''Önemli olan iç güzelliktir…" Bu önermenin hemen hemen her toplumda ve her dilde bir karşılığı mevcut… Üstelik sık sık duyduğumuz bir deyiş. Bu vecizenin gerçekliğinden kuşkumuz yok ama bunu sıkça dillendiren ağızlar için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Gerçek hayatta şahit olduğumuz şey; güzelliğin büyük ölçüde metalaştırıldığı, bu metalaşmanın bedensel görünüme indirgendiği ve Jean Baudrillard'ın dediği gibi fiziki görünümün de ekonomik bir meseleye dönüştüğü.
Bir başka ifadeyle manzara şu: Hemen hemen herkesin "dış" güzellik peşinde oluşu, görüntüye değer verişi, bedensel güzelliğin makbuliyeti, bakım-makyaj salonlarının artışı, herkesin yüzünü, bedenini ya da görünümünü birileri tarafından belirlenmiş kıstaslara göre değiştirme, geliştirme telaşı…
Güzelliğin içi-dışı, siyahı-beyazı, yerlisi-yabancısı olmaz; her ikisi de makul ve makbul. Ama güzeli ve güzelliği bunlardan sadece birine indirgemek; sadece yüzle, bedenle, ölçülerle tanımlamak; salt bir ırkın-toplumun özellikleriyle belirlemek; bir tek kültürün beğenisine göre algılamak/algılatmak; tasavvurunu ve şekillendirilmesini bir zümrenin tekeline bırakmak; tek tip olarak sunulmasını kabullenmek; bir pazarın sömürdüğü bir ürüne ve bir yönlendirme aracına indirgenişini izlemek, bir coğrafya ile sınırlandırmak pek de "güzel" olmasa gerek.
Herkesin peşinden koştuğu güzelliğin, daha doğrusu güzellik algısının böyle pek hoş olmayan bir kullanım alanı da mevcut. Bazıları için o aynı zamanda bir seçme ve ayrıştırma unsuru, bir meta, bir pazarlama aracı, bir kompleks üretim aleti, bir güdüleme mekanizması ve daha birçok şey… Kısacası; çağımızda güzellik sadece estetik bir meseleden ibaret değil. Bu yazıda güzelliğin güzel olmayan taraflarına da değinelim istedik.
GÜZELLEŞMEK İÇİN NELER ÇEKMEDİ Kİ İNSANLIK
"Acı güzelliğin iksiridir" diye bir deyiş vardır ki insanların dış görünümlerini korumak adına katlandıkları bu zorlu yöntemleri anlatır. Yeryüzünde açlığı birkaç kez bitirmeye yetecek kadar milyarlarca dolar harcanan kozmetik sektörü ve salt fiziki görünümü güzelleştirme adına üretilen onca ürün, teknik, metot sadece günümüze mahsus bir şey değil.
Güneşte yanarak bronzlaşmanın revaçta olduğu günümüzün aksine bir iki asır öncesine kadar varlıklı sınıfa mensubiyet işareti sayılan soluk beyaz ten revaçtaydı. Böyle bir tene sahip olmak için özellikle Avrupa'da asırlarca kadın ve erkekler kurşun içeren pudra ve kremlerle zehirlenme pahasına tenlerini beyazlaştırmaktan geri kalmadılar. Bu kurşunlu makyajın en büyük bağımlılarından biri de İngiltere Kraliçesi II. Elizabet idi ve hayatı boyunca cilt sorunları yaşama pahasına bu modadan feragat etmedi.
19'uncu yüzyılda ise daha kalıcı etki adına tebeşir yiyenlere bile rastlanmaya başlandı. Orta Çağ'da beyazlamak amacıyla moda olan bir yöntem ise bol miktarda kan vermekti. Özellikle soylular daha asil yani solgun benizli görünmek uğruna kanlarını vermekten geri kalmadılar.
Batılı kadınların bedenlerini acımasızca sıkıştırarak ince ve dik görünmesini sağladıkları korseler de nefes almayı zorlaştırıyor, kemikleri sıkıştırıyor ve iç organları baskı altında bırakıyordu ancak sağladıkları zarif görünüm nedeniyle kadınlar bu iç giysiden yüzlerce yıl vazgeçmediler.
