Millet olmayı başarabilmiş toplumları özetleyen bazı anahtar kelimeler vardır. O sözcük geçtiği vakit sizin aklınızda belli bir topluluk, ilgili bir coğrafi saha veya kültürel birikimin karşılık bulduğu kişiler/eserler/dönemler aklınıza gelir. Bu kelimeler o toplumlarla özdeşleşen mitler/mitolojik öğelerdir. Aslında mezkûr kelimeler, ilgili toplumun veya medeniyetin tarih serüvenini de bir bakıma özetler. Mesela ejderha kelimesi çoğu kişinin zihninde Çin'e işaret eder. Antik sözcüğü zikredildiği vakit ekseriya Yunan tarihinin bir dönemi akla gelir. Mumya eski Mısır'ı ve halklarını, ateş tüm İran-Pers topluluklarını çağrıştırır. Zikrettiğimiz medeniyetlere ilişkin şüphesiz daha pek çok anahtar kelime, mitolojik öğe vardır. Türk mitolojisi bu bakımdan çok çeşitli ve zengin bir birikime sahiptir. Gökyüzü, bozkurt, kahramanlık, cenk, zafer, boylar ve göç gibi kelimeler, Türk mitolojisinin temel kavramlarıdır. Mit kelimesi "nesiller boyunca aktarılan öykülerde makes bulan millete ait figürler/ hatıralar/kavramlar/hadiseler" şeklinde, mitoloji ise "genel olarak bu destansı anlatımların tümü" tarifiyle hülasa edilebilir. Bu aktarım sürecinin başlangıcı hiçbir zaman tarihlendirilemez. Zaten tarihlendirilemediği ve bir anlamda belgelendirilemediği için mit ve mitoloji tarihi gerçek değil sadece tarihe dayandırılan bir öykülendirme süreci olarak kabul edilir. Aksi takdirde tarihi bilgi olarak yerini alması gerekir. Burada şu hususun altını çizmek icap ediyor; mitler, mitolojik anlatımlar, destanlar veya efsaneler hiç şüphe yok ki tarihe doğrudan kaynak olamazlar.Lakin tarihe ve tarih yazımına bir anlamda fener olup, yol gösterirler. Çünkü bu anlatımların hepsi milletin tarih serüveni içerisinde yaşadıklarından, zaferlerinden, acılarından kısacası hatıralarından meydana gelir. Şimdi hatıralardan oluşan tarih serüveninde bir yolculuğa çıkalım. Bu yolculukta coğrafi olarak ayrı, siyasi olarak farklı teşekküllerde yaşamış olan Türk milletinin "parçalarını" türeyişe dair müşterekleri üzerinden anlatmaya gayret edeceğiz.
Göktürklerin türeyişi
Kendilerini ataları ile irtibatlandırarak geçmişlerini en geriye doğru götürmek isteyen milletlerin anlatılarında başı yaratılış ve türeyiş efsaneleri çeker. Türk mitolojisinde yaratılışa dair müstakil rivayetlerden ziyade yaratılıştan sonra vuku bulan türeyiş efsanelerine atıflar görülür ancak türeyiş ve farklı efsane varyasyonların hemen hemen hepsinde yaratılışın Tanrı eliyle gerçekleştiği vurgusu göze çarpar. Bu husus mitolojik anlatıdan çıkarak Gök Tanrı inancı ile beraber kurumsal bir hâle gelecektir. Bunun dışında Türklerde çok çeşitli anlatımlara dayanan türeyişe dair efsaneler bulunur. Bunlar arasında en bilindik olanları Göktürklere ve onların sulbünden gelen Batı Türklerine ait olan "Kurttan Türeyiş Efsanesi"dir. İki farklı varyasyonu bulunan efsanenin özeti şu şekilde: Hunların soyundan gelen ve Aşina/Aşına/ Asena ailesinin devamı olan Göktürkler büyüyerek boylar altında yaşamaya başlar. Daha sonra Lin adını taşıyan düşmanları tarafından mağlup edilirler. Bu mağlubiyet sırasında düşman hiçbir Göktürk'ü sağ bırakmaz, adeta bu soyu kırar geçirir. Sadece küçük bir erkek çocuğunu acıdıkları için sağ bırakırlar. Onun da el ve ayaklarını kesip bataklıkta kaderine terk ederler. Ardından çocuğun etrafında bir dişi kurt belirir. Dişi bozkurt çocuğa et ve yiyecekler getirerek hayatta kalmasını sağlar. Çocuk bataklıktan kurtulur ve büyümeye başlar. Göktürklerin soyundan kalan tek kişi olan bu çocuk büyür ve kurt ile arasında bir münasebet gerçekleşir. Bu sırada düşman Lin'in askerleri çocuğun yaşadığını öğrenirler. Kurt, askerlerin geldiğini görünce kaçarak bir mağaraya sığınır. Çok büyük bir alana sahip olan bu mağarada on erkek evlat dünyaya getirir. Bu evlatlar büyüyerek dışarıdan kızlar alır. Soyları bu şekilde genişlemeye devam eder. Ardından mağaradan çıkarlar. Demircilikte mahir bir hâle gelirler ve Juan Juanlara bağlı olarak demircilik yapmaya başlarlar.
Cengiz Aytmatov da Türeyiş'i anlatır
Kıpçak diyarından Kırgızların büyük kalemi merhum Cengiz Aytmatov, Türeyiş'e dair bir efsaneyi Beyaz Gemi adlı kitabında ele alır. Buğuların türeyişine dair efsane şöyledir: Yenisey'in kenarında hayatlarını devam ettiren Kırgızlara, düşman ani bir baskın yapar. Bu baskın öyle amansızdır ki kısa bir zamanda tüm Kırgızları kılıçtan geçirirler. Aralarında sadece obadan ayrılmış birer erkek ve kız çocuk sağ kalır. Öldürülen ailelerini gördükten sonra en yakın yerleşim yerini bulmak için yürürler. Sonunda düşmanlarının obasına gelirler. Herkes onları bir kahırla karşılar. Yaşlı bir kadın, hanın huzuruna çıkarak onları kendisine teslim etmesini ister. Çocukları ölüme götürmek üzere alır. Çocuklar ölümün kıyısındayken bir geyik/ maral ortaya çıkar. Çocuklarını kaybettiği için bu iki çocuğu evlat edinmek istediğini söyler ve kadını ikna eder. Düşman tekrar harekete geçince çocukları alarak Issık Gölü'ne kadar getirir. Çocuklar burada büyüyerek gelişirler. Dışarıdan evlenerek evlat sahibi olmalarıyla beraber nesilleri çoğalarak devam eder. Bunlara Buğular ve Maral Ana'nın evlatları demeye başlarlar. Bu soydan gelenler dişi geyikleri ata kabul edip gördüklerinde hürmet ve tazim gösterirler.
İki farklı Türk şubesine ait Türeyiş Destanı'nda benzer çok fazla noktalar var. Savaş, düşmanın varlığı ve gadri, bütün boyu katletmesi, yalnızca çocuk ve çocukların sağ kalması, sağ kalan(lar)ı kurt ve geyiğin bulup büyütmesi, buradan bir soyun türemesi ve soyun tazim ile anacağı bir figürün aynı zamanda ata kabul edilmesi gibi pek çok benzer hususla karşı karşıya kalıyoruz. Tekrar okuduğumuzda iki farklı anlatımın ortak figürleri ve hadiseleri üzerinden bir millete ait olduğunu ve müşterek bir hüviyet taşıdığını net bir şekilde görebiliyoruz.
Oğuz Kağan Destanı'nda boyların türeyişi
Soyun türeyişine dair bir başka destansa Oğuz Kağan Destanı 'dır. Uygur Türkçesi ve Farsça varyasyonları bulunan destanın ortak aktarımına göre Oğuz Kağan olağanüstü bir atmosferde dünyaya gelir. Kırk günlükken konuşur ve yürümeye başlar. "Kurdun bileği gibi idi sanki bileği" der destan. Bozkurt'un Türklerdeki yeri bu sonsuz tarihi olaya dek uzanır. Oğuz çok güçlüdür; gergedan ve ayı dahi avlar. Anadolu'yu yurt tutan Oğuz boylarının oluşumu Oğuz Kağan'ın mitolojiye uygun olan 'olağanüstü' hadiseler ile örülü evlilikleri neticesinde meydana gelir. Oğuz Kağan ilk önce göğün kızı ile evlenir. Türkler, tek olduklarını kabul ettikleri Tengri'nin/Tanrı'nın (İslamiyet öncesi dönemde) gökte yaşadığına inanırlardı. "Oğuz kızı görünce aklı gitti beyninden/ Kıza vuruldu birden, sevdi kızı gönülden!"
Oğuz Kağan'ın göğün kızından üç erkek çocuğu olur. İsimleri sırasıyla şu şekildedir: Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han. Göğün kızından doğan Gün, Ay ve Yıldız; Oğuz boylarının Bozok koluna dip ata olur ve on iki şanlı Oğuz boyu bu annenin evlatları üzerinden sulbünü devam ettirir. Hâkimiyetin esas kaynağının işareti olan doğuda (güneşin doğduğu yerde) hüküm sürmek bu kola tevdi edilecektir çünkü Türklerin bozkır idare tarzında doğuda hükümdar, batıda ise kardeşi/şehzadesi doğudaki hükümdar adına hüküm sürer. Bozok çatısında buluşan boylar şu şekildedir: Kayı, Bayat, Alkaevli, Karaevli (Gün Han); Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı (Ay Han); Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın (Yıldız Han).
Ardından Oğuz Kağan yerin kızı ile evlenir. Ağaç kovuğunda oturan yerin kızı için destan "Gözü gökten daha gök, bu bir Tanrı kızıydı / Irmak dalgası gibi, saçları dalgalıydı / Bir inci idi dişi, ağzı hep parlayan / Kim olsa şöyle derdi, yeryüzünde yaşayan: Ah! Ah! Biz ölüyoruz! Eyvah! Biz ölüyoruz!" der. Yerin kızından olan çocuklar ise Gök, Dağ ve Deniz adlarını alırlar. Gök, Dağ ve Deniz ile evlatları, merkezdeki kağana bağlı olarak batı taraft a hüküm süreceklerdir. Ayrıca yerin kızından doğan çocuklar Üçok kolunu temsil ederler. Üçok kolunda buluşan boylar ise şu şekildedir: Bayındır, Beçenek, Çavuldur, Çepni (Gök Han); Salur, Eymür, Alayuntlu, Yüreğir (Dağ Han); Iğdır, Beğdüz, Yıva, Kınık (Deniz Han).
Oğuz Kağan'a dair rivayetlerde genel olarak Türk tarihinin coğrafi, tarihi tüm dönemlerinden izler görebilmek mümkündür çünkü Oğuz Kağan Destanı Türklerin belgelere dayalı olarak bilinen tarih rivayetleriyle iç içedir. Oğuz Kağan figürü, Büyük Hun İmparatoru olan Teoman'ı devirerek tahta çıkan Mete Han figürü ile tarihi ve mitolojik anlatımlarda büyük oranda örtüşür. Mesela Manas Destanı 'nın kahramanı Manas'ın doğumunda, evliliğinde, kahramanlıklarında Oğuz Kağan ile özdeşleşen ve benzeşen pek çok benzerlik, okunduğunda göze çarpacaktır. Manas Destanı 'na dair anlatımı da burada vererek Oğuz Kağan Destanı ile detaylı bir tetkikini yapmak isterdik. Lakin bu tetkik çok fazla teferruatı içinde barındırmakla beraber farklı ve geniş bir yazının konusudur. Yazımızı Türk tarihinin 'en müşterek' figürü olan Oğuz Kağan'ın şu sözleriyle bitirelim:
"Yurdum ırmaklar ile denizler ile dolsun
Gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun,
İlimizin çadırı, yukarıdaki gök olsun,
Dünya devleti m olsun, halkımız da çok olsun!"