Lacivert Yazı İşleri: İnsandan kalbi çıkardığınızda geriye ne kalır?

İnsandan kalbi çıkardığınızda geriye ne kalır?
Giriş Tarihi: 15.5.2019 11:53 Son Güncelleme: 15.5.2019 12:20
Akıl insana verilmiş en büyük nimettir ve asla gönül ile çelişmez ama hayatı, gönlüne göre yaşayan insana farklı, nefsine göre yaşayan insana farklı gösterir. Akıl bilgi getirir ama kalp bilgelik…

İskender Pala, bugüne kadar yazdığı romanlarla hep kalbine değdi insanların. Olumsuzluklardan bahsetmektense güzeli, iyiyi, derin ve derunî olanı göstermeyi tercih etti. Pala'nın yeni çıkan kitabı da tam bu minvalde: Kalp… Kalbin hâllerini anlatmak mutasavvıfların sıkça başvurduğu bir yöntem zira kalbi anlamak insanı anlamanın da anahtarı… Edebiyatçı kimliğiyle bu anahtarı ele alan İskender Pala, kitabında kalbin türlü hâllerini açıyor, kalp denilen muammanın dehlizlerine kapılar aralıyor. Bir yandan da modern aklın ötelediği kalbi insanlığın düştüğü derdin dermanı olarak yeniden önümüze sunarak umut aşılıyor ve çözümü hatırlatıyor: Kalple "Düştüğümüz yerden kalkacağız…" diyor. Sadece bir "kan pompası" olmanın çok ötesinde, nazargâh-ı ilahî olan kalbin önemini, değerini tüm boyutlarıyla insanlığa hatırlatmaya gayret ediyor. İskender Pala ile Kalp hakkında ve kalpten konuştuk.

Hocam önce şunu sormak isteriz; neden "kalp" üzerine bir kitap yazmak istediniz?

Hayatım boyunca hep kalbe dair çalışmalar yaptım; şiirden, aşktan, dostluktan dersler anlattım. Modern hayat ve materyalizm çağı, benim yıllar yılı üzerinde çalışmalar yapıp anlamaya çalıştığım kalbi maalesef bir kenara itip akıl ile her şeyi anlamaya, anlatmaya ve dizayn etmeye başladı.

Kısacası kalbi masadan silip süpürdü. Oysa insanlık kalbini ne vakit ihmal etmişse hep ızdıraplar, kavgalar, haksızlıklar ve zulümler sökün edip gelmiştir. Biraz buna dikkat çekebilmek, biraz da insanların kalplerinin farkına varmalarını sağlamak için Kalp isimli bir kitap iyi olur dedim.

Biraz yazım sürecinizden bahsedersek, kitaplarınızı yazmak için hayli uzun araştırmalar yaptığınızı ve hazırlığınızın oldukça yoğun geçtiğini biliyoruz. Kalp için nasıl oldu bu süreç?

Turkuvaz Kitap için bir kitap yazma kararı aldığımızda daha evvelki birikimlerim ve kaynaklarıma ilaveten yeni bir kaynak araştırması yaptım. İlgili dostlar ve arkadaşlar benim için istediğim hemen her kitabı temin ettiler. "Nasıl bir kitap?" sorusunun cevabı zihnimde o kaynakları görünce şekillendi. Deneme tarzında ama hikâye eder gibi, bilgi verecek ama şiir okur gibi, geçmişten günümüze ama her coğrafyadan…

Aylar ve aylarca okudum. Severek, lezzet alarak geçen heyecanlı bir süreçti. Okudukça bölüm başlıklarım kendiliğinden oluştu. Çok hacimli bir kitap olsun istemiyordum. Bu sefer de eksiltme süreci başladı. Bir kalp medeniyetini anlatacak, insana kalbini hissettirecek, kalbe dönüşü yeniden sağlayacak başlıklara daha itina gösterdim. Yazmaya başladığımda önce tedirginlik çektim ama kitap yazıldıkça, daha doğrusu kalp kendini yazdırdıkça günler nasıl geçti bilmedim. Hep söylediğim gibi, kalbe yürüyorsanız yolculuğunuz heyecanlı olur ve mutlu biter…

Kitabınızın sunuş bölümünde; "I. ve II. Dünya Harbi'nde kalbini yitiren insanlık onsuz olamayacağını anlayıp kalbe dönüyor" diyorsunuz. İnsanlık nasıl dönecek kalbe?

Yitirdiklerini yeniden kazanarak elbette; düştüğümüz yerden kalkacağız… 20'nci yüzyıl aklı önceledi ve aklının peşinden giderek bilgi çağını, teknoloji çağını, iletişim çağını getirdi. Ne var ki mutluluğu getiremedi. İnsanlar akıllarının ürettiği lüks evlerde modern hayatlar yaşıyorlar ama mutlu olamıyorlar.

Aile ve sosyal hayatı sağlıklı yürüyen bir toplumda psikolojik rahatsızlıkların olmaması gerekir ama günümüzün en revaçta ilim dallarından birisi psikiyatri. Dahası çocuk psikiyatrisi diye bir branş var ve her geçen gün gelişiyor. Demem o ki bebeklerimiz daha anne rahminde hastalanıyorlar; zihnen ve ruhen… Peki sebep? Kalp!

Kalbine değer veren ve kalbinin içindekileri (aşk, sevgi, vefa, özlem, şükür, kanaat, sabır, merhamet, hayâ, tövbe vs.) önemseyen bir toplumda psikolojik hasta kalmayacaktır. Sonuçta insanlık aklın ürettiği kibir, arsızlık, açgözlülük gibi tavırlara kapılıp acı çekmeye başladı.

Dünyanın yarısı obezitede, diğer yarısı açlıkta; dünyanın yarısı kanını akıtıyor diğer yarısı o kandan nemalanıyor, çocuklar her türlü istekleri yerine getirilerek yetiştirildiği hâlde doyumsuz; kinler, hırslar her türlü suça kapı aralamakta… Ve düşünen, akleden, hisseden her insan kalbine yeniden dönmek zorunda. Kalbine dönecek ki şikâyet ettiği şeylerden arınsın, hayatın anlamı ortaya çıksın, insaniyetin gereği yapılsın.

İmam Gazali sık sık kalp ve akıl arasında kıyas yapar. Siz kalbin ve aklın birbiriyle çatışabileceğini düşünüyor musunuz? Kalp ve akıl arasında kalabilir mi insan? Bu ikisi nasıl dengelenir?

Derslerimde öğrencilerime sık sık "akıl sıfır numara bir gözlüktür" derim, "kalbinizin önüne koyup bakarsanız sizi götüreceği yer ile nefsinizin önüne koyarak baktığınızda sizi götüreceği yer farklıdır." İnsanın aklıyla gösterdiği bütün çabası, gönlünce bir hayat yaşamak içindir. Akıl güzel şehirler kurar, gönlünce bir hayat sürmek için. Akıl tasarımlar yapar, gönlün hoşuna gitsin diye. Akıl doktrinler, felsefeler, teoriler üretir, gönlümüzün hedeflediği mutluluğu yakalamak için… Akıl insana verilmiş en büyük nimettir ve asla gönül ile çelişmez ama hayatı, gönlüne göre yaşayan insana farklı, nefsine göre yaşayan insana farklı gösterir. Akıl bilgi getirir ama kalp bilgelik…

Kalbin İslam'da ihtiva ettiği mana ile diğer dünya inanışlarındaki manası arasında ne gibi belirgin farklar var?

Bunu yine akıl ve kalp karşılaştırması üzerinden izah etmek mümkündür. Batı medeniyeti aklını önemsediği için bilgiye yapışır. Doğu'da bunun iman olması kalp yüzündendir. Batı düzyazı ve makaleyi önemser, doğu şiir ve denemeyi. Bunlardan birincisi aklın dili, ikincisi gönlün dilidir. Batı'da kalp, "yürek" anlamındadır ama Doğu'da "gönül" olur.

İlk bakışta bu kıyaslama birbiriyle çelişiyor gibi görülebilir ama akıl ile kalbi birleştirdiğinizde insaniyetin zirve noktası ortaya çıkar. Buna ister "perfect human" ister "insan-ı kâmil" deyin… Yani kalbinizi gönül boyutuyla kullanmadığınız sürece insaniyetinizi israf edersiniz.

Mutasavvıflar kalbe çok önem vermiş, çok vurguda bulunmuşlar. Tasavvuf ehlinin kalbe gösterdiği bu ihtimamın sebebi nedir?

Bunu belki kalp ile gönül arasındaki farkı anlatarak izah edebilirim. Kendinizi bir pencereden bakıyorsunuz farz edin. Cama bakarsanız kir veya buğu görebilirsiniz ama camdan öteye baktığınızda bahçeler, manzaralar, güzelliklere bakıyor olursunuz. Kalp camdır ama gönül camın ötesi… Hakiki sufiler camın ötesini görmek, hissetmek, lezzetini almak için bakan veya camın ötesinde yolculuklar yapan insanlardır.

İslam ulemasında kalp üzerine söylenen manevi sözleri genelde okuyoruz, peki İslam dünyasında kalbin anatomisi üzerine bilim adamlarının araştırmaları var mı?

Bu bahse kitabımda bir bölüm ayırdım. Ali b. Abbas'ın daha 10'uncu yüzyılda kalbe dair inkıbaz ve inbisat (sistol-diyastol) sistemini açıklayan kitabından sonra İbn Sina'nın Kanun'u, Mansur b. Muhammed'in Timur için yazdığı Teşrih-i Mansurî'si şu anda ilk aklıma gelenlerdir. Lakin hakkını teslim etmek gerekir ki kalp üzerine ilk kapsamlı çalışmayı 1750'de hekim Jean- Baptiste Senac yapmış ve kalbin ilk modern kitabını yazmıştır. Modern tıbbın hâlâ kullandığı bir kitaptır.

Peygamber Efendimiz bir hadisinde; "Vücutta bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o kötü olursa bütün vücut kötü olur" diye buyuruyor. Buradan ne anlamalıyız sizce?

Yapacağımız bütün işleri kalbimize sorarak yapmayı anlamalıyız bence. Kalbimiz razı ise veya değilse… İşte bir müminin ölçüsü…

"Selim bir kalp kişinin hidayete erdiği yerdir. Mümin için doğru bilgiyi yanlış olandan ayırt etme yeridir" gibi ifadeleriniz var kitabınızda. İnsanın böyle bir kalbe sahip olabilmesi ya da kalbini bu noktaya getirebilmesi için ne gibi merhalelerden, yollardan geçmesi gerekir dersiniz?

Öncelikle kalbe dair erdemlerde taviz vermemesi gerekir. Dostluk, gülümseme, yardımlaşma, şükür, vefa vs. vs. Şair Ruhî ne diyordu: "Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / Yevme lâ-yenfau'da kalb-i selim isterler."

Şöyle demek: "A efendi, zannetme ki senden altın ve gümüş isteyecekler. Hayır, '(evlatların ve malların) fayda vermediği o günde' senden yalnızca temiz bir kalp istenecek…" Yani "Benim kalbim temiz!" demekle iş bitmiyor. Temiz kalp elbette çok önemlidir ama asıl önemlisi öte dünyadaki hesabı da temiz kalp ile verebilmekte.

"Aşk… Aşk" başlıklı bölümde Aşk'ın "kalbin hem gıdası, hem ilacı, hem derdi, hem devası" olduğundan bahsediyor ve aşkın 7 kademesinden söz ediyorsunuz. Nedir aşkın bu 7 kademesi?

Bu bahsi sabaha kadar konuşsak bitiremeyiz azizim. Dolayısıyla "aşk" diyelim ve gerisini kitaba bırakalım.

Organ olarak kalbimize dost ve düşman olan gıdalardan bahsedilir. Peki, hakikatte kalbimizin dostları sizce nelerdir, düşmanları neler?

Gülümsemeler dost, kaş çatmalar düşman, kucaklamalar dost, ötelemeler düşman, sevgiler dost, nefretler düşman, güzellikler dost, çirkinlikler düşman… Bunu çoğaltıp çift yaratılan her şeyin iyisini dost, kötüsünü düşman ilan edebilirsiniz. Hak Teâla bütün bu çiftleri ölçelim diye bize tek bir kalp vermiş. Ortağı olmayan, kendine "ev" edindiği, kırıldığı vakit tamiri mümkün olmayan…


İnsanlığın başlangıcından bu yana her kültür ve coğrafyada belirleyici bir ikon kalp.(…) Kalp her şeyin içine sinmiş, her şey kalp ile sembolize edilir olmuş. Soru şu: Bunca kalp ikonu bilinçaltındaki bir arayışın eseri olmasın?" (…) Farkında olalım ya da olmayalım, modern çağda insanlık kalbinden uzaklaşmanın sancısını yaşamaya başladı. Materyalizm her şeyi maddeye indirince insana ait mâna yitirildi. Son yüzyılda somut olanı sahiplenmek için uğraş veren insan, soyut bir yanının da olduğunun nihayet farkına vardı. Bozulan dengeyi düzeltmek, kayan ekseni yuvasına oturtmak için bir başlangıç bu. Kalbin önemi, anlamı, mâna ve mefhumu birdenbire laboratuarlardan sosyologların, siyaset bilimcilerin, mutluluk koçlarının, psikiyatristlerin ilgi alanlarına taştı. Gelinen noktada duygusal zekâyı yeniden inşa etmeye çalışan, kalp sağlığını diğer hastalıkların önünde tutan bir moderniteyle kuşatıldık. Bilim tarihi boyunca bilincin merkezini beyin olarak gören tıp dünyası onun kalp olduğunu söylemeye başladı. En ileri teknoloji araştırmacıları bütün mesajların zihin yerine kalp tarafından anlaşılmak üzere kodlandığını itiraf ettiler. İnsan kalbiyle daha mutlu olduğunu keşfettiğinden beridir, ilim adamları her geçen gün kalbin bir başka yönünü şaşkınlıkla anlatıyor, hayranlıkla dillendiriyor. Ve sonuç: "İnsanın inanma ihtiyacı kalbine olan ihtiyacı kadar kalbindeki bir ihtiyacın da tezahürüdür."


Kalp… Çoktan öğrendik ki beden ile can orada karışıyor, Allah ile kul orada buluşuyor, seven ile sevilen orada kavuşuyordu. Fizik duyguya, kas yığını cevhere dönüştüğündeyse Şark coğrafyalarında bir gönül medeniyeti kurulmuştu. Artık kalp, medeniyetin merkezindeki hükümdar; benzeyişleri ve benzetilişleri olan bir efendiydi. Kâşânelerdi yeri söz gelimi veya virâneler… Siz deyin saray, ben diyeyim yuva. Kâbe'ydi veya Hira. Beden ve can. İman ve günah. Sonunda kutsal da bayağı da; mümin de kâfir de ona iltica etti. Hem somut hem soyuttu; hem eril hem dişil…. Bazen dindir o ve imandır; bazen erkek ve kadın(…) Odur bize kendimizi hissettiren ve odur hissettiğimiz. Odur bize hakikati gösteren ve odur hakikatimiz. Düşünün bir kez, insandan kalbi çıkardığınızda geriye ne kalır?


Sufîlere göre gönül kalbin içindeki özgeden özge bir tecelli mekânıdır ve onu aşkla doldurmadan yaşamak ömrün boşa geçirilmesi demektir. Gönül ancak aşk feyzi ve bereketiyle gerçek servet ve kudrete, hakiki huzur ve mutluluğa kavuşur. Gönlü tanımak için aşk deryasına girmek, vahdet âlemine ulaşmak amaçtır. Âşık, gönlü tanıyınca onun uçsuz bucaksız bir derya olduğunu keşfetmeye başlar ve orada kulaç atmanın heyecanıyla bütün ömrünü doldurur. Bu deryada ne kadar mesafe kat edilirse gönlün hakikatine o derece yaklaşılmış olur. Yaklaşma ise gönlün salt vahdetten ibaret olduğunu keşfetmeye yarar. Sûfî bunu keşfedince geriye kalan dalgalar ve dalgalanmaların tamamının kesrete, fani olana, dünyaya ve mahlûkata ait olduğunun bilincine erer.


Gönül kalbin en son mertebesi, belki kalpten maksat olan şeydir(…) Gönül kalbin ilahî kıblesi gibidir. Kalp bu kıbleye yöneldiğinde uzviyet ve maddeden azadeleşir, belki maddeyi ruh potasında aşk ateşiyle yakıp tüketerek sonsuza ulaşma kabiliyetine erer. Bu bakımdan ruhun gelişip yükselmesi de alçalıp kendini tüketmesi de hep gönülle alâkalıdır. Yaratılmışların en şereflisiyle, aşağılıkların en aşağısı arasında insanı konumlandıran şey ancak bir gönülden ibarettir. Erdemler ve erdemsizlikler…


Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler/ 'Yevme la yenfau'da kalb-i selim isterler. Şöyle demeye gelir: Ey Efendi! (Evlatların ve malların) fayda vermediği günde senden altın ve gümüş mü isteyecekler sanırsın? (Hayır, o gün geldiğinde) İstenecek şey bir kalb-i selimdir.


Kalb-i selim, yani insanın temiz vicdanı; berrak, temiz, bozulmamış saf numune; nazargâh-ı ilahi, Hakk'ın aynası, tecelli evidir. Hastalıklı kalbe karşı huzurlu bir kalp… Kinden, kibirden, hasetten, nefretten, riyadan, kötülükten arınmış gönül. Dil ile ikrarın tasdiki, kelimelerin ispatı.


Selim bir kalp, kişinin hidayete erdiği yerdir. Mümin için doğru bilgiyi yanlış olandan ayırt etme yeridir. Kötülüklere karşı mücadelenin verildiği direnç noktasıdır.

İSKENDER PALA KİMDİR?

1958, Uşak doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi (1979). Divan edebiyatı dalında doktor (1983), doçent (1993) ve profesör (1998) oldu. Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, hikâyeler ve gazete yazıları yazdı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi ve "Divan Şiirini Sevdiren Adam" olarak anıldı. Bazı çalışmalarıyla Türkiye Yazarlar Birliği Dil Ödülü'nü (1989), AKDTYK Türk Dil Kurumu Ödülü'nü (1990), Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Ödülü'nü (1996) aldı. Hemşehrileri tarafından "Uşak Halk Kahramanı" seçildi. Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk, Katre-i Matem, Şah&Sultan, OD, Efsane, Mihmandar, Karun ve Anarşist adlı romanlarının baskıları yüz binlere ulaştı, bu romanları pek çok ödül aldı ve yabancı dillere çevrildi. Türk Patent Enstitüsü tarafından marka ödülüyle taltif edilip adı tescillendi. 2013 yılı Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü'ne edebiyat dalında layık görüldü. Bülbülün Kırk Şarkısı adlı kitabını ömrünün en güzel çabası sayan İskender Pala evli ve üç çocuk babası olup İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesidir.

BİZE ULAŞIN