel yöneliminden ötürü erkekler tuvaletini değil kızlar tuvaletini kullanmaya karar veren oğlan çocuğunun hikâyesi küçük okurlara bir "asi kız" hikâyesi olarak sunulduğunda ben öylece kalakalmıştım. Yine küçükler için yazılmış bir kitapta iki (eşcinsel) babalı bir kız çocuğuna rastladığımda da irkilmiştim. Tamam, hayatta olduğu gibi edebiyatta da karmaşık ruhlar olacak, olsun zaten. Yine de çocuklara yönelik kitap basan yayınevlerinin bütün o karmaşıklığı küçük okurların başından aşağıya bir anda boca etmesi sorumsuzluk gibi geliyor bana.
Hatırlayalım; bir anda değil, adım adım gelindi buraya. Uniseks kıyafetler, parfümler, makyaj malzemeleriyle başladı her şey. Sonra filmleri, dizileri "cinsiyetsiz" ilişkiler sardı. Plastik bir sex doll'u ailesine "nişanlım" diye tanıştıran adamı seyrettik. Gerçek hayatta da durum parlak değildi. Kadına yönelik şiddet bütün dünyada yükselişe geçerken, insanlar nesnelere âşık olmaya başlamışlardı. Paris'teki Eiffel Kulesi'ne âşık olduğunu açıklayan Amerikalı milli sporcu Erika Eiffel bu uğurda soyadını değiştirmişti. Tıpkı New York'taki Özgürlük Anıtı tarafından "terk edildikten" sonra "Lumiere" adlı abajurla nişanlandığını açıklayan Amanda Liberty'nin yaptığı gibi... "Mat" adını verdiği halısıyla şahitler huzurunda evlenen kadına ya da içinde beş yaşında bir kız çocuğu keşfettiği için kendine gazete ilanıyla ana-baba arayan -ve dahi bulan- adama gülüp geçtik ama hazırlanalım, daha kim bilir ne garabet hâller göreceğiz, vaktimiz varsa.
Bugün bir yazarın ya da bir yönetmenin, oyuncunun, senaristin cinsel kimliğini kamuoyuna duyurmasının sebebi ne olabilir? Elif Şafak biseksüel olduğunu açıkladı örneğin. Bu söylemin siyasi söyleme eklemlenen kısımları neler sizce?
Elif Şafak'ın cinsel yönelimini dünyaya ilan etmesi tek başına bir problem olmazdı bence ama bunu nerede ve ne zaman açıkladığına bakınca yaptığı şeyi pek de masumane bulamadım. Açıklaması inandırıcı da gelmedi. Yaptığı şey, "coming out story"lerin alkışlandığı, desteklendiği bir zamanda dikkat çekmeye çalışmaktı. Şafak, Batı'nın bir Türk yazarını "görmesi"nin yegâne koşulunun keskin muhalefet yapması olduğunun farkındaydı, dolayısıyla akıllıca bir hamleyle, dışlanmamak adına biseksüel kimliğini kendi ülkesinde gizlemek zorunda kaldığını belirtti ve böylece "liberal" kalpleri fethetti. Eh, Booker adaylığına falan bakarsak da, bu çabası ödüllendirildi.
Bugün dünyaya pazarlanan pek çok akımda ikon olarak çocuklar seçiliyor. Bir suiistimalden söz edilebilir mi?
Esas karanlık kısım burası bence. Cinsiyetsiz toplumun pazarlama aracı olarak çocukların kullanıldığı doğru. Altı yaşındaki bir trans çocuğun vahşi doğa dergisi olarak bildiğimiz ama gerçekte kolonyalist ve istilacı Batı'nın temsilcilerinden olan National Geographic'e kapak olduğu seneyi hatırlayın. Bugün hormon tedavileri ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarında yaş daha da düştü. Bence en kötüsü, o çocukların bazılarının birer "drag queen" olarak ağır makyajlar ve güya seksi kıyafetlerle sahneye çıkmaları, seyircilerin de onların sütyenine, küloduna falan para sıkıştırmaları. Pedofiliye serbestiyet tanınması adına yapılan yaygın lobi faaliyetlerinin sözünü bile etmeyelim. Batılı entelektüeller arasında bu duruma karşı çıkanlar yok değil ama bir biçimde sesleri kısılıyor. Bir konuşması esnasında yuhalanan ve sahneden inmek zorunda kalan akademisyen Camille Paglia'yı unutmayalım. Aykırı fikirleriyle tanınan, üstelik eşcinsel kimliğini hiçbir zaman gizlemeyen Paglia, "Çocuklar cinsiyet değiştirme gibi geri dönüşsüz kararlar almaya teşvik edilmemeliler," demişti. Vay sen misin bunları söyleyen, 35 yıldır ders verdiği Philadelphia University of Arts'ın binlerce öğrencisi bu kadarına dayanamadı ve Paglia'nın kovulması için ülke çapında imza kampanyası başlattı.
Netflix yapımları, gereksiz yere senaryoya eklenen eşcinsel karakterlerden dolayı çok eleştiriliyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kendi adıma, karakterlerin cinsiyetlerini bir edebiyat yapıtının başarısına ya da başarısızlığına dair bir ölçüt saymıyorum. Edebiyat hem her olasılığı içinde barındırabilen geniş bir evren hem de insan denen dipsiz kuyuya bir çeşit ayna tutma çabası. Büyük romanların bizi alt üst etmeleri, zihnimize çakılıp kalmaları, yazarlarının başlarına türlü çeşit işler açmaları hep bundan. Filmler ve diziler için de geçerli bu söylediğim. Netflix'e gelince; zehirli bir sarmaşık her yeri sarmaya hazırlanıyorken, diğerleri gibi o da bundan payını alıyor, hepsi bu. Mücadele etmenin yolu, Netflix kadar zengin içerik üreten alternatif platformlar yaratmak diye düşünüyorum ben. Aksi takdirde durmadan yakınan ama hiçbir şeyi değiştiremeyen tiplerden farkımız kalmaz.