Günümüzde de zaman zaman moda olan takma kirpikler 19'uncu yüzyılda da vardı ama yapıştırılmıyordu. Göz kapaklarının ucuna iğnelerle küçük siyak iplikler dikiliyor ve makasla kirpik görünümü alacak şekilde kısa kesiliyordu. Henüz anestezinin olmadığı o dönem kadınlarının buna nasıl dayandığını anlamak mümkün değil.
Bu güzelleşme tekniğinin öncesinde ise Orta Çağ Avrupa'sında kaş ve kirpikleri uzatmak değil, tamamen sökmek güzellikten sayılıyordu. O dönem kadınların en cazip yeri alın kabul ediliyordu ve bedenin bu "en çekici" kısmını ortaya çıkarmak için kaş ve kirpikler acı veren bir yöntemle tamamen ya da kısmen sökülüyordu. Hoş görünme eğilimi bazen X ışınlarını kullanmaya kadar vardı. X ışınları 1895'te kullanılmaya başladıktan kısa süre sonra insan sağlığına zarar verdikleri kısa sürede ortaya çıktı. Ama bu bile istenmeyen tüylerin X ışınları teknolojisiyle alınmaya başlamasına engel olamadı.
Zayıflama çılgınlığı da bazen günümüzdekinden daha korkunç safhalara da ulaştı. Öyle ki bir dönem parazit solucanların, daha açıkçası tenyaların sağlıklı ve kolay bir zayıflama yolu olduğuna bile inananlar çıktı bu dünyada. Karıştırıldıkları çeşitli maddelerle yutulan tenyaların bağırsaklardaki besini yiyerek insanları zayıflatması bile bir dönem moda oldu. Oysa bu yöntem kontrol edilemediğinde ölümlere bile yol açıyordu.
İnsanların bir parça daha güzellik, zarafet adına katlandığı daha nice sıkıntılı metot kullanıldı tarih boyunca. Günümüzden bakıldığında çoğu işkenceden farksız görünüyor oysa hangi kültür olursa olsun bu işkencelere bilhassa kadınlar gönüllü katlanıyordu.
O ARTIK KÜRESEL DEV BİR PAZAR
Kadim dönemlerin insanın içinde aradığı ve varoluşu bütüncül bir şekilde hissetme olarak tanımladığı güzellik ya da güzellik algısı artık neredeyse tamamen somut, ölçülebilir hatta kurgulanmış ve çoktan tanımlanmış bir meta. Bir meta olduğu için pazarı da söz konusu ve bu hiç de küçümsenebilecek bir pazar değil.
Güzellik endüstrisinin sağlık, bakım, kozmetik, estetik cerrahi gibi birçok alt kolu söz konusu… Ama artık küresel bir boyut kazanan ve kendi tekellerini üreten bu endüstrinin ilk akla gelen kolu kozmetikteki rakamlar bile bedensel görüntüye indirgenmiş güzellik algısının ne denli bir ekonomi oluşturduğunu göstermeye yeterli. Fikir vermesi için kozmetik endüstrisinin devlerinden sadece L'Oréal'in 2019 rakamlarına göz atmak bile yeterli. Fransız menşeli kozmetik üreticisinin geçen yıl gerçekleştirdiği iş hacmi tam 30 milyar avroyu buluyor. Bu rakam geçen yıla göre yüzde 10 artış anlamına geliyor. Güzellik endüstrisi olarak da anılan kozmetik sanayiinin ölçülebilen toplamına bakıldığında ise dünya genelinde 200 milyar avro gibi bir hacme ulaştığı görülüyor. Makyaj malzemeleri pazarının sadece ABD'deki değeri 2019'da 70 milyar dolara ulaştı ve 2025'te 87 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor.
Dünyada giderek artan dış görünüşü güzelleştirme çılgınlığının sadece kozmetikteki yansımasını parasal olarak bu rakamlardan okumak mümkün. Bu aynı zamanda 2018'e göre yüzde 5,5 bir artış olduğu anlamına geliyor. Aslında büyük bir hızla büyüyen bu pazarı L'Oréal'in patronunun tek bir ifadesi açıklamaya yeterli: "Karşı konulmaz güzelleşme arzusu." Bu arzu dünya genelindeki sosyolojik ve ekonomik dönüşümün de bir eseri. Dünya nüfusu giderek yaşlanıyor, şehirleşiyor, orta sınıf genişliyor; bu üç faktör insanların bakıma ve bakımlı görünmeye olan ihtiyacını da artırıyor.
Bu pazarın sadece kozmetik kolunun dünyadaki paylaşımı ise şöyle dağılıyor: Kuzey Amerika yüzde 25, Avrupa yüzde 24, Latin Amerika yüzde 9, Afrika ise yüzde 3. Asya'yı sorarsanız; Asya kozmetik tüketiminde herkesi geride bırakıyor zira pazarın en büyük dilimini yüzde 39 ile Asya-Pasifik bölgesi teşkil ediyor. Türkiye'de ise bu pazar 1,5 milyar avroluk bir hacme ulaşmış durumda ve yılda yüzde 15 büyüme kaydediyor.
Güzellik emperyalizmi
Her güzelin bir kusuru olduğu gibi güzelliğin de daha doğrusu yaygın güzellik algısının da bir kusuru, ona gölge düşüren rahatsız edici bir tarafı var. O da hemen her alanda olduğu gibi fiziki güzellik algısının küresel boyuta ulaşan bir dayatmaya konu olması. Günümüzde güzellik algısı moda, kozmetik, sağlık, bakım ürünleri, eğlence, müzik, sinema, gösteri gibi büyük getiriye sahip birçok sektörün başlıca vektörü olarak çok önemli bir ticari meta… Ve her ticari meta gibi birilerinin tekelleşme, kullanma, kontrol etme çabalarının odağında. Güzellik algısı nasıl kontrol edilir, manipüle edilir diyorsanız… Cevabı açık; kültür endüstrisiyle, sinemayla, modayla, edebiyatla, eğlence sektörüyle, reklamla ya da medya vasıtasıyla… Bu sektörleri kontrol edenler büyük ölçüde güzellik algısını da belirliyor. Yaklaşık 100 yıldır dünyaya telkin edilen özellikle kadın güzelliği algısının ana hatlarını şöyle belirlemek mümkün: "Beyaz, Anglo-Sakson, Batılı, zayıf, tercihen sarışın, mavi gözlü." Neden böyle… Çünkü bu algıyı üreterek dünyaya dayatanlar kendilerini tarif ediyor da ondan. Tabii ki bu algı da güzel ancak sorun şu ki güzelliğin hele hele kadın güzelliğinin tezahürleri dünyanın belli bir bölgesindeki belli bir ırkın belli bir dönemdeki kendi içinden belirlediği beğeni kalıplarından ibaret değil, olamaz ve olmamalı. Beauté Fatale (Ölümcül Güzellik) adlı kitabında bu durumu anlatan araştırmacı yazar Mona Chollet'nin "idealleştirilen beyaz ten"le ilgili sözleri bu mekanizmayı açıklamak adına kayda değer: "Uluslararası medyaların bir topluma nüfuz ettiği her yerde güzellik kıstaslarını yeniden şekillendirdiğini görüyoruz. Bir Afrika ülkesinde bile uluslararası kadın medyası siyahi kadınların beyaz olmak isteyeceği raddeye dek beyaz kadınları lanse etmeye devam edebiliyor. Kadınlar bununla hiç ilgilenmeseler bile bu modele aşina oluyorlar. Bu yeni bir hadise değil. Beyazlığın kültürel üstünlüğü uzun zamandır söz konusu ve bu önceleri bazen sömürgecilikle sağlanıyordu. Şimdi de reklamlar ve medya ile…"
Sömürge sonrası kompleksi: "Beyaz güzellik"
Ne dedik; yaygın medyaya, modaya, kültüre hâkim olanlar güzellik ve dış görünüm kriterlerini de büyük ölçüde belirliyor, belirlemekle kalmıyor, teşvik ediyor ve dayatıyor. Günümüzde dayatılan güzellikse dış-bedensel görünümle özdeş… (Neden dış güzellik? Kimsenin iç güzellikle ilgili bir teşvikine, dayatmasına rastlamıyoruz çünkü bundan bir pazar, bir ekonomi kolay kolay çıkmaz da ondan!) Dayatılan bu güzellik kriterleri de aşağı yukarı Batılı fizik özellikleriyle eş anlamlı gibi. Zaten fazlaca dayatmasına da gerek kalmamış görünüyor zira dünyanın pek çok yerinde-özellikle eski sömürge toplumlarında- dış görünümle, bedensel yapıyla ilgili bir aşağılık kompleksi oluşmuş durumda: Beyaz tene sahip olmak… 1950'lerin başında sömürge ülkesi Antiller'den çıkan bir entelektüel, psikiyatr ve yazar olan Frantz Fannon insan tenini beyazlaştıran ürünler üreten endüstrilerden bahsetmeye henüz başlıyordu: "Birkaç yıldır dünyanın ciddi laboratuarları zenciliği giderici bir serum üretmeyi öngörmektedir. Bu laboratuarlar mutsuz siyahilere beyazlaşma ve böylelikle bu bedensel hastalıktan kurtulmalarını sağlamak üzere araştırmalara girişmişlerdir." Fannon'un yazdıkları tamamen şaka ya da ironi değildi. Afrika'da onlarca siyahi ülkeyi sömürgeleştiren Fransa'da 20'nci yüzyılın başlarında reklam kampanyalarında zencileri beyazlatan ürünlere yer veren deterjan-sabun firmalarının varlığı kadar gerçekti bu sözler. Aynı dönemlerde Kanada'da temizlik firmalarının "Bir zenciyi beyazlatmak bizim için zor iş değil!" sloganını kullanmaları gibi.
Büyük dönüşüm hayali: Zenciden beyaza…
Sömürgeci Batılı, insanları ve kaynakları sömürürken kavramları da eğip bükme konusunda ustalaşmıştı. Siyah deri kirlilik ve çirkinlikle, beyaz deri ise temizlik ve güzellikle özdeşleştirilmişti. Bedensel özellikler bir insanın kimliğini oluşturan ilk unsurlardı ve beyazlar siyah teni küçümsedikçe siyahilerde ve dahi esmerlerde, kızıl tenlilerde, sarı benizlilerde bir aşağılık duygusunu da uyandırmış oldular. ABD'li siyahiler arasında 1960'larda başlayan ve pop yıldızı Michael Jackson sayesinde tüm dünyanın gözlerin önünde en gösterişli hâli ile görülen bu kompleks günümüzde Amerikan siyahilerinde hâlen varlığını koruyan uygulamalı bir eğilim. Ama kökleri daha öncelere uzanıyor. Çeşitli madde ve metotlarla siyah teni beyazlatma kompleksi Senegal'de "xessal", Kamerun'da "makyaj", Kongo'da "tchoko", Mali'de "ça-ço" adlı uygulamalarla çoktan kültüre girmiş bulunuyor. İşin ilginci eski sömürge topluluklarında varlığını giderek kozmetik sektörü sayesinde geliştiren bu eğilim cilt beyazlatıcı ürünler pazarında çok ulusluların da iştahını kabartan boyutlarda.
BAŞKALARININ TENİNE, SAÇINA, GÖZ KAPAĞINA ÖYKÜNEN BİR DÜNYA
Hâkim beyaz adamın "güzellik-temizlik-üstünlük" sacayağı ile dünyaya telkin ettiği bedensel estetik kriterlerinin neden olduğu kompleks kendini sadece Afrikalılar üzerinden göstermedi. Dünyanın birçok toplumunda hâlen ciddi yansımaları olan bir eğilim aynı zamanda... Örneğin bir dönem sömürgeciliğin en acı yanlarını tatmış olan Hindistan'da özellikle kadın güzelliği demek açık renk tenle özdeşleşmiş görünüyor. 2019 yılında yapılan Miss India (Hindistan Güzellik Kraliçesi Yarışması) bu yaygın eğilimin bariz bir göstergesi gibiydi. Geçtiğimiz yıl Hindistan'ın en güzel kızı seçilmek üzere finale kalan 30 Hintli kızın 30'u da aynı saç rengini tercih etmiş ve hepsi beyaz tenlilerden oluşuyordu. Bu da beyaz tenli olma saplantısının güzel ve saygın olmak anlamına algılandığını bir kez daha gösteriyordu. Hintli simasının en bariz özelliğini oluşturan esmer tenin bu yarışmada bir finalistle bile podyuma çıkamamasını anlamak belki mümkün değil ama çok uluslu kozmetik devlerinin dünyanın en kalabalık bu ikinci ülkesindeki ten beyazlatıcı ürünler pazarındaki rekabete tartışma doğuran reklam kampanyalarıyla dâhil olması aslında her şeyi anlatıyor.
BAŞKASI OLMA KENDİN OL! BÖYLE ÇOK DAHA GÜZELSİN
Büyük ölçüde Batılı tarafından Batılıya göre belirlenen fiziki güzellik standartları karşısında benimsenen bu güzellik/aşağılık kompleksi sadece bir insanlık statüsü hâline getirilmiş beyaz tenle sınırlı değil. Bu kompleksin en yaygın dallarından biri mesela Asya toplumlarında hâkim olan "çekik göz" sendromu. Özellikle Asyalı kadınlar arasında yaygın olan bu eğilim Japonya, Kore başta olmak üzere Batılı göz kapaklarına sahip olmak isteyenleri uzun yıllardır göz kapağı ameliyatlarına yönlendiriyor. Asyalı tipinin en bariz özelliği olan çekik göz birçokları tarafından kurtulunması gereken bir özellik olarak değerlendiriliyor ve çare estetik ameliyatla göz kapaklarına kat ekleterek Batılı göz kapağına sahip olmakta aranıyor. Uzak Doğulu kadınlar kadar genç erkekler arasında da yaygınlaşan bu cerrahi uygulamayı göze alamayanlar için de alternatif var: Göz kapaklarını katlı görünecek şekilde yapıştıran özel zamklar. Bir başka uygulama ise bilhassa Amerikalı siyahiler arasında son 15 yıldır hayli yaygın olan kıvırcık saçları düzleştirmek. Afrikalıların alamet-i farikalarından biri olan kıvırcık saçlar yerine beyazlar gibi düz saçlara sahip olma eğiliminin kuaförlük sektörüne on milyonlarca dolarlık bir alan oluşturması ülkede başlı başına bir fenomen. Hatta bu eğilimi işleyen bir belgesele Sundance Film Festivali'nde ödül bile getirdi. Pop yıldızları başta solmak üzere siyahi kadınları oldukça zahmete sokan "kıvırcık saçtan kurtulma" arayışında siyahi erkekler daha şanslı zira onların bunca zahmete girmesine gerek yok. 1990'lardan beri hayli revaçta olan saçları kazıtma modasına uymaları yeterli. Çetelesini tutmasak da bu tür örneklerin sayısını çoğaltmak, dünyadaki toplumsal fiziki kompleksler listesini uzatmak mümkün. Oysa dünya şu şarkı sözünün bilincinde olsaydı belki de kimse böyle arayışlara yönelme ihtiyacı bile hissetmeyecekti: "Başkası olma kendin ol! Böyle çok daha güzelsin."
TELKİN EDİLEN GÜZELLİK VE "İDEAL ÖLÇÜLER"İN İLK KURBANI KADINLAR
Fiziki güzellik, yüz güzelliği de güzel tabii… Neden olmasın? İyi ama ortada bir sorun yok mu acaba? Bir değil iki sorun var aslında: Biri güzellik algısının manipüle edilişi… Diğeri ise bu algının hedefindeki kadın sorunu… Fransız sosyolog Jean-François Amadieu'nün birkaç yıl önce medya ve reklam endüstrisi tarafından dayatılan fiziki güzellik kalıplarını sorguladığı kitabının adı aslında günümüzde modern toplumun getirildiği noktayı tespit eder gibi. La Société du Paraître (Zevahir Toplumu).
Bu çalışma imaj tarafından yönlendirilen günümüz toplumlarının şekillenişinde fiziki/dış görünümün giderek daha önemli bir yer edindiğini ortaya koyuyor. Dış görünüm güzelliği kriterleri ise kazandığı ve adeta takıntı hâline dönüşen bu itibarlı mevkii büyük ölçüde medya ve reklam sektörlerine borçlu. Bu noktada toplumda en fazla etkilenen, hedef kitleyi oluşturan hatta yer yer kurban konumuna düşenleri ise büyük ölçüde kadınlar oluşturuyor.
Fadime Özkan bu sorunu işlediği bir makalesine şu sözlerle başlıyor: "Hastalıklı bir güzellik anlayışı yerini iyiden iyiye sağlamlaştırıyor. Çizgi filmler ve oyuncak sektörü küçüklerin; filmler, moda sektörü ve magazin basını başta olmak üzere topyekûn medya dünyası yetişkinlerin beğenilerini arsızca biçimlendiriyor ve onlara hep aynı kadın modelini sunuyor."
Uzun yıllar mankenlik yaptıktan sonra akademisyen olan ve yakından tanıdığı moda-kozmetik-modellik gibi sektörleri eleştiren kitap ve makalelere imza atan Doç. Dr. Ebru Güzel'in de bu sorunu ve dayatılan fiziki güzellik algısı ile medyanın bu sorundaki rolünü irdelediği bir makalesinin başlığı günümüzde güzellik algısının getirildiği noktayı çok iyi özetliyor: "Güzellik Dayatması Altında Tüketim Nesnesine Dönüşen Kadın…"
Makalesinin girişinde durumu şöyle ifade ediyor Güzel: "Günümüz güzellik ideali sadece dış görünüşle ilintili, tüketim arzusunu körükleyen, kadınların kendi bedenleriyle takıntılı bir ilişki kurmasına yol açabilen bir kadın sorunu olarak belirmektedir. Bu anlamda, güzellik dayatması altında tüketim nesnesine dönüşen kadın sorununda kurulu kadınlık rolleri içinde güzelliğin de dâhil olduğu, edilgen bir kadın kimliğini olumlayan medya, ideallerin aktarılmasında etkin bir rol oynar."
Avrupa'da ses getiren Beauté Fatale (Ölümcül Güzellik) yazarı Mona Chollet de kadınların özellikle reklamlarla sürekli olarak adeta sadece dış görünümleri için yaşamaya yönlendirildiği görüşünde. Amerikan Plastik Cerrahi Derneği'nin estetik ameliyat rakamları da bu görüşü destekler nitelikte. Buna göre ABD'de estetik operasyonlara başvuranların yüzde 92'sini ve "ideal" manken ölçülerine özenerek anoreksi hastalığına yakalananların yüzde 90'ını kadınlar teşkil ediyor.
Harvard Üniversitesi ile London School of Economics'in birlikte yaptıkları bir deney bunun somut ispatı niteliğinde. İki üniversitenin araştırmacılarından oluşan bir ekip 10'u aşkın ülkede 18 ila 64 yaş arasındaki 3 bin 200 kadınla görüşmeler yaptı ve medyada sunulan kadın güzelliği kriterleri üzerinden kendilerini değerlendirmelerini istedi.
Araştırma, katılan kadınların yüzde 68'inin kendilerine reklamlarda sunulan güzel kadın ve kadın fiziği kriterleriyle uyum içinde olmadıklarını düşündüğünü gösterdi. Bunların yüzde 50'si medyada yansıtılan "ideal" kadın ve kadın bedeni imajı karşısında şişman hissediyor, sadece yüzde 2'si bu kriterlere göre kendilerini "güzel" ya da "ideal" görünüşte değerlendiriyordu.