Güven Adıgüzel: Güzellik endüstrisinin kökenleri

Güzellik endüstrisinin kökenleri
Giriş Tarihi: 15.1.2020 15:19 Son Güncelleme: 15.1.2020 15:19
Öğrenilmiş güzelliğin biricikliği, modern kitle iletişim araçlarıyla köpürtülerek her kültürden, ırktan, renkten insanı nihai modelde ortaklaştırdı. Küresel bir damga gibi… Bozuma uğratılsa da önerilen, anlatılan, üretilen, dayatılan bir güzellik bu...

"Güzelliğe lanet olsun, dedim. Çünkü güzellikler kalpsizdir ve insanın acısıyla ilgilenmez." (Kazancakis-Zorba)

Mitolojiye göre Afrodit, Hera ve Athena arasında gerçekleşen dünyanın ilk güzellik yarışması İda Dağı'nda (Kazdağları) yapılmıştır. Bu efsanede; tanrılar, Thetis ile Peleus'un düğünü için toplandıklarında, düğüne davet edilmeyen Eris (Nifak), Athena, Hera ve Afrodit'in bulunduğu yere, üzerinde "en güzele" yazılı altın bir elma atarak, üç tanrıça arasında "en güzel benim" tartışmasının başlamasını sağlamıştır.

Zeus, en güzelin seçilmesinde hakem olarak İda Dağı'ndaki çoban Paris'in görevlendirilmesini buyurur. Tanrıçalar, Paris'in önünde güzellikleriyle övünüp, ona vaatlerde bulunurlar. Hera, Paris'e kendisini seçmesi durumunda Asya krallığını; Athena kutsal bilgiyi ve savaşta yenilmezliği, Afrodit ise kadınların en güzeli Helena'nın aşkını vaat etmiştir.

Bunun üzerine Paris, üç tanrıçadan en güzelinin Afrodit olduğuna karar verir ve altın elmayı ona uzatır. Afrodit böylelikle aşk ve güzellik tanrıçası unvanını alır. Bu mitolojik efsanenin sonu, malumunuz üzere Truva Savaşı'nı başlatan yola kadar uzanacaktır.

Afrodit (Roma mitolojisindeki Venüs) güzelliğiyle tabiatın aklını başından alır. Güzelliği karşısında herkes çaresiz kalır. Bir güzelliğe kavuşmak için başka bir güzelliği onaylayan çoban Paris'in İda Dağı'nda yaptığı bu seçim, güzelliğin kökenlerine doğru mitolojik bir anlam arayışını resmetmekle birlikte, güzel olan'ın doğal tahakkümü ve ideal kadın imajının benimsetilmesi gibi güncel arızaları da kapsama alanına alarak bugüne gelir. Mahalle aralarına açılan onlarca "Afrodit Güzellik Salonu"nun yaslandığı -atıf yapıla yapıla çoğalan- devasa bir imge var aslında.

Güzellik mefhumu, son tahlilde kâinatın her zerresini içermekle birlikte, mimariden sanata kadar genişleyen oldukça büyük bir alanın konusu… Israrla kadının varlığında tecessüm eden hâl ise, hem eksik hem de yaygın anlamı işaret ediyor bize.

Güzellik, bir yaratılış sanatı olarak beşeriyetin en kıymetli süsüdür. Sözgelimi Plotinus'a göre güzellik ilahi aklın eşya alemindeki ışıltısı olarak tanımlanır. Algılanan âlemin güzelliklerini kavradığımız beş duyumuz, daha en baştan sınırlarıyla birlikte gelip yerleşir zihnimize. Ötesini görmeye çabalamak da insanın ödevi, ahlâkça en güzel olanınız hitabını anlamaya çalışmak da.

"Güzel olan"ı ulaştığı anlam bakımından "yararlı olan"dan ayırarak özerkleştiren yararlı-güzel çatışması, güzelliğin tek başınalığını (olağan estetik) öldüren değil, onu anlamlandıran bir hâl. Bir kuşun zarif kanadı da güzeldir mesela, uçarken yakaladığı o estetik de.

'Mutlak ideal'in tahakkümü

Güzellik varlığın ahengidir. Bu bağlamda, bedenden ibaret bir estetik olarak anlaşılan, insanı dünyeviliğe hapsetmiş ve iradi olarak her gün cilaladığı bir pranganın adı olarak tebarüz edemez, etmemeli. Ruhun istilası, bedeni öğretilen güzelliğe bile isteye teslim etmekle başlar.

Güzellik mitinin ortaya çıkışını, kusur/eksik/defo olarak kodlanarak insanın kendisini nakıs hissetmesine yol açan bütün o kitlesel söylemlerle ilişkilendirebiliriz. Mitler kendi gerçekliğini üretebilme becerisine sahiptirler. Önce birey sonra rıza imal edilecektir o hâlde. Bedenin müsadere altına alınarak kışkırtılması Foucault'nun 'biyo-iktidar' dediği meseleyi de anlatır. Sürdürebilir bir imajın satın alınmasını sağlayan şey de budur.

İngiliz Doktor Joseph Carpue'un plastik cerrahide çığır açan 1814 tarihli meşhur burun ameliyatı başarısı, insanın bedenine dair hâkimiyetini güçlendiren bir hadiseydi. Ama bu başarı ilerleyen yıllarda kadın üzerinden şekillenen bir estetik norma dönüşerek, norm dışı her şeyi "eksik" damgasıyla uğurlayacaktı.

Makyaj yapmadan sokağa çıktığında kendini güvensiz hisseden bir kadını, kusurlu olduğunu ikna eden endüstrinin, Barbie bebeklerden, Bratz bebeklere geçişi de nereden baksan stratejiktir. Endüstri, "kalıpları yıkıyoruz" sloganıyla kendi kalıplarını inşa ederek güzel'i tanımladığı anda tahakkümü başlatır.

Bir başkası olma hâli, insan zihnini kışkırtır çünkü. Başkalarının içinden kendini doğurmayı arzulamanın bir gerçekliği her zaman vardı. İnsan o gerçekliğe ait olmak istiyor, kendisi olmayan bir başka gerçekliğe.

Öğrenilmiş güzelliğin biricikliği, modern kitle iletişim araçlarıyla köpürtülerek her kültürden, ırktan, renkten insanı nihai modelde ortaklaştırdı. Küresel bir damga gibi… Bozuma uğratılsa da önerilen, anlatılan, üretilen, dayatılan bir güzellik bu...

Evrensel ölçekteki örnekler arasında, neşter yoluyla tek tip bir kapital heykele dönüşmeyi kabul eden insanların ülkesi olarak Güney Kore ilk sırada yer alıyor. Dünyadaki plastik cerrahi yöntemlerinin en çok uygulandığı ülkenin çekik gözlü insanlara sahip bir Asya ülkesi olması hiç şaşırtıcı değil. Hâkim güzelliğin en uzağında onlar duruyor çünkü.

Kim Ki-duk 2006 yapımı Shi Gan (Zaman) filmiyle buralarda eleştirel bir bilinçle gezinmiş ve hatta gerçek ameliyat sahneleri kullanarak muhataplarına şok tedavisi bile uygulamıştı.

'Güzel'i kurtarmak

George Ritzer 'Toplumun McDonald'laştırılması' tezini savunurken hiç olmadığı kadar ciddiydi aslında. İdealize edilen güzellik popüler kültür eliyle mutlaklaştırılırken, ırksal özelliklerin yok edilmesi "etnik estetik" adıyla bitmeyen bir moda hâline getirilmiş durumda.

Göreceli olan güzel, anlamını yitirdi. Güzel olmak değil, "onun gibi güzel" olmak artık yeni parola. O kim peki? Tanımlama üstünlüğünün de devreye girmesiyle fotoğraf fena hâlde yerini buluyor.

Güney Koreli fotoğraf sanatçısı Ji Yeo'nun 2010 yılında Brooklyn'de ten rengi kıyafetiyle bir marketin önünde yaptığı "estetik ameliyat" protestosunun sorusunu hatırlayalım; "Mükemmel olmak istiyorum. Beni çizin.

Neremden operasyon geçirmeliyim?" Neden yüzünüze botoks yaptırmıyorsunuz sorusuna, o çizgilere ömrümü verdim ben diyen bir sanatçı düşünün şimdi, halk ozanımız Âşık Veysel'in "Güzelliğin on par'etmez, bu bendeki aşk olmasa" dediği yerde ikamet ediyor olsun üstelik.

Afrodit'in birinci seçildiği (mitolojik) dünyanın ilk güzellik yarışmasında, güzelliklerinin farkında olsalar bile, yine de onaylanmak arzusuyla yanıp-tutuşan meşhur tanrıçaların efsanesi bize ne söylüyor olabilir? Yarıştırılabilir güzellik cezbedicidir.

Dışardan bakılan, görünen, tescil edilen güzellik. Üzerinde "en güzele" ibaresi bulunan o altın elmanın, bugün bir güzellik merkezinin rahat koltuğunda yine aynı motivasyonla ikram edilmesi de gayet mümkün galiba.

Göreceli güzellik öldü. Dayatılan imgenin peşinde, küresel bir vebaya yakalanmış gibi iradi olarak hızla istiflendiğimiz bir çağda, güzelin, tüm modern tanımlamaların üstünde bir yerde ikamet ettiğini hatırla(t)mak zorundayız.

Umberco Eco'nun Çirkinliğin Tarihi kitabına Voltaire'in Felsefe Sözlüğü'nden yaptığı şu alıntı mesela; "Bir kara kurbağasına güzelliğin, gerçek güzelliğin, tokalonun (fondöten) ne olduğunu sorun. Size kahverengi sırtını ve sarı karnını, geniş düz boğazını ve küçük başındanpörtlemiş iki yuvarlak gözleriyle güzelliğin dişisinden oluştuğunu söyleyecektir.

Gineli bir zenciye sorun; onun için güzellik siyah yağlı bir cilt, içe gömük gözler ve düz bir burundur. Şeytana sorun: Size güzelliğin bir çift boynuz, dört pençe ve bir kuyruk olduğunu söyleyecektir."

Yaşlanmanın tam olarak nesinin kötü olduğuna dair, ikna edici esaslı bir cevaba sahip değil aslında modern dünya. Şunda hemfikiriz; insan ölümü unutmak istiyor. Nihai vaat olarak asıl güzel(!) olan da bu.

Bedeni hırpalamak pahasına tahkim edilen güzellik, daima genç kalmaya yönelik bir duygu zaten. Yüzündeki çizgilerden utanmanın arkeolojisi bu bağlamda oldukça mühim… 'Güzel'i kurtarabilir miyiz peki? Hayır, ama ona inanabiliriz. Bu da bir kurtarma biçimidir belki.

BİZE ULAŞIN