İnsanoğlu hep ideal olanı, hep güzel olanı ister. Çünkü en iyiyi kendinin hak ettiğinde hem fikirdir. Bu yüzden dünya nimetlerinden faydalanırken "en" parantezinde pek çok şey onun önüne serilmelidir. Nefis bu duyguyu her çağda körüklemiştir.
Güzellik; herkesin olmak istediği, olamazsa elde etmek istediği, hiçbir şey yapılamadıysa kalbinin güzelliğine dem vurduran gerçek bir büyülü kelimedir. Güzellik göreceli derler. Bir nebze öyledir. Ancak toplumsal mutabakata varılmış ölçüleri de yok değildir. Tabii bu ölçüler zamana, coğrafyaya ve kültüre göre değişiklik gösterebilmektedir.
İnsanın en temelde, zamana kazınmış fiziken güzel olma isteği vardır. Tüm organlarının sağlıklı ve iyi çalışması, ölçülü, estetik ve birbirleri ile uyumlu olması. Netice ise diğer insanlar tarafından beğenilme, takdir edilme ve onun gibi olma isteği uyandırma ile ortaya çıkmaktadır. Yani sizi ne kadar çok insan beğeniyor ve size imreniyorsa siz o kadar güzelsinizdir kabaca.
Sanat da toplumun bu düşüncelerinin dışavurumudur, pek çok olgunun dışavurumu olduğu gibi. İdeal olan, güzel olan, olması gereken sunulur pek çok sanat eseriyle. Sinema görsel bir şov üreticisi olarak güzel olanla daha sıkı bir ilişki içerisindedir. Öncelikli olarak kullandığı dil, kamera açıları, ölçekleri, kadrajlar, ışık, ses, efekt vb. teknik unsurlar güzele meyillidir.
İnsanın güzele zaafı etkili bir araçtır
Sinema, senaryo ve bu teknik özellikleri kullanarak hikâyeyi en güzel, en iyi ve en etkili şekilde anlatmaya çalışmaktadır. Güzel olanın iyi ve kabul edilebilir olduğu, göze hoş gelmesi ön kabulü bu tür çalışmaya zemin hazırlar. O yüzden sinematografik kadrajlar insanı etkileyen, duygulandıran, anlam yüklü yerlerden seçilir; mevcut değilse bunları çağrıştıracak şekilde sıfırdan tasarlanır. Çünkü sinemada temel noktalardan biri hedef kitleyi yakalamak, seyirciyi sinema salonuna çekebilmektir.
İnsanoğlunun güzel olana zaafı bu yolda iyi ve etkili bir araçtır. O yüzden başta esas kahramanlar olmak üzere güzel oyuncular, güzel evler, güzel arabalar, güzel manzaralar, güzel kıyafetler, güzel sözler ön plana çıkartılır sinemada. Bu güzellikler özellikle başrol oyuncularına aittir, onların yaşama alanlarını oluşturur. Zira ana karakter ile seyirci özdeşleşebilmeli, bağlantı kurabilmelidir.
Aksi tarafta kötü karakterler, düşmanlar, fitne sahipleri, çirkinliklere büründürülür, toplumun hoş görmediği özellikler ile bezenir. Onlardan da mümkün olduğunca uzaklaşılmalıdır. Böylece senaryo için gerekli olan temel çatışma ortamı fiziksel ve duygusal olarak da sağlanmış olur.
Seyirci, filmin başında kimin tarafında olacağını anlar ve ona göre filmi seyrederek hikâyenin peşinden gider. Zira kendisi de güzel olanı sevmekte, güzel olan gibi olmak istemektedir. Kendisinde o güzellikler olmasa da o güzelliklerden bir pay çıkarma peşindedir. Hayal âleminde olsa bile o güzelliklerden bir nebze olsun zevk almak ister.
Filmlerde güzel, estetik vücut hatlarına sahip, makyajlı, iyi giyimli, vücut ölçüleri orantılı kadınların aynı şekilde bakımlı, şık giyinmiş, temiz erkeklerin arzı endam etmesi hep bu yüzdendir. Oyuncuların küçük kusurları makyaj hileleri, ışık oyunları, kostüm ekibi ve çeşitli bilgisayar efektleri ile ortadan kaldırılır. Dahası güzel olacak şekilde oyuncular ve sahneler elden geçirilerek yeniden düzenlenir. Olmayan objeler yerleştirirler, mekânlar oluştururlar.
Artist yarışmaları
Bir modernleşme aracı olarak görülen güzellik, artist ve ses yarışmaları 1950'lerle birlikte Batılı bir yaşam formunu sunan magazin dergileri için kitleleri etkileme yolunda önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Toplumun ilgisini çekmek için kullanılan bu yöntem ile yeni şöhretler, yeni yıldızlar doğmuştur. Dereceye giren kadın ve erkek güzelleri ile zaman içinde film anlaşmaları yapılır hâle gelmiştir. Hatta pek çok yarışmada yarışma şartlarında belli sayıda film çekmek vardır.
Ses, Yıldız ve Artist dergilerinin başı çektiği artist ve oyuncu yarışmaları sinemamıza pek çok isim kazandırmıştır. Fiziki olarak göze hitap eden yarışmacılar, zamanla içtenlikleri ve oyunculuk kabiliyetleri ile Yeşilçam'ın gönlünde taht kurmuşlardır. Örneğin 1951 yılında Yıldız dergisi ve İstanbul Film'in açtığı yarışmada Belgin Doruk ve Ayhan Işık birinci olmuştur. Sinemamızın taçsız kralı, yakışıklı jönü Ayhan Işık, grafikerlikten sinemaya uzanarak pek çok filmde başrol oynamıştır. Güzelliği ile parmak ısırtan Belgin Doruk aşk filmlerinin aranan oyuncusu olmuştur.
Özellikle popüler kültür, sanat ve magazin dergisi olarak 1956 yılında yayın hayatına başlayan Ses dergisi, ses getiren artist yarışmalarıyla bir taraftan kendi adını duyurmuş diğer taraftan kendi içeriği için zengin ve işlevsel malzemeler toplamıştır.
Ses dergisinin sinemamıza kattığı ünlü isimlerden bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Ediz Hun (1963 birincisi), Ajda Pekkan (1963 birincisi), Hülya Koçyiğit (1963 ikincisi), Selda Akkor (1965 birincisi), Gülşen Bubikoğlu, Necla Nazır (1973 birincisi), Kadir İnanır (1967 Finalist), Tarık Akan (1970 birincisi) Oya Aydoğan (1976 birincisi)
Yıldız dergisi Ekrem Bora'yı (1953), Artist dergisi Cüneyt Arkın (1963) ve Filiz Akın'ı (1962) sinemamıza hediye etmiştir.
Yıllar içinde bu gelenek, güzellik ve mankenlik yarışmalarına evirildi. Podyumların güzel kızları ve erkekleri kulvar değiştirerek şan-şöhret içinde sinema ve televizyona yöneldi. 1997 Best Model Of The World birincisi Kenan İmirzalıoğlu (Kabadayı, Uzun Hikâye, Yazı Tura, Deli Yürek Bumerang Cehennemi) ve 2002 Best Model Of The World birincisi Kıvanç Tatlıtuğ (Kelebeğin Rüyası, Hadi Be Oğlum, Organize İşler Sazan Sarmalı) erkek güzeli olarak başarılı filmlere imza attılar.
Güzeller tarafında ise Nebahat Çehre (1960) ile başlayan silsilede Türkiye güzelleri seçilen Aydan Şener (1981), Çağla Şikel (1997), Arzum Onan (1993), Demet Şener (1995), Azra Akın (2000) gibi pek çok isim dizi ve sinema dünyasında şanslarını denediler. Bununla birlikte pek çok güzel manken ve ses sanatçısı da bu ışıltılı dünyalarda kendilerine yer açmak istedi ancak unutulan şey güzelliğin her kapıyı açıp her rolü oynatmadığıydı. Zaman için değişen seyirci gördüğü güzel şeyin içinin de dolu olmasını, rolün hakkının verilmesini istiyordu. Tabii bu durumlarda seçilen rollerin ve vitrine çıkılan zamanlarında önemi büyüktür.
Batılı olduğun kadar güzelsin!"
Birinci olan yarışmacılar Avrupai görüntüleri, renkli gözleri, yakışıklılıkları ve güzellikleri, bakımlı olmaları ile göze çarpıyorlardı. Şehirleşmenin başladığı, taşranın terk edildiği, sanayileşmenin filiz verdiği bu yıllarda dışa açık politikalar güdülüyordu. İki dünya savaşından yorgun çıkan, kıtlık görmüş, bunalmış, yorgun bir millet, dış dünyanın refah ve nimetleri ile tanışıyordu. Medya yabancı ülkelerden pek çok haber ulaştırıyordu güzel ülkemize. Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak için Batılı olmak düşüncesi her yerdeydi.
Yeşilçam da insanların hayallerini süsleyen zengin evlerinden, pop müzikten, yemek dolu masalardan, Paris'ten giyilen elbiselerden bahsediyordu. Lüks arabalar gece hayatına dalıyordu bu filmlerde. Cahillik ve geri kalmışlık taşraya ait bir olguydu. Kirli, pis, kötü huylu, cahil erkekleri gibi bakımsız, yabani, oturmasınıkalkmasını bilmeyen çirkin kızları vardı kenar mahallelerin. Zengin oğlanlar ve kızlar, fakir kızlar ve oğlanlardan hoşlanabiliyordu geçici bir süre, gönül eğlendiriyordu vahşi cazibe yüzünden.
Sonrasında ise çamurlu yollarda, mahalle samimiyetinde yaşayan muhitte ezilmişlik hüznü yaşanıyordu. İntikam içinse güzel olmak, Batılı olmak, onların deyimiyle "şeherli" olmak gerekiyordu. Güzel olmak demekse makyajlı olmak, kısa etek ve gece elbisesi giymek, kuaföre gidip saç yaptırmak, kedi yürüyüşü ile dikkat çekmek demekti yoksa yürekteki güzellik işe yaramıyor düzgün yürümek için başta taşınılan kitabı okumak fayda etmiyordu.
Güzellik böyle temiz, pak, masum olmak değil, Batılı gibi olmaktı, Avrupalı olmaktı. Oyun kurallarına göre oynanmalıydı. Bu hikâyenin az da olsa erkek versiyonu da oluyordu. Yeşilçam güzelliği dış kaynaklıydı. Güzel olmak için değişmek, değerlerinden, beğenilerinden vaz geçmek; istenilen, beğenilen şekilde olmak gerekiyordu. Özü terk ederek değişmek her şeyi çözecek ve aşk da peşi sıra gelecekti.
Bununla birlikte taşra güzellerinin/ yakışıklılarının bir hafta, üç günde bu meziyetlere ve olanaklara kavuşması içten bile değildi. Yeter ki istesinlerdi. Bütün mahalle seferber olurdu. Böylelikle "onlar" gibi olabilmenin aslında çok kolay olduğu ortaya çıkıyordu. Birkaç elbise, birkaç kelime, yeme-içme adabı ve bunları öğretecek bir kişi, gerisi zaten potansiyeli olan Anadolu insanında vardı. Bu tür filmlerin en bilineni Kezban (Yaralı Bebek)'tir (1963). Ancak Kezban asıl şöhretini 1968 yılında Hülya Koçyiğit'li yeniden çevirimi ile elde eder. Çok beğenilen filmin iki devam filmi daha gelir: Kezban Roma'da (1970), Kezban Paris'te (1971).
Yüzümüzü Batı'ya döndüğümüzden beri devam eden bu hikâyeler, Yeşilçam'la daha bir yerleşik kalıba oturdu. Güzel olan Batı'daydı. Rol model olan kahramanlar, Batılı formdaki güzel kız ve erkeklerimiz ile arzuladığımız medeni seviyeye ulaşmak mümkündü. Bu düşüncenin altı ince ince çizildi. Oyuncuların giydikleri elbiseler, taktıkları aksesuarlar, saç biçimleri, yürüyüşleri, dansları toplumu özellikle gençleri etkiledi.
Günümüzde televizyon ve sinema dünyasının bu büyüleyici etkisi hâlen devam ediyor. Bir akıma dönüşen bu şeklî değişim ister istemez düşünceye ve ruha da işliyor. Bu topraklardan beslenmeyen, bu toprakların özü ile yoğrulmamış bir yaşam formunda yaşayan zihinler de hâliyle beslendikleri kaynaklara göre şekil alıyor ve o kaynaklar gibi en kötüsü de onların istediği gibi düşünmeye başlıyor.
Zira çevrelerinde, gördükleri, okudukları şeylerde onlar ve onların ürettikleri var. Zihinlerini okşayan güzellikler Batı'ya ait, Batılı forma sahip güzellerle sunuluyor. Belki de bu yüzden kabul etmek daha kolay oluyor. 1950'lerden bugüne işlenen bu anlayış Batılı kahraman arayan nesillerin tohumlarını attı, yeşertti ve filizlendirdi. Belki de "güzel ama kime göre?" diye sorma zamanı geldi?
Güzel fethedilir
Güzel olan sinemada aynı zamanda iyi ile kötü arasında bir ganimet konumunda. İyi olanın, gücü elinde bulundurması gerekenin, esas oğlanın kendini kanıtlaması için aşması gereken bir engel gibi daha doğru bir ifade ile ele geçirmesi, elde etmesi, kendine âşık etmesi gereken bir olgu. Böylelikle güç kendinde yer edecek ve pekişecek. Seyirci nezdinden ayakta alkışlanacak. Bu anlamda kadın bir hâkimiyet ve arzu nesnesi olarak sunulur kuşkusuz. Kendi istek ve benliğinden azade kapitalist sistem içinde bir ürün gibidir. İkinci sınıf muamele görür.
Pek çok casus ve aksiyon filminde sevilen, âşık edilen, eğlenilen hep güzel kadınlardır. Onların görevi kahramanın yanındaki boşluğu doldurmak, baloda en iyi dans figürü için eş olmaktır ya da düşman için zayıf nokta, kullanılabilecek bir koz. Bu anlamda bir acziyet göstergesi. Kadını küçük gören bu zihniyet aynı zamanda değersizleştirir de. En açık örneği ile James Bond filmlerinde gördüğümüz kadınlardır bunlar. Âşık edilmesi gereken amiyane tabirle tavlanması gereken kadınlardır. Filme cinsel bir atmosfer katarak güzelleştirirler sahneleri. Güçlü, cesur, korkusuz, fedakâr, kahraman Bond'a yakışan gönül eğlenceleridir.
Türk Sineması'nda ise fethedilmesi gereken kale olarak görürüz kadınları. Bizdeki güçlü, cesur, korkusuz, fedakâr, kahraman Kara Murat, Malkoçoğlu, asıl görevini yapmakla birlikte Bizans'ın güzel prenseslerinin gönüllerini de kazanarak haklılığını ortaya koyar. Böylesine güzel prensesler ancak bir Kara Murat ve Malkoçoğlu'na layıktır.
Aşk için bir bakış, bir gülüş yeterlidir. Zamanın eridiği bu anlarda vatan için mücadele eden şanlı kahraman, Kahpe Bizans'ın oyunlarını yerle bir eder. Kadın yine ikinci planda kahramanın ardı sıra yürür vaziyette her şeyi kabul eder tüm güzelliği ile. 70'lerde başlayan erotik filmler furyasında ise güzellikler her türlü istismara açık hâle gelir.
Özetle güzel kadınlar özellikle popüler ticari sinemada kaçırılan, hapsedilen ve kurtarılmayı bekleyen konumundayken yakışıklı/ güzel erkekler maceradan maceraya atılan, bir kadını kurtarmak için zorlu yollardan geçen ve eninde sonunda çeşitli kahramanlıklar yaptıktan sonra kadını kurtararak ödüllendirilirler. Hollywood sinemasında bunların örneklerini çok görürüz. Solo çekilmiş kahraman/ süper kahraman filmlerini düşünün: Örümcek Adam, Demir Adam, Hulk, Ninja Kaplumbağalar…
Peki, var olmak isteyen kadın ne yapıyor? Ataerkil ve cinsiyetçi baskı altında erkeksileşiyor. Şoför Nebahat, Fosforlu Cevriye olarak sinemada kendine yer ediniyor. Zira erkeklerin başrol oynadığı dünyada erkekle eşdeğer role pek yer yoktur. Öyle güzellikle de sadece yan rolde; bir sevgili, eş, kötü kadın olarak yer alınabilmektedir. Hükümet Kadın 1-2, Deliha, Hadi İnşallah gibi filmlerde kadın erkeksileşir. Hâl, tavır, üslup ve duruş çizgiyi erkek tarafına çevirir. Güzellik silinir, ses kalınlaşır, davranışlar kabalaşır, giyim-kuşam çirkin bir hal alır.
Diğer bir taraftan bazı filmlerde güzel kadınları kötülüğün merkezinde "femme fatale" olarak görürüz. Öldürücü cazibeleri ve dişilikleri ile şeytan ile anlaşma yapmış gibidirler. Kötünün yanında yer alarak kahramanlarımızı yenilgiye uğratmaya çalışırlar, onlara tuzak kurarlar. Hem başrol oyuncularını hem de seyirciyi güzellikleri ile büyüleyerek etkilemeye çalışırlar. Oysaki bu güzellik gerçek kötülüğü gizlemek için bir perdedir sadece. Kara film türünde çok sık gördüğümüz bu güzel kadınları, Temel İçgüdü, Batman Returns, Femme Fatale, Siyah Kuğu filmlerinde de hatırlayabilirsiniz.