Sümer tabletlerinde bir yakınma var, söyle başlıyor: "Zaman çok bozuldu, gençlik fena, eskiden böyle miydi ya?" Meseleye buradan girmek istemezdim ama mecbur kaldım. Diyeceğim bu yakınma çok eski. Hem de ne eski. Mağara yazılarına kadar gitsek şunu göreceğiz diye korkum var: "Eskiden her şey çok güzeldi, şimdi berbat oldu!" Ne var ki "yakınma" durumu bir yere kadar anlaşılabilir de… Geçmişe yolculuk, geçmişe hasretteki kârlılık payı, konforlu "nostalji tramvayı" pek modern bir hadise.
Beyoğlu'ndakinden bahsetmiyorum. Uzun yola çıkan bir toplu taşıma olsa çoğumuz atlayacak nostalji tramvayına. Son durak: "Ah o eski günler!" Tamam da nedir bu eski günler, neresidir orası?
Zevke, yaşam tarzına ve de yaşa göre "eski günler" değişmekte. Kimi ihtilalci gençlik günlerine, kimi Fransız saraylarına, kimi Âdem aleyhisselam vakitlerine dönme derdinde.
Haberler kötü: Bugünden memnun olmayanların dönecekleri yer artık orda yok!
Yani boşuna çaba… "Geçmiş geçmişte kaldı cancağazım" lafı gerçeğin keskin ucu olarak tepemizde sallanmakta. Yeni laflar söylemeden, çare yok modern sıkıntıya...
Öte yandan geçmişe dönüş isteği sekülerler arasında popüler bir moda. Aynısı, belki daha bir flusu kendini muhafazakâr olarak tanımlayanları da sarmış durumda.
Millet olarak sağlı sollu, kayıp bir geçmişin peşindeyiz. Kimimiz öyle, kimimiz böyle.
Biri asrısaadet rüyasında, diğeri 70'ler, 80'ler 90'lar. Ötekimiz belki orta Asya steplerinde at sürmekte…
Kayıp zamanın ensesinde dolaşarak bir sürü nostalji markası yarattık. Bir tür müsekkin gibi nostalji alıyoruz: Her hazımsızlıkta suda eriterek…
Zira sarsılmış, şaşırmış, incinmiş bir hâldeyiz. Acımızı, ağrımızı hafifletecek bir gıdaya ihtiyacımız var. 'Haydi toplanın geçmişe gidiyoruz' çağrısı ondandır çekici bir çağrı. Bir tür rahatlama, hayata bir es verme…
Nostalji furyası
Gerçekten bu denli masum mu "nostalji"?
80'li yıllar TRT'sinde Perihan Abla dizisinden, 90'lı yılların Mahallenin Muhtarları'na kadar nostalji, mahallenin yüceltildiği, cumhuriyet ailesinin kutsandığı bir geçmişi anlatıyordu. Böyle bir geçmişin olmadığını elbette biliyorduk. Ama seyirci sayısındaki patlama gerçeklikten nasıl kaçtığımızı, kaçmak istediğimizi bize hatırlattı. Nostalji furyası; ideolojik bir geçmişi şimdiki zamanın Türkiye'sine taşıyan bu diziler sayesinde sanki gündelik hayata bir eleştiri getiriyor gibi dursa da… Genel olarak gerçeklerin ekranlarda gösterilememesine neden olmuştur.
Dizilerin kışkırttığı salgın büyümüş, kurgulanıp estetize edilen bir geçmiş ve bunun neden kaybedildiği şeklindeki ahlama, yazıklanma modası allanıp pullanıp devreye sokulmuştur.
Nostalji, geçmişte kalan bir yaşantıya duyulan marazi hasret, özlem. Uzağına düştüğümüz bir yuva gibi, geri dönüp bulabileceğimiz, orada öylece bizi bekleyen bir memleket özlemi gibi değil… Silinip gitmekte olan, giderek ortadan kalkmış, hatta artık büsbüsbütün kaybedilmiş bir "geçmişi" boşuna özlemeye dayanır.
Bilakis modernleşme; yeni hayatı ve yeni kültürü inşa ederken yaşattığı manevi travmaları nostaljik rüyalarla dengelemeye çalışan bir plândır.
Modernleşme, kabaca bir "yenilik imanına" muadil gelmektedir. Yenilikçilik; eskinin, geleneklerin, önceki toplumsal yaşantıların ve kültürel ananelerin dağılmasını vazeder.
Geleneğin ve klasiğin dağılışı…
Bizzat bizim gibi ülkelerde radikal tedbirlerle hızlandırılmış olan bu dağılma, batılılaşmamuasırlaşma istekleriyle, sevinç nidalarıyla karşılaşmış, fakat meydana getirdiği ruhsal çatlakların, o boşluğun üstünü örtmek için de perdelemelere ihtiyaç duyulmuştur.
Mu kıtasından, Halikarnas Balıkçısının mitolojisine, Olimpos tanrılarından Etrüsklere, bilahare şamanlara kadar gidilmiş, ne geçmişler icat edilmiş, ne hayaller kurulmuştur.
Söylemeden geçmek olmaz, Sosyalist ütopistlerle Marx'ın sınıfsız toplum icadı da böyle nostaljik bir hamledir. Böylece kapitalizm kendi varlığını fantastik bir geçmişi yeniden kurma düşüyle maskelemiş, asıl meselenin "merhamet ahlâkı"nın sahadan kovulması olduğunu gizlemiş, kadim dinleri uzak tutmuş, böylece manevi krizler de seküler kalabilmiştir…
"Meşru mutsuzluk"
Modernlik denen şey toplumların kimliklerini dağıtıp yeniden kurarken, eski kültür ve yaşantıları sürekli sorguladığı için (bakınız, devrimler tarihi) çatışmalı bir hayat inşa etmiş ve bireyi parçalamıştır. Kadim bilgiyle, gelenekle bağları kesilmiş taklitçi, dolayısıyla iki arada bir derede kişilikler oluşturmuştur.
Kök yaşam bilgisini kaybetmiş olan birey bunalımların kara kuyularına düşmüş, suni teneffüslerin fayda etmediği ruhsal komayı, rüyalardaki bir geçmişe özlem duyarak örtbas etmeye itilmiştir.
Nostalji, modernleştirmenin yaralarını saklama konusunda çokça kullanılan bir stratejidir. Yani nostaljinin aslen çağdaş bir olgu olduğu söylenebilir. Nostalji malzemesinin hiç bitmeyecek gibi görünmesi, modern krizlerin üstünü örtmek zorunda olmasıyla anlaşılabilir.
Nostalji, birçok biçimde iş görür. Giyim kuşam modasında, çeşitli nesnelerde, televizyon dizilerinde, romanlarda, reklamlarda ve elbette sinemada…
Modern olmanın gücü, ileriye doğru atılmış projelerin kahramanı olmanın hissedilmesidir. Bu projeleri anlamlı kılan ileride insanlığı bekleyen hayat değildir. Bunun anlamı geçmişin ağırlıklarının azaltılması, geleneklerin ortadan kalkması, adetlerin bozulmasıdır. Modern birey, geçmişini yıkan kahraman imgesinin altında kalmış, ezilmiştir. Ondandır kaygılara boğulmuştur.
Çünkü geleceğe ait projelerin emanet edildiği modern birey, geçmişi kaybettiğini, elinden bir şeylerin kayıp gittiğini hisseder.
Kendi mânâ dünyasını nasıl kuracağı sorusuyla baş başa kalır! Çağdaş dünyada melankoli şehveti ve endişe, kaybedilen zamanla şimdiki zaman arasındaki çatışma hiç bitmez.
Nostaljiyi besleyen romantik ruh hâli; antikiteden Hindistan'a, oradan Sümerlere ya da icat edilmiş bir mahalle kültürüne, seküler lezzette Münir Özkul solculuğuna kadar uzanır. Uzanmıştır…
Misal, sol cenahta bulunan aşırı romantik katmanlar, idealleştirdikleri ve yeniden ürettikleri mevcut olmayan bir geçmişe ait melankolilerin içine düşmüş ve adeta ekmeğin karneyle dağıtıldığı günlere bile cennet muamelesi yapmışlardır.
Derin bir hasret içinde kayıp bir zamanı aramaya soyunmak; aynı zamanda tarihi tecrübenin, yani kuşaklar boyu gelen düşüncenin kaybına da işaret etmekte!
Bir şeyi kaybetmiş ama neyi kaybettiğini unutmuş, mutsuz, şaşkın bireyler önce Yeşilçam'da, sonra televizyonda bir "nostalji sektörü"nü böyle oluşturmuşlardır. Modernleşme, bizzat ürettiği endişeyi teskin edecek önlemleri almış, o ihtiyacın sektörlerini yaratmıştır.
Nostalji de kazançlı bir sektördür ve gelecek vadetmektedir. Vintage, ikinci el giysi mağazaları kadar, romanlar, reklamlar ve giderek müzik piyasası bundan beslenir.
kitleselleşmiş ve tüketim toplumu tarafından tüketilir olmuştur. Biz buna icat edilmiş ve üstünde anlaşmaya varılmış "meşru mutsuzluk" da diyebiliriz.
Modernleşmenin serbest ticarete giydirdiği kapitalizm gömleği kaba bir açgözlülükle dokunduğu için, ahlaki değerler demode bir din gibi görülüp kaçıldığı için…
İcat edilmiş, kurgulanmış bir geçmişe ricat etmek matah olmuştur. Çocuksu bir ihtiyaç, gam kasavet içindeki yetişkinleri önce 70-80'lerin uydurulmuş sosyallikler sinemasına, daha sonra da akıllara seza fantastik dini dizilere kaçırmıştır.
Geri dönüş acısı
Nostalji imkânsız olana yönelir; ondandır, hayal kırıklığını ve hüsranı besler. Bundan zevk alır! Evet sado-mazo bir yanı vardır.
Kelimenin yunanca karşılığında "nostos'" (dönüş) ile "algos" (acı) kelimeleri yan yana gelmektedir. Nostalji, "geri dönüş acısıdır."
Uzakta olmanın hissettirdiği acı ile geriye dönüş sırasında hissedilen acı. Çünkü her defasında ulaşılan mazinin yalan olduğunu bilmenin acısıdır bu.
Ne 70'ler istediğimiz gibidir, ne doksanlar, ne de imparatorluk yılları. Ne 1930'lar.
Geçmişi kutsamak için kurduğumuz düşlerde hep dökülen sakil bir yan vardır. Ve bu bizi daha çok yas tutmaya, yas tutmaktan haz almaya, daha çok nostaljiye iter. Yeni geçmişler, yeni tarzlarla kendimizi "jiletlemeye" itiliriz. Sektör genişler…
Nostalji, kaybettiğimiz dünyayı olabildiğince organik, pir ü pak ve mükemmel olarak sunar. Adeta hatıralarımızı ve hafızamızı yeniden inşa eder, geçmiş algımızı yönetir.
Şu çıldırmış dünyadan bir süre uzaklaşmamıza yardım etmesi makul görülse de, beynimizi geriye doğru yeniden formatlayarak bizi sahte bir maziye inandırır. Hakikati, olanı olduğu gibi görmemizi engeller, dolayısıyla kendimizi anlamamızı zorlaştırır. Sorgulayıcı düşünce geleneğiyle irtibatı keser. Pozitivist, içi boşaltılmış, "indirgenmiş dinleri" karşı karşıya getirerek asıl ilahi mesajın, irfanın, analitik zihnin, bilgeliğin üstünü örter.
Her çağ bize yeni sorular sormakta, evrensel bilginin, hikmetin, ilahi geleneğin sırlarıyla donanarak cevap vermemizi beklemektedir.
Nostalji tramvayı bir durakta durduğunda bence artık tadında bırakarak vagondan inmek ve aslen bugünün gerçekleriyle baş etmek için gayret göstermek, elem dolu bir romantizmde çürüm çürüm çürümekten her zaman daha iyidir…
* Sinefilozofi dergisinden, Engin Ümer'in: "Nostalji Perdesi Ve Geçmişi İcat Etmek" yazısından çok faydalandım. Kendilerine müteşekkirim.