Soğanlarınız, sarmısaklarınız filizleniyor diye üzülmeyin" dedi telefondaki ses; "Neden yeşeriyorlar biliyor musunuz? Şimdi tam yeşerme zamanları da ondan."
Elimdeki soğana bakıyorum. Dışında bir hareket görünmüyor. Kabuğunu soyup ilk katmanını açıyorum ki yemyeşil üç soğan filizi. Boylu boyunca sığınmışlar üst katmanın hemen altına, sıcacık kuytuda uzanmış, sakince ama büyümeye devam ederek kabuğu delip çıkacakları günü bekliyorlar.
Tazecik filizlere bakıyorum, yeşerme vaktinin geldiğini bilen, yine vakti gelince başka bir filize sığınak olmaya duracak filizlere. Kalbim doluyor, gözlerim doluyor. O an umudun temsilcisi nedir diye sorsalar, iki kat kabuktan sığınağının altındaki filizdir, derim.
Filizlerin bana fısıldadığı şu: Varlığın evi; umudun, kalbin barınabildiği yerdir. Dünyanın bizim için bir ağaç gölgesinden ibaret olması, asli bir kıymetinin olmaması bu yüzden. Bu dünya, kalplerimize ev olabilmek için çok küçük. Düşününce idrak etmemek mümkün değil zaten; Rabbini içine sığdırabilen kalp, dünyaya nasıl sığsın?
Öte yandan, vakıa o ki biz bu aralar evlerimize sığıyoruz. Ne kadar sığıyoruz ayrı mevzu tabii, şöyle diyelim, sığışıyoruz. Evdeyiz. İçinde olduğumuz durum yeni normalimiz mi olacak yoksa geçici bir döneme mi tekabül edecek? Bilemeden, aynı evin içinde tüm günümüzü geçiriyoruz.
Yeşermek için gıda olan yer
Bu süreçten fiziksel ve manevi olarak en çok etkilenenler ilişkiler elbet. Kadın-erkek, ana-babaçocuk, aile ilişkileri. Bu vesile ile ev bizim için ne mana içeriyor, daha önemlisi biz birbirimiz için ne anlama geliyoruz, hepsini yeniden gözden geçirmek için iyi bir imkân yakaladık. Başlamadan, maddi olarak dört duvarın "ev"e tekabül etmediğini kabul etmek lazım. Ev dediğim aynen soğan filizlerinde olduğu gibi, kişiye yeşermesi için gıda olan yerdir. Yeşeremediğimiz ve yeşertemediğimiz ev, ev değildir.
Evin ev olabilmesi için terbiye gerekir, evi ve evin içinde kendimizi terbiye çünkü dört duvarın içindeki şartlara hakim olamadıkça evin bizim olduğu iddiasına gülünür ancak.
Odasında, dört duvarın içinde ve bir kapının arkasında, ellerinde her türlü kötülüğe açılabilecek bir anahtar ile bırakılan çocukların evi neresidir? Onların evi ellerinden düşürmedikleri o elektronik aletler midir, etraflarını çevreleyen dört duvar mıdır, anne-babaları mıdır?
İlk evi anne-babası olmayan çocuklar, sonrasında nasıl evler kurarlar, onların kuracakları evlerden kime ne hayır gelir? Evlatlarına ev olmak isteyen anne-babaların en başta sorması gereken sorular bunlarsa bile daha öncesinde şu gözden geçirmeyi de yapmalıdır:
Bir tek çocuklarımızın mı elinde her türlü kötülüğe açılabilecek o anahtar? Bizlerin de elinde değil mi? O hâlde bizim evimiz neresi? İçinde Rabbini barındırma cevherini taşıyan kalplerimize ev diye yakıştırdığımız yer, neresi?
Herkesin bir köşeye çekilip ellerini, gözlerini, zihnini, hislerini zapt u rapt altında alan cihazların tasallutu altında kaldığı, muhtelif oturma ve uzanma mekânlarını ihtiva eden beton yığınları bize nasıl ev olabilir?
Ev değil hapishane
Ev, insanın yeşerdiği yer ise ve biz, evlerimizde "Benden başka hiçbir şey ile uğraşma, benden başka hiçbir şey ile meşgul olma, sadece bana bak, beni düşün," diyerek bizi oyalayan cihazların elinde hapis isek, yeşeremiyorsak, gün geçtikçe çürüyor, soluyorsak, evlerimiz bize ev değil, hapishanedir.
hâlde kim için, ne için tasarlandılar? Aklımızı, kalbimizi, fikrimizi, zihnimizi farkına varmadan emirlerine amade ederek; hayat enerjimizin, gönlümüzün, imanımızın ferini sömürmelerine müsaade ederek kimlere mekân olduk? Kimi beslemek için kafesteyiz?
Şu veya bu şekilde, şu veya bu sebeple içinden çıkamadığımız evlerimizin sahibi olabilmek ve nihayetinde evlerden çıktığımızda kabuktan ibaret kalmış olmamak için ise önce nefsimize sahip olmamız gerekiyor.
Bize ikram edilen popülist söylemlerin hepsini elimizin tersiyle itmek ve bu süreçte kendimize ve ailemize bir üretim bandının mahsulü kişisel gelişim projeleri olarak değil de insan olmanın izzetini hatırlayarak keşfine çıkılması gereken âlemler olarak bakmamız gerekiyor.
Kapatalım ekranları, offline olalım günlerce. Yapabilir miyiz bunu? Bırakın her şeyi bir kenara, eşinizin, çocuğunuzun gözünün içine bakın; siz onları seyre dalın, onlar sizi seyre dalsın. İnsan, âlem-i sağir ise eğer, neden "evde tıkılı kalmak"tan şikâyetteyiz?
Evimizin içinde kaç âlem var? Evinizde, Rabbimizin içine sığma imkânını taşıyan kaç kalp var? O kalpleri tanıyın, kendinizi tanıyın. Elinizin altındaki insan kitabını, âlem kitabını okuyun; âlemlerin, kalplerin, kendinizin kâşifi olun. Görün bakalım o zaman, ev nasıl ev oluyormuş.