Gökhan Ergür: Bir Çin bedduası: Tuhaf zamanlarda yaşayasın

Bir Çin bedduası: Tuhaf zamanlarda yaşayasın
Giriş Tarihi: 19.12.2018 13:01 Son Güncelleme: 19.12.2018 13:01
Başı önüne eğilmiş ve sürekli başparmaklarıyla ekranı kurcalayan bir canlı türüne dönüştük. Bedenimiz o an, o mekânda iken aslında ruhumuz yani gerçekliğimiz başka bir dünyada arz-ı endam ediyor.

...öyle ki bir süre sonra "kendi dünyamızda yaşamaktayız, bize sunulanda değil" diyebilmeliyiz, bu dünya bizim hiç ilgilenmediğimiz ve yıpratıcı olmayan ve bizi mahvetmek istemeyen bir dünya olabilsin.
Thomas Bernhard, Düzelti

Henüz bütünüyle kavrayamadığımız, üzerine fazlasıyla kafa yoramadığımız ve öneminin ne ölçüde olduğunu tahmin bile edemediğimiz bir gerçeklikle karşı karşıyayız: Bu dünyadan taşınmak. Evet, toparlandık ve gidiyoruz. Evlerimizden, işlerimizden, memleketimizden ve sevdiklerimizden ayrılıp başka bir dünyaya doğru büyük bir hızla göç ediyoruz. Taşındığımız dünyanın konforu ve dizayn edilebilme imkânı hepimizi cezbediyor çünkü ipleri bizim elimizde olmayan yaşantılarımızdan fena hâlde sıkıldık. Sahip olduğumuz maddi imkânlar bir yana kişisel özelliklerimizden, sahip olduğumuz becerilerden bile fazlasıyla mutsuzuz. Taşınacağımız yeni dünya bize daha konforlu bir alan sunmakla beraber bizi daha esprili, daha kültürlü, daha merhametli hatta ve hatta daha bakımlı ve güzel göstermeyi becerebiliyor. Hâl böyle olunca da buharlı makinelerin keşfiyle köşeye sıkışan insan, yeni bir dünyaya kaçmanın, daha doğrusu kaçtığını sanmanın büyüsüyle gerçek dünyayı terk ediyor ve yeni bir dünyada kendine yaldızlı bir yaşam alanı oluşturuyor.

Taşındığımız bu yeni dünyada çok da büyük masraflara girmenize gerek yok, internet bağlantısı ve bu bağlantıyı kullanabileceğimiz herhangi bir aygıt işinizi kolaylıkla görebiliyor. Gerisi sizin hayal gücünüze ve ideal benliğinize ulaşma çabanıza kalmış. Daha zengin, daha popüler, daha yakışıklı olmak bütünüyle sizin elinizde ve bunu başarmak için de uzun yıllar ve yollar gerekmiyor. Her şey o kadar basit ve hızlı halledilmek üzere kurulmuş ki bir-iki tuşla ve basit uygulamalarla istediğiniz hayatı kolaylıkla yakalayıp dolu dolu yaşadığınız zannına kapılabiliyorsunuz.

Muhakkak şahit olmuşsunuzdur, gerçek hayatında kılık kıyafetine, görünüşüne önem vermeyen tanıdıklarınızın sosyal medyadaki profillerinde son derece şık ve bakımlı görünmelerine ya da çevresine ve insanlığa karşı normal hayatında vurdumduymaz tiplerin sosyal medyada buzulların erimesini önlemek için imza kampanyaları başlatmalarına. İnsanlar artık gerçek dünyadaki imajlarına değil sosyal medyadaki imajlarına odaklanmış durumdalar ve kişisel yatırımlarını da yine ne yazık ki sanal dünyadaki imajlarına yapmaktalar.

Gerçekliğin kaybı ve değersizliği!

Burada temel bir sorunla daha karşılaşıyoruz: Gerçekliğin kaybı ve değersizliği. Taşındığımız yeni dünyada elde ettiğimiz bilgilerin, duyduğumuz seslerin, gördüğümüz şeylerin ve yaşanılan acıların gerçekliğinden asla emin olamıyoruz. Büyük bir kirlilik ve amaca göre biçim verilebilirlik hâli mevcut. Taşınılan bu dünyada insan ve doğal yaşam asla olduğu gibi görünmüyor, çektiği her gerçek insan ya da doğa sureti muhakkak dijital bir dönüşümden, farklılıktan, filtreden geçerek yine dijital ortamın beğenisine sunuluyor. Gerçeklik hem kayboluyor hem de yeni bir biçim alarak hakikati piksellere ayrılıp değerini kaybediyor.

Başta edebiyat, siyaset ve günlük yaşamı göz önüne alarak Jean Baudrillard'ın Tam Ekran isimli kitabında yer alan şu satırlara dikkat kesilelim: "Herkes kendi look'unu arıyor. Kendi varlığını bahane etmek olanaksız olduğuna göre (artık kendimizi seyretmiyoruz, baştan çıkarıcılık bitmiştir!), kala kala görünüşü göstermek kalıyor, artık ne olmak ne de seyredilmek kaygısı bile taşınmıyor. Artık, 'Varım, oradayım değil'; 'Ben görünürüm, ben görüntüyüm' –look,look! Narsizm bile denmez buna, bunun adı derinliği olmayan bir dışa dönüklük, reklam amacı güden bir tür saflıktır, artık herkes kendisinin emprezaryosu (menajeri, satıcısı, tüccarı) olmuştur."

Bu kadar görünür olma arzusu benmerkezcilik ve narsisistik kişilik örüntüsü olarak yorumlandı uzun bir süre fakat zaman içerisinde gördük ki bu durum Baudrillard'ın bahsettiği gibi alelade ve derinliksiz bir tüccarlığa dönüşmüş vaziyette. Artık varlık olarak değil varlığın bir görüntüsü olarak ekranlardayız. Artık sadece tek kolumuzun göründüğü selfie'lerle yüzümüzü en ince ayrıntılarıyla dolaşıma sunuyoruz. Dünyaya devamlı olarak "bakın buradayım, işte bakın bugün de buradayım, işte bu da görüntüm" mesajını durmadan vermek zorunda hissediyoruz. Aksi hâlde insanlar yaşadığımıza inanmıyor ve bizi yok sayıyor. Zihinlerimizi şöyle bir kontrol edelim, 50 yaş altı kaç tanıdığımız sosyal medyadan uzak bir yaşam sürüyor? Ortaya çıkan sonuç eminiz ki çok az olacaktır. İnsanlar artık dünyanın bir parçası olmak, dünyadan haberdar olmak, yaşadığını ispat etmek için gerçek dünyayı ve zaman zaman da isimlerini terk edip dijital dünyanın tanımsız boşluğunda nickname'leri ile hayata tutunmaya çalışıyor.

Güzelliği telefonla seyretmek

Gündemle ilgilenip o meşhur Black Mirror isimli diziden haberdar olmayan yoktur herhâlde. Teknolojinin insanlara neler yapacağını gösterip: "Bu kadar da olmaz artık canım" dedirten, aylar sonra yaşanılan teknolojik gelişmelerle "o kadar da olurmuş" diye şaşırdığımız ve zaten öncesinde bir ön kabulümüz olduğu için sonrasında bu gelişimleri kolaylıkla sindirmemizi sağlayan dizi. Aynı etkiyi sosyal yaşantımızda görmek de mümkün. Yıllar evvel Eminönü'nde, Sultanahmet'te ellerinde kameralarla, fotoğraf makineleriyle gezen, gerçekliği dijital bir ekranın ardından takip eden ve kayıt altına alan Uzak Doğulu turistlere alaycı gözlerle bakıp güzelliği neden kendi gözleriyle izlemek yerine hafıza kartlarına kaydettiklerini sorgulardık. Oysa bugün çevrenize şöyle bir baktığınızda teknolojiyi kullanmayı bilen yığınların büyük bir kısmının bu davranış örüntüsünü bire bir sergilediğini göreceksiniz. Karşılaştığımız güzelliklere, farklılıklara verdiğimiz tepki artık şaşkınlık ve dikkat kesilmek değil, elimizi telefona atmak oluyor. Güzel bir şeye şahit olduğumuzda onu izlemek yerine dijital ekranlara kaydetmeye ve taşındığımız sanal dünyanın bir malzemesi hâline getirmeye çalışıyoruz çünkü karşılığında alacağımız beğeniler, RT'ler bizim dijital statümüze katkıda bulunacak ve daha saygın insanlar olmamıza vesile olacak.

Yeni yeni dolaşıma giren ve konuşulan bir tabir mevcut: e-dilencilik. Genç bir hanım arkadaşımız beğendiği bir ürünün mağazadaki fotoğrafını "Bunu bana alacak biri çıkar mı" notuyla paylaşıyor ve kullanıcılardan biri de satın almaya talip olup ürünü ilgili arkadaşa kargoluyor. Yine aynı şekilde "Biri bana yemek ısmarlayabilir mi" şeklinde sosyal medyada bir gönderi paylaşılıyor ve sosyal medyada belki de hiç tanımadığı birine ev adresini vererek online yemek sipariş sitelerinden evine yemek sipariş ettiriyor. Biraz araştırdığımızda bu tip davranışların sosyal medyada giderek yaygınlaştığını, insanların hiçbir emek sarf etmeden sadece kullanıcı adı ve fotoğraflarıyla zahmetsiz kazanç sağladıklarını görüyoruz. Küçük çocukları üzerinden etkileşim uğruna sahte hikâyeler yazıp dolaşıma sokan anne babalardan sonra şimdi de şahsiyetini kullanıp fayda elde etmeye çalışan insanları görüp duyuyoruz. Nasıldı o eski Çin bedduası: "Tuhaf zamanlarda yaşayasın." Evet, tuhaf zamanlarda yaşıyoruz.

Biri gider öteki gelir

Zygmunt Bauman, Akışkan Aşk isimli kitabının önsözünde: "Aralarında bağ kuramayan insanlar kablolu/kablosuz bağlanmaktalar" der. Çünkü bu bağ tam da çağın ruhuna uygun bir şekilde kullan-at kolaycılığına dayanır. Taşındığımız bu yeni dünyada ilişkiler ve dostluklar için emek harcamak bütünüyle zaman kaybı. Hoşunuza gitmeyen arkadaşları tek tuşla arkadaşlık listesinden çıkartıp yine tek tuşla engelleyebiliyorsunuz. İşin güzel yanı bu şaşaalı dünya milyonlarca ilişki biçimi ve seçeneği sunarak sizi büyük bir dertten
de kurtarmış oluyor. Biri gider, ötekisi gelir...

Peki bütün bunlar olurken dışarıya nasıl bir görüntü sunuyoruz acaba?

Tek kelimeyle komik... Başı önüne eğilmiş ve sürekli başparmaklarıyla ekranı kurcalayan bir canlı türüne dönüştük. Bedenimiz o an, o mekânda iken aslında ruhumuz yani gerçekliğimiz başka bir dünyada arz-ı endam ediyor. Zoraki sohbetlerin ya da toplantıların arasında fırsat bulur bulmaz hızlıca yaşam ünitemizi cebimizden çıkartıp gerçek dünyamızda neleri kaçırdığımızı kontrol ediyoruz ve gerginliğimizi yatıştırmaya çalışıyoruz. Tekrar edelim artık sadece bedenimiz bu dünyada ruhumuz değil.

Kabul edelim ya da etmeyelim hantallaştık, artık daha az hareket ediyoruz, canımız sıkıldığında çıkıp dağ tepe dolaşmak yerine dizi önerisi alıp arka arkaya sezonlar deviriyoruz. Evde huysuzlanıp kendini sokağa atmak için annesine yalvaran çocuklar, şimdi bilgisayar başında CS:GO , Pubg , Fortnite oynamak için annesine yalvarıyor. Birçok akrabamızın ya da arkadaşımızın sesini unuttuk, arayıp konuşmak yerine mesaj atıp sesin şifasını ve bereketini öldürdük. Gerçek hayatta kurduğumuz sınırlı ilişkiler sebebiyle kullandığımız kelime sayıları ve duygusal tepkilerimiz azaldı. İnternet ortamında harfler yerine emojilerle anlaşıyoruz. Çoğumuz robotların dünyayı istilasından endişe ediyor fakat bizler zaten robotlaşmış bir şekilde hayatlarımızı başka bir dünyanın kurallarına göre sürdürüyoruz.

Bitirelim. Olanı tekrar etmek, hatırlatmak ve ikna etmek de bir çözüm yoludur. Biz, elimizden geldiği kadarıyla malumu ilan etmeye devam edelim. Kısa vadede olmasa bile elbet bir yerlerde bir şekilde ve hatta büyük bir kalkışmayla çözüm bulunacaktır.


BİZE ULAŞIN