Hayat nasıldır biliyor musunuz?
Üçte biri güzel geçen zamanlar,
geri kalanı da o güzel zamanların
hatırlanmasıdır.
Mark Twain
Kadim yakarışlardan biridir: "Nerede o eski günler, bayramlar, yılbaşları..." Her şeyin güzel olduğu zamanlar, daha mutlu, daha huzurlu yaşanan günler. Az parayla büyük doyumların sağlandığı o kutlu geçmiş. Peki, sahiden de geçmiş, bugün hatırladığımız kadar özel ve güzel miydi?
Nostaljinin reddedilemeyen bir cazibesi mevcut... Ne zaman dostlarla bir araya gelsek eski günlere döner, geçmiş yaşantıları anımsar, biraz hüzünlü ama çokça keyifli hislerle o günleri yâd ederiz. Eskiyi ve geçmişi konuşmak bize mutluluk verir, boğulduğumuz ve sıkışıp kaldığımız bugünümüze nefes alacak bir pencere açar, bizi rahatlatır. Nostalji geçmişte kalan güzel zamanların, anların zihnimizde bir imge olarak yeniden uyanışı ve güzelin yeniden hatırlanışıdır. Artık var olmayan ya da esasında hiç var olmamış o eve duyduğumuz tatlı özlem…
Türk Dil Kurumu sözlüğünde; "geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi, geçmişseverlik, günde dün" ve "değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu" şeklinde tanımlanıyor nostalji. Bu tanımı hazırlayanların nostalji olgusuna psikanalistlerin nasıl yaklaştığına dair bir malumatı var mıydı bilinmez ama psikanalistlere göre nostalji; çocukluğa, güvenli alana yani anneye sığınma ve dönüş dürtüsüdür. Bu güvenli alan kısmına birazdan döneceğiz ama öncelikli olarak nostalji kavramının postmodern dünyadaki değişimine göz atmamız gerekiyor.
Adem ile Havva'nın cennetten kovulduktan sonra eski günlerine duydukları özlemle başlayan eski güzel günlere dönme arzusu yani nostalji, insanoğlunun dünyada yaşamaya başladığı ilk günden beri süregelen bir terimdir. Bu terim ilk olarak 1688 yılında İsveçli Doktor Johannes Hofer tarafından tıbbi bir tanı koymak amacıyla kullanılmıştır. Hofer, yurtlarından uzakta savaşan ve memleket hasreti çeken İsveçli askerlerin gösterdikleri emareleri nostalji kelimesiyle tanımlamayı uygun görür ve nostaljiyi; "kişinin kendi memleketine geri dönme arzusundan kaynaklanan üzgün ruh hâli" olarak tanımlar.
Modern bir bilinmezlik
Nostaljiden mustarip olan hastalar daha çok yurtlarından ayrı düşen askerler, esirler vb. zor şartları yaşamak mecburiyetinde kalmış insanlardan oluşmaktaydı. O günlerde nostaljinin emareleri; kaybolan geçmişin acı vermesi, bu hastalığa yakalanan insanların tek düşüncelerinin memleketlerine duydukları özlem olması ve bunun bir saplantı hâline gelmesiydi. Bunun yanında cansız ve süzgün görünen hasta, hiçbir şeye önem vermemekte, geçmişle şimdiyi, gerçekle hayali birbirine karıştırmaktadır. Nostaljinin semptomlarından bir diğeri ise hastaların sesler duyması ya da hayaletler görmesidir. Bu durumda hasta sevdiği bir insanın sesini duyduğunu sanmakta veya ailesini tekrar tekrar rüyasında görmektedir.
O dönemde psikolojik bir rahatsızlık olarak tanımlanan nostaljinin bedeni de olumsuz yönde etkilediği fark edilmiştir. Nostalji insanları hâlsiz düşürüyor, mide bulantısı, iştah kaybı, akciğerlerde patolojik değişiklikler, beyin iltihaplanması, kalp sekteleri, yüksek ateş ve zafiyete neden oluyor ve hatta insanları intihara kadar sürüklüyordu. Özellikle yurt dışında görev yapan askerlerde görülen nostalji hastalığı kişisel tarihle sınırlı olmayan bir yitirme duygusuna dayanıyor ve nostaljik kişiler, kaybettikleri şeyin ne olduğunu ve nasıl bulacaklarını bilmiyorlardı.
17'nci yüzyılda nostaljinin, afyon, sülük, İsviçre Alplerine seyahat gibi yöntemlerle tedavi edilebileceği düşünülüyordu. 18'inci yüzyılın sonuna gelindiğinde doktorlar eve dönmenin her zaman için soruna çare olmadığını fark ettiler. 19'uncu yüzyılda nostaljiye iyimser yaklaşan doktorlar dünya çapındaki ilerleme ve tıp alanında meydana gelen gelişmeler sayesinde bu hastalığın tedavi edilebileceğine inanıyorlardı.
21'inci yüzyıla gelindiğinde ise nostalji çaresi olmayan modern bir bilinmezliğe dönüştü ve nostalji artık tıp, psikiyatri ve psikoloji disiplinlerinin ötesinde sosyoloji, edebiyat, felsefe, pazarlama ve görsel sanatlar alanlarının da ilgi alanı hâline dönüştü.
Nostaljinin kökenleri
Hafıza üzerine yapılan birçok deney bize şu sonucu veriyor: İlk çocukluk deneyimleri beynimizde bir yapı oluşturur ve sonraki her öğrenme bu yapının biçimlendirmesi ile yorumlanıp hafızamızda depolanır ya da unutulur. Bu yüzden ilk deneyimler oldukça önemli ve kalıcıdır. Binlerce kez araba sürmüşüzdür ama o direksiyonun başına geçtiğimiz ilk anı asla unutamayız, belki yüzlerce kez gökkuşağı görmüşüzdür ama çocukken gördüğümüz ve şaşkınlıkla anlam vermeye çalıştığımız o gökkuşağını ömür boyu zihnimizde taşırız.
Bu ilkler (heyecanlar, mutluluklar, sevinçler) daha kalıcı ve özel oldukları için kişisel tarihimizde hep ulaşılması gereken hatıralar olarak yerini alır ve ömrümüz boyunca o anların güzelliğini, saflığını, heyecanını arayıp dururuz. Hofer'ın ilk nostalji tanımlamasını düşünürsek, savaş gibi kaotik bir ortamda askerlerin bu anları şiddetli bir seviyede özlemesi, o günlere bir daha ulaşamayacaklarını hissetmesi ve depresif/melankolik belirtiler göstermesi son derece normal bir durum aslında.
Geçmişe yani postmodern çağın tanımlamasıyla nostaljiye bu kadar ilgi duymamızın bir diğer sebebi de geleceğe dair beslediğimiz korkudur. Gelecek belirsizdir ve zaman geçtikçe bu belirsizlik korkuya dönüşür, çünkü dünya giderek korkulacak bir hâl almaktadır. Savaşlar, küresel ısınma, büyük ekonomik krizler ve insanî yozlaşmalar geleceğe yönelik kaygılarımızı arttırır.
İnsan bu kaygı ile başa çıkabilmek için kendisini geçmişin güvenli sularına bırakır. Geçmiş güvenlidir çünkü orada hesabı verilmemiş ya da hesap edilemez bir şey yoktur, her şey iyi/kötü yaşanmış ve bitmiştir. Oscar Wilde'ın söylediği gibi: "Geçmişin bize güzel görünmesinin nedeni, onun geçip gitmiş olmasıdır."
İnsan beyninin geçmişe dair iyi olan anıları daha fazla hatırladığını da düşünürsek nostalji bizim için bulunmaz bir nimettir.
Yitip giden şimdi
Modern nostalji temel olarak geçmişten ziyade, yitip giden şimdiyle alakalıdır. Şu anla yani bugünle mutlu olamayan, bugünle başa çıkma cesaretini sergileyemeyen bireyler ve toplumlar hep abartılı bir nostalji seremonisinde kendilerine yer tutmaya çalışırlar. Geçmişte ne kadar kudretli, yakışıklı, güzel, hoşgörülü ve örnek bir şahsiyet olduklarını anlatıp dururlar, oysa yaptıkları tek şey şimdinin mutsuzluğunu gidermek ve daha iyi hissetmeye çalışmaktır. Bu açıdan nostalji; bireyin kendisini algılamak istediği ideal bir benlik kavramı oluşturmak için seçime bağlı olarak filtre edilebildiği bir idealleştirme mekanizmasıdır.
Nostaljinin günümüzde giderek daha fazla yer kapladığını görüyoruz, bunun en önemli sebeplerinden bir diğeri de anlamın kaybolmasıdır. Bulunduğu toplumdaki metalaşan ilişkilerin etkisiyle kendisini bugüne ve yaşadığı şehre yabancı hisseden, her şeyin sıradanlaştığı, bürokrasi ve hegemonya ilişkilerinin yükseldiği dünya düzeninde yalnızlaşan ve mutsuzlaşan metropol insanı, bugün ne için yaşadığını unuttu ve hem zaman hem duygu hem de mekan olarak geçmişe büyük bir özlem duymaya başladı.
İnsan uğruna yaşayacağı, savaşacağı bir davası varsa bugünde kalır ve mücadele eder. Aksi hâlde boşluk içerisinde oradan oraya savrulmaya mahkûm olur. Kendimize soralım: "İnandığım, uğruna savaştığım, içerisinde anlam bulduğum ve sahip çıktığım bir davam var mı?" Ailenin geçimini sağlamak, borç ödemek ya da iş yerinde bir üst pozisyon için çabalamak ne yazık ki geçerli bir cevap değil. Hâl böyle olunca büyük bir çoğunluğumuz içinde bulunduğu durumun can sıkıntısıyla; "Nerede o eski günler?" diye söze başlıyoruz. Aslında sormamız gereken esaslı soru şu: Nerede o eski insanlar ve inançlar?
Popüler kültürün nostalji tuzağı
Muhakkak gözlemlemişsinizdir son birkaç yıldır ülkemizde vintage ve retro giyim modası hayli yaygın. Özellikle genç yetişkin diyebileceğimiz grubun sürdürdüğü bu moda akımı oldukça düşündürücü. Ne oldu da 25-35 yaşları arasındaki bu insanlar bir anda eski ürünleri ya da eski çizgiyle imal edilmiş yeni ürünlere merak saldılar? Cevabı çok basit aslında: Anlamı kaybettiler ve postmodern dünyaya uyum sağlayamıyorlar. Çünkü artık hiçbir şey 80'ler ya da 90'lardaki dünya ile aynı değil, sahip oldukları tüm öğretiler ve sistemler yeni düzen karşısında günden güne eriyip bitiyor.
Bu şartlar altında kişi ruhsal bütünlüğünü korumak için çeşitli hamleler yapar. Belki garip gelecek ama 98 Fransa Dünya Kupası'na ait bir formayı giymek bile kişinin ruh sağlığını ve bütünlüğünü korumak için yaptığı bilinçaltı hamlelerden biridir. Çünkü kişi o ürünü giyip bu vasıtayla geçmişle bir köprü kuracağına, o günlere yeniden dönebileceğine inanır, umut eder, anlık da olsa bu hayalle mutlu olur.
Bu mutluluk sadece kıyafetlerle değil; objeler, posterler ya da yeme içme ürünleri ile de gerçekleşir. Çalışma odamın duvarında çocukken oynadığım iki atari oyunun posterleri asılı: Super Mario ve Duck Hunt. O posterlere bakmak, yanı başımda olduklarını bilmek bana huzur veriyor çünkü bir atari sahibi olmak benim için oldukça değerliydi; o günlerde yaşadığım sevinci ve mutluluğu asla unutamam. O posterleri oraya asmamın nedeni de işte bu; geri gelmeyecek o sevince, mutluluğa kavuşma çabası, umudu.
Sürekli olarak yeni tüketim ürünlerini piyasaya sürmek zorunda olan dev şirketlerin nostaljinin alınıp satılır bir şey olduğunu fark etmesi uzun sürmedi ve büyük bir nostalji endüstrisi kuruldu. Tüketiciye ürün satmak isteyen üretici nostalji duygusunu kullanarak tüketicinin ruhuna seslendi ve ürünlerine nostalji enjeksiyonu yaptı. Böylece tüketici hem modern olanın rahatlığını hem de artık bir haz merkezine dönüşen geçmişe sahip olmanın keyfini satmaya başladı.
Popüler kültür atık nostaljinin; zaman, mekân ve duygu değişiminden kaynaklanan acılarını dindirmek için çareyi "geçmişi yeniden canlandırmakta" bulmuş vaziyette. Bu büyülü dünyada hiçbir şey eskimiyor, geniş üretim ve dağıtım ağıyla nostaljik ürünler tekrar tekrar üretilip tüketicinin hizmetine sunuluyor.
Şeker reklamları, banka reklamları bisküvi reklamları ve daha nicesi… Artık birçoğunun ortak vurgusu geçmiş güzel günler, çocukluk ve aile. Basit bir bisküviyi pazarlarken bile "anne eli değmiş gibi" mottosu kullanılıyor. Çünkü biliyorlar ki anne güven yurdudur ve anneye yapılan her atıf satılacak ürün için artı bir değer oluşturur.
Wolkswagen'in 1960 yılında piyasaya sürdüğü Bug/Beetle modeli 1998 yılında New Beetle ismiyle yeniden satışa çıktı. Bir dönemin efsanevi telefon modeli Nokia 3310 geçtiğimiz aylarda yenilenerek kullanıcıların beğenisine sunuldu. Vaktiyle dar gelirli ailelerin çocuklarına aldığı Casio F-91W model saatler çeşitli renk ve çeşitleriyle bugün tarz sahibi olmak isteyen genç yetişkinlerin kullandığı bir modele dönüştü.
Bu retrospektif (geriye dönük) markalamanın önümüzdeki yıllarda da süreceğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu ürünler; nostaljik duygulara, kişisel deneyimlere, canlandırmalara ya da kolektif geçmişe ilişkin ögeler barındırmakta. Hatta kişi, o ürünün temsil ettiği geçmişi hiç yasamamış olsa da o nostalji hissedebilir ya da ona geçmişe ilişkin anlamlar, anılar yükleyebilir.
Zamanında psikiyatrik bir hastalık olarak görülen nostaljiye günümüzde yüklenen anlam artık farklılaşmıştır. Geçmişe dönük özlem şüphesiz bizimle beraber hep yaşayacak. Fakat bugünümüzü değerli ve anlamlı kılmadan, "şimdi ve burada"nın ne anlama geldiğini bilmeden, sürekli yüzümüzü geçmişe dönük yaşamanın bizi karanlığa sürükleyerek, nostalji endüstrisinin bilinçsiz bir kullanıcısı yapacağını her daim aklımızda tutmamız gerekir.