Beytullah Çakır: Türk mizahının düşman ötekileri

Türk mizahının düşman ötekileri
Giriş Tarihi: 12.04.2017 14:05 Son Güncelleme: 12.04.2017 14:05
Beytullah Çakır SAYI:34Nisan 2017
Türkiye’de mizah geleneği ne yazık ki hep vesayet çarkının etkin bir dişlisi olarak görevini ifa etmiştir. Statükonun öteki olarak belirlediği kesimlere karşı mizah adı altında fütursuz saldırılardan hiç geri durmayan mizahın egemenleri, konu statükonun efendilerine geldiğinde ise hep ‘üç maymunu’ oynamıştır.

Hemen hemen hepimizin bir şekilde duyduğu meşhur bir motto vardır: "Mizah muhaliftir!" Mizahın bu muhalif yönü, muhtemelen dünyanın her yerinde geçerli bir kaide fakat insan, mizahın kime yahut neye muhalif olduğunu/olması gerektiğini sormadan edemiyor. Zira ülkemiz mizahşörleri tarafından da sıkça kullanılan bu tabir ve mizahşörlerin gözümüze soka soka takındıkları ikircikli tavır, bu muhalifliğin ne kadar samimi olduğu noktasında koskocaman bir 'acaba' yaratıyor zihinlerimizde. Bir acaba yaratıyor çünkü tirajı yüksek mizah dergilerinin kendilerine malzeme olarak seçtiği figürlere ve toplumsal kesimlere dair göz ucuyla dahi baktığımızda kaskatı bir 'ötekileştirmenin', kronikleşmiş ve gına getirmiş yoz bir söylemin, yıllardır süregelen bir öcüleştirmenin, hor görmenin, hülasa bir zekâ pespayeliğinin ortasında buluyoruz kendimizi genelde.

Osmanlı İmparatorluğu'nun sistematik bir şekilde modernleşmeye geçtiği Tanzimat döneminde ilk örneklerine rastladığımız mizah yayıncılığı, neşet ettiği bu tarihten itibaren doğasında var olan mevcut muhalif yapıyı ne yazık ki her zaman toplumun genel değerlerine karşı bir 'sopa' olarak kullandı. Özellikle Cumhuriyet döneminde "devletin resmi ideolojisinin bir aygıtı" -burada Althusser'a selam olsun- olarak kullanılan mizah yayıncılığının, 1930'lara kadar daha çok Batılılaşmanın elzemliğini merkeze alıp Osmanlı dönemine dair toplumsal hayat tarzını topa tutarken, bu tarihlerden itibaren irticai paranoyalara kapıldığına ve özellikle geleneksel, mütedeyyin insanları büyük bir tehdit olarak addedip yok edilmesi gereken 'düşman bir öteki' noktasına yerleştirdiğine şahit oluyoruz. Sertaç Timur Demir'in SETA bünyesinde hazırladığı "Türkiye'de Mizah Dergileri, Kültürel Hegemonya ve Muhalefet" başlıklı raporda da belirttiği gibi; "Özellikle bu tarihlerden itibaren çoğu zaman dini dogmatizmden daha ezberci, daha klişeci ve daha rijit olan bu tavrın aslında Tanzimat'tan bu yana en büyük ötekisi, başat kimliği dindar ve gelenekçi olan kişiler ve bu kişilerin sahip olduğu ilişki ve değerlerdir."

O dönemlerde üretilen söylemin ve kullanılan; başı örtülü kadınların, tespihli, şalvarlı, takkeli, kadın düşkünü ve hatta sübyancı erkek figürlerinin günümüzