Baharın kendisini usul usul göstermeye başladığı bir salı günü… Yıllardır önünden geçip gittiğim, tarihi duvarlarının arkasındaki hikâyeleri hep merak ettiğim Darülaceze'nin kapısındayım. Yapıya girince, insanları tanıyıp, onları dinleyince, "neden daha önce gelmedim ki buraya!" diye hayıflanacağımı daha şimdiden biliyorum. Yine de geçen gün ömürdendir, deyip dalıyorum içeriye dergimizin editörlerinden Raşit ve fotoğrafçımız Şeref ile birlikte.
Darülaceze'nin ilkin 1877 Osmanlı Rus Savaşı sırasında kurulması düşünülüyor. Bu savaşla birlikte payitahta göçler başladığından dört yüz bine yakın insan sokaklarda evsiz, barksız kalmış. İstanbul'daki dilencileri, sokaklarda başıboş gezen kimsesiz çocukları, cami avlusunda yatan kimsesiz muhtaçları bir araya toplayıp ıslah ederek sanat sahibi yapmak, yaşlıların son günlerini huzur içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla II. Abdülhamid Han, bir Darülaceze (Acizler Evi) kurulmasını istemiş.
Plan program sonrasında anlatılanlara göre İstanbul'un sekiz ayrı noktasına ciğerler asılıyor. Evet, bildiğimiz ciğer. Eskilerin enteresan deneylerinden biri işte... Ciğer, en geç nerede çürürse, oranın havası en temizmiş. Bugünkü Darülaceze'nin bulunduğu Okmeydanı'ndaki yer de böylece belirlenmiş oluyor.
29 bini çocuk 72 bin kişiye şefkat yuvası
Sultan Abdülhamid Han, Darülaceze'nin kuruluş masraflarını karşılamak üzere 7 bin altın liraya karşılık gelen kendi özel eşyasını bağışlıyor. Ayrıca kendi cebinden de 10 bin altın lira nakit olarak veriyor. Bir yardım kampanyası düzenleniyor, geniş bir katılım sağlanıyor ve 50 bin altın lira toplanıyor.
Darülaceze kurulduğu günden bu yana 29 bini çocuk olmak üzere toplam 72 bin kişiye şefkat yuvası olmuş. Din, dil, ırk, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bakıma muhtaç, yaşlı, engelli insanlara, sokağa terk edilmiş kimsesiz yavrulara hizmet vermiş. Şu an Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı olarak hizmet veren Darülaceze'de barınan sakinlerin tüm giyinme, barınma, gıda, sağlık ve bakım ihtiyaçları kurum tarafından karşılanıyor ve hizmet kesintisiz 24 saat sürüyor. Yapının içinde caminin yanında bir kilise ve havra da yan yana. Hepsinin kapısı açık. Hem Darülaceze'de kalanlar hem de ziyaretçiler ibadetlerini gerçekleştirebiliyorlar.
125 yıl sonra yeniden
Gezimizde bize mihmandarlık yapan basın ve tanıtımdan sorumlu Taha beyden öğrendiğimize göre; Darülaceze için Arnavutköy'de 150 bin metre kareye yakın bir arazide çok daha büyük, çok daha modern bir kompleks yapılacak çünkü bu tarihi bina artık yetersiz geliyor. Öğrendiğimiz kadarıyla Darülaceze'ye yerleşmek için sırada bekleyen 3 bin insan var. Yeni yerleşke bu insanlar için yepyeni bir umut olacak böylece. 125 yıl önce II. Abdülhamid Han'ın yaktığı ışık, bugün yeniden ve daha güçlü şekilde alevlenecek.
Çok yakında yapımına başlanacak olan yapı modern bir anlayışla yapılacak dedim, biraz açayım… Mesela yatalak hastalar için özel tasarlanmış odalar olacak. Yine yürüme engellilerin odaları zemin katta olacak ki, yapıya girip çıkarken zorluk yaşamasınlar 3 bin kişinin kalacağı şekilde planlanan bu yapının dünyada eşi benzeri yok. İçinde bir kongre merkezi, okul, cami ve atölyeler bulunacak.
Bahçede gezinirken sohbet ettiğimiz herkes mutlu. Darülaceze onlar için yalnızca kalacak, barınılacak bir yer değil, aynı zamanda bir umut merkezi hâline de gelmiş. Mesela Füsun teyze... Kendisi Kasımpaşalı. Kimsesiz kalınca bir yakınları onu Darülaceze'ye yerleştirmiş. İlk geldiği günlerde o kadar ağlamış ki, kör olacağından korkmuşlar. Zamanla alışmış buraya. Hatta evi gibi olmuş belki ondan da ileri... Her gününü artık mutlu geçirdiğini anlatıyor. Hatta bir söz etti ki, tutuldum kaldım: "Darülaceze, insan umutsuzluktan ölürken onu diriltmeyi biliyor."
Ayşe, Sevim ve Maria…
Darülaceze bugün de devletten beş kuruş para almadan kendi yağıyla kavruluyor. Bağışçılardan tutun da, her gün binayı ziyaret edip insanlara yoldaşlık eden gönüllüleri var. Bu gönüllülerden bazılarıyla tanıştık. Bana sorarsanız sadece "gönüllü" deyip geçmezdim. Hepsi de melek gibi insanlar. Mesela bir Ayşe abla var, 15 senedir Çengelköy'deki evinden kalkıp haftada iki gün Darülaceze'deki rehabilitasyon birimine geliyor. Burada, bilabedel biçki dikiş işlerine yardım ediyor.
Neler yapıyorsunuz dediğimde, "Burada kalan sakinlerin çarşaf, yorgan ve giysilerindeki onarım işlerine yardım ediyoruz. Hele bayram günlerinde neredeyse tam mesai yapıyoruz. Çünkü o zaman ayrı bir ihtimam göstermemiz gerekiyor" diyor. Kaç senedir gidip geliyorsunuz diye sorduğumda; "On beş sene" diyor. Yüzü pırıl pırıl, nur inmiş gibi. Dile kolay 15 senedir evinden kalkıp buraya geliyor.
Bir diğer gönüllü Sevim ablamız. Onunki daha da ilginç. Bir gün Darülaceze'nin önünden geçerken, merak edip içeriye dalmış tam 12 sene önce. Giriş o giriş. Yatalak insanların yardım meleği Sevim abla. Kadınların saçlarını boyamaktan, tırnaklarını kesmeye, yataklarını değiştirmeye kadar günümüz insanına garip gelecek bir aşkla bu özel yardım severliği yapıyor. Modern dünyaya atılacak en büyük şamar Sevim teyze.
Darülaceze Başkanı Hamza Cebeci
Yaşlanmak, o her şeyin biraz biraz yettiği
Rehabilitasyon bölümünde baskı atölyesinden resim bölümüne, biçki dikişten dokumacılığa kadar bir dizi iş bölümü var. Oraları da geziyoruz. İnsanlar burada sanat ve zanaat sahibi oluyorlar. Kimseye yük olmadan, gönüllerince… Çünkü Behçet Necatigil'in dediği gibi "Yaşlanmak, o her şeyin biraz biraz yettiği…"
Gönüllülerden bir diğeri de Maria hanım. Çekinerek girdiğimiz atölyesinden güler yüzle ayrılıyoruz. Maria hanım atölyesinde bir nesne nasıl atık malzemeden yapılır, evdeki fazlalık dergi, gazete atılmadan nasıl işlevsel bir nesneye dönüştürülür, onun dersini veriyor.
İşliklerinde eski dergileri küçük parçalara ayırıyorlar. Sonra teker teker o küçük parçaları bantlayıp uzunlamasına kare şekiller elde ediyorlar. Bu kareleri de birbirine geçirip irili ufaklı bir sürü çanta yapıyorlar. Bu rengârenk çantalardan biri de Maria hanımın kendi kullandığı çanta. Elime alıp inceliyorum. Kendilerince bir marka adı bile basmışlar. "Yağmur suyu geçirmiyor" diyor. Kendi adıma en sevdiğim zanaattır benim, eski eşyaları böylesi bir değerlendirme şekli… Maria hanımın atölyesine, dergimizdeki arşivden eski dergileri gönderme sözü veriyoruz.
Düşünsenize, çıkardığımız, sizin de şu an okuduğunuz bu dergi aynı zamanda böyle güzel işlerde de kullanılacak. Atölyedeki engelli bir ağabeyimizle de sohbet edip ayrılıyoruz rehabilitasyon merkezinden.
Bu merkezde üretilen ürünler Darülaceze'nin içinde de satılıyor. Yolunuz düşerse almaktan çekinmeyin. Çünkü ürünlerin parası hem Darülaceze'nin kasasına hem de o ürünü yapanın cebine giriyor katkı olarak.
Osmanlı'nın haşmeti altındaki nezaket
En son Darülaceze başkanı Hamza Cebeci'nin de makamına uğruyoruz. Dört kıta yirmi şehirden gelen Darülaceze sakinlerini anlatıyor bize sevgiyle. Buranın yöneticisi değil de, babası gibi, bir büyüğü gibi bir sahip çıkmışlıkla, samimice…
Yapının tarihine dair enteresan bilgiler de öğreniyoruz kendisinden. Mesela Darülaceze'yi kuran 16 kişiden 8'i gayrimüslim. Maliye Nazırı Agop Paşa ile Ticaret ve Nafia Nazırı Raif Paşa peş peşe kurucu listede. Tüccardan Ermeni Tubini ile Saray Teşkilat Nazırı Münir Paşa… Abdülhamid Han'ın özellikle dikkat ettiği hususlar. Dünyada bu anlayışın bir örneği daha yok. Hamza beyin odasında bulunan Abdülhamid Han'ın kendi elleriyle yaptığı masanın etrafında oturmak bile kendi tarihimizin haşmeti altındaki nezaketi gösteriyor bize.
Darülaceze'den ayrılırken hiç de hüzünlü değilim, aksine, mutlu olduğumu bile söyleyebilirim. Çünkü cennetin yeryüzündeki tasviri nasıldır, diye sorsalar, hiç çekinmez burasını örnek gösterirdim. Siz de gelin, görün, tanışın insanlarla, iki kelam edin. Göreceksiniz.