Güzellik yorgunu bir çağ, içinden geçtiğimiz. Güzelliğin yoğurduğu değil, yorduğu bir çağ. Endekslerin indeksleri inlettiği ve en geçer endeksin güzellik olduğu bir çağ. Biz buraya nereden geldik? Geldiğimiz yer bizim mi? Yoksa ısmarlama mı? Ismarlama elbiseler üzerimizde iyi dururken ısmarlama güzellikler iyi/güzel durur mu?
Durmaz. Çünkü güzellik ısmarlanan değil ısrarla kazanılan bir şeydir. O zaman salgın bir hastalık gibi yayılan ısmarlama güzellikler de neyin nesi? Güzel olan gerçekten bu mu? Güzel olan kim? Güzel olan ne? Bir insanın başına gelecek en büyük felaket sorular sormadan cevapları almasıdır. Orada insan yoktur. Orada anlam yoktur.
Orada Allah yoktur (Allah'ın olmadığı hiçbir yer de yoktur). Orada cevaplar vardır. Başkalarına ait cevaplar. Maruz kaldığınız cevaplar. Maruz kaldığınız ama mazur görmeyeceğiniz cevaplar.
Maruz kalıyor ve mazur görüyoruz. Bu çağda böyle... Uzun zamandır böyle. Ne kadar derseniz? Epey uzun. Nereden baksanız var bir 300 yıl. Bilemediniz 200 yıl. Hemen akla gelecek şey, Batı karşısında ilerleyişimizin durması. Hatta gerilemeye başlamamız. Biri bizi 300 yıl öncesine götürür, diğeri 200 yıl.
Peki, gerçek bu mudur? Batı karşısında yenilmek ya da gerilemek midir bizi bu hâle düşüren? Yoksa kendimize yenilmemiz ve kendimiz karşısında gerilememiz midir? Bu soru üzerine düşünelim derim.
Tarih bize, millet sayısının çok ama medeniyet sayısının az olduğunu söyler. Bir fikrin ya da dinin var olması başkadır, medeniyet elbisesini giyecek birikime sahip olması başkadır. İslam bir mesajla başlamıştır arzın kalbinde. Oku diye başlayan bir mesajla. Oku diye başlamış ve yeryüzünü dokumaya girişmiştir.
Okumakla dokumak arasındaki ilişki teoriyle pratik arasındaki ilişkidir. Teori pratik için vardır. Pratik yeni teoriler için. Okumak dokumak için vardır. Dokumak yeni okumalar için. İkinin ikisi de birdir. Ayrılamazlar birbirlerinden. Ayrılırlarsa varlığın ahengi bozulur. Dünya sarsılır. Ehrimen intikamını alır Ahura Mazda'dan. Bu yüzden bir olması önemli oku emriyle doku pratiğinin. O kadar önemli ki, çıkmaz ortaya güzellik. Hele de sonsuz güzellik.
Her şey görünmeye dayalı
O vakit soralım. Nedir bu sonsuz güzellik? (Cevaplamadan bu soruyu bir şerh düşelim önce). Zihinleri ve kalpleri atomize edilmiş kişilerin anlayabileceği bir şey değildir sonsuz güzellik. Malum, çağımız atom çağı. Atomu yeni bulmadık ama atomculuğun felsefi düzlemden çıkarak hayatımızı-hayatı ve her şeyiele geçirmesine yeni muhatap oluyoruz.
Ruh ve beden, madde ve mana, akıl ve kalp, teori ve pratik, sanat ve zanaat birken yaratılışta, yaşayışta ayrılar bugün. Ayrı ve gayrılar. O kadar ayrılar ki ruhumuzun istek ve ihtiyaçlarıyla bedenimizin icraatları arasındaki uçurumu atomun bütün bileşenleri bir araya gelse kapatamaz (Abartıyorum, birazdan da kabartacağım).
Bu ayrı gayrılıktan nasibini alanlardan biri de güzellik algımız. Parçalanmış hayatların paralanmışgüzelliğiyle devam ediyoruz hayata. Ve olamıyoruz bir türlü güzel. Güzel görünüyoruz ama olamıyoruz güzel. Çünkü her şey görünmeye dayalı bu çağda; görmeye değil görünmeye.
Çocukluğumuzdan beri güzellikle ilgili en çok duyduğumuz şey, önemli olanın iç güzellik olduğudur. Önemli olanın iç güzellik olması ve dışın kaporta olarak ifade edilerek küçümsenmesi hayatımda duyduğum en büyük palavradır. Kim söylemiş, ne zaman söylemiş bilmiyorum ama izan sahibi bir kişinin ağzından dökülmediğinden eminim. Ve o kişinin Müslüman olmadığından da.
Şimdi birileri itiraz edip diyecek: Şöyle bir hadis yok mu: "Mahşer günü Allah sizin dış görünüşünüze değil, kalbinize ve amellerinize bakacak". Var efendim var. Var da biz yokuz. Sözü doğru anlamak diye bir şey yok. Anladığımız şeyi sözün bizzat kendisinin yalanladığını anlamayacak kadar yokuz biz.
"Biz" diye bir şeyden boşuna bahsetmiyorum. Zira öyle bir "biz" var tarihte. Ama tarihte. Artık o "biz"den bizde yok. Neyse.. Bu bahsi diğer.. Efendimiz diyor ki, "Allah kalbinize ve amellerinize bakacak." Yani hem içinize hem dışınıza bakacak.
Kalp içse, ameller o için dışardaki temsilcisi. İçe bakarken dışa, dışa bakarken içe bakarsınız bu yüzden. Yani, nasıl göründüğünüz önemli. Gördüğünüz kadar görünürsünüz bu hayatta. Görüşünüz eksikse görünüşünüz de eksiktir.
Peygamberimizin hırkası
Bu anlamaların (yanlış) hepsi atomcu bir dünyanın armağanı bize… Fazlasıyla düşmüş nasibimize. Hâlbuki Efendimiz'i düşünün. Nasıl görünüyordu sizce? İçi güzel olan Efendimiz'in dışı çirkin miydi? Kötü görünen bir Peygamberimiz mi vardı ortada? Haşa... Böyle bir şeyi söylemek kimin haddine! Güzel bir peygamberdi o. Güzel görünüyordu.
Adına yazılan şemail kitapları anlatır tek tek güzelliklerini. Yere göğe sığmaz o güzellikler. Şemailler dış görünüşünü, dışa yansıyan güzelliklerini anlatır Efendimiz'in. Yakışıklı bir peygamber vardır karşımızda. İyi giyinen bir peygamber...
Bu yüzden Mus'ab b. Ümeyir ona benzetilir en çok. Yürürken onu görmek için Mekke kadınlarının pencerelere koştuğu Mus'ab b. Umeyr. İyi giyinen bir peygamber diyorum. Peki, bunu nereden çıkarıyorum? Hırkasından! Veysel Karani'ye hediye ettiği şerefli hırkasından.
Hiç yakından baktınız mı bu hırkaya? Bir metnin satır aralarında hakikat avına çıkar gibi incelediniz mi? Ne gördünüz? Dikkatinizi çeken ne oldu? Çok şey değil mi, eğer bakabildiyseniz? Birbirinden farklı desenler, modüler anlayış, sonsuza giden bir hareket ve tüm yüzeyi kaplayan tezyinat.
Hiç sanat açısından değerlendirdiniz mi? Ya dokuma açısından? Dokuma ve tezyinattaki kaliteyi, ince işçiliği gördünüz mü peki? Sanmıyorum. Çünkü hırkanın manevi değeri gözlerimizi kamaştırıyor ve ondan başka bir şey görmüyoruz. O manevi değerden başka bir şey düşünmüyoruz.
Bu çok doğal… Neden düşünelim? Hele de yüzlerce yıldır o güzelliğin bir yansıması olarak yaşamış ve üretmiş bir millet olarak neden düşünelim?
Bunu, Dede Efendi söyleseydi bir anlamı olurdu ama bizim söylememiz abesle iştigal. Çünkü o güzelliğin yansıması olarak yaşamıyoruz bugün. Güzelliğin her yerde görünür kılındığı tecrübeden fersah fersah uzaktayız. Değil yaşamak, anlamaktan uzağız bunu.
Güzel olmanın ne olduğunu bilmiyoruz
Evi, sokağı, şehri, elbisesi, aklı, kalbi, ruhu, duruşu, duyuşu, bakışı, bakılışı, şeyleri okuma ve anlama biçimi, hissetme ve gösterme biçimi, konuşma ve dinleme biçimi, biri seslendiğinde karşılama biçimi ile güzel olmanın ne olduğunu bilmiyoruz.
Bütün hâlinde bu güzelliklerin varlığımızda mündemiç olmasının ne olduğunu bilmiyoruz. Biz bilmeyince de güzellik nedir, dayatılıyor bize ısmarlama güzellikler. Sahtenin gerçek maskesi takarak güzellik olduğu görünümler. Dayatılmakla kalmıyor, büyük paralarla satılıyor. Terazi ve denge kalmadığı için de satın alıyoruz güzel olmayan güzellikleri biteviye.
Şimdi sözü, Hırka-i Şerif'in konservasyonunu yapan İtalyan uzman Marina Zingarelli'ye verelim. Hırkayı sanat yönünden değerlendirirseniz neler söylersiniz sorusuna Zingarelli şöyle cevap veriyor:
"Sanatçı değil ama bir kumaş restoratörü ve konservatörü olarak fikirlerimi ve görüşlerimi belirtebilirim. Hırka ile ilgili bahsedebileceklerim dokuma işinin ve üzerindeki motiflerin düzenliliği, güzelliğinin olağanüstülüğü ile birlikte bu işlerin inanılmaz bir zarafet ve incelikle yapılmış olması. Zaten bu güzelliklerin hepsi de beni fazlasıyla etkiledi."
Hırkayı incelediğinizde temel iki şeyle karşılaşırsınız: 1-Güzellik 2-Kalite. Kaliteli bir kumaşa kaliteli işleme yapılmıştır. Kumaş kaliteli olmasa işleme de olmazdı. Kumaş kaliteli olmasa hırka bugüne ulaşamazdı. Kâgir bir yapı gibi binlerce yıla dayanarak konservasyon imkânı tanıyor Efendimiz'in hırkası. 1400 yıl sonra bugün hâlâ yaşıyor.
Bir de kendi hırkalarımızı düşünün. Giymediğimiz zaman durduğu yerde çürüyen hırkaları. Ayakkabılarımızı! Tabanlarının doğal ömrü en fazla altı yıl olan ayakkabılarımızı. Hayatımızdan çekilip alınan şeylerin başında kalite geliyor. Kaliteli kumaş, kaliteli deri, kaliteli malzeme, kaliteli ev, kaliteli işçilik, kaliteli insan…
Kalite kalmayınca güzellik de kalmıyor, zira güzellikle kalite ayrılmaz bir bütündür. Güzellik nasıl haksa insana, kalite de o kadar hak. Bunu nerden öğreniyoruz? Yine Hırka-i Şerif'ten. Güzelliğin "Elif, Ba"sı diyebileceğim insan yapımı bir hırkadan.
İçi dışı bir güzellik
İşte buradan sonsuz güzelliğe geçiş yapıyoruz. İçi, dışı, tahayyülü, tasavvuru, tezahürü güzel olmanın ve gittiği her yere bunu götürmenin tecrübesini ifade ediyor sonsuz güzellik. Alamet-i farikası da Efendimiz olarak önümüzde duruyor.
Sonsuz güzelliğin peşinde bir ömür sürmüştür Efendimiz. Her şeyi güzeldir onun. Bakışı güzeldir, duruşu güzeldir, duyuşu güzeldir, konuşması güzeldir, susması güzeldir, dinlemesi güzeldir, dinlenmesi güzeldir, akletmesi güzeldir; anlaması, anlatması güzeldir, sureti güzeldir, sireti güzeldir, imanı güzeldir, ihlası güzeldir, namazı güzeldir, namazdayken torunlarıyla oynaması güzeldir, orucu güzeldir, tutması, açması güzeldir, eşlerine davranışı güzeldir, dostlarım deyişi güzeldir, dostlarını karşılayışı güzeldir, güzel bir komutandır o, güzel bir emirdir.
Kokusu da güzeldir, kıyafeti de. Kumaşın üstündeki çiçek deseninin kendisini heyecanlandıracağı kadar güzele düşkün, güzelliğe vurgundur. Ve sonsuz bir güzellik sunar bize. Parçalanmış ve paralanmış zihinlerimizi birleyecek bir güzellik sunar. İçi, dışı bir, bir güzellik sunar.
Bu vesileyle güzelin, güzelliğin peşinde olmak Hz. Muhammed'in peşinde olmaktır. O'nun gibi güzel olmak, güzel anlamak ve güzel davranmaktır. Sert bir şekilde keserek cümleleri burada, götürüyorum sizi bir hırkaya. Hayatını görünmeye değil, görmeye adamış bir Ben-i Adem'in hırkasına. Efendimiz'e ve O'nun şerefli hırkasına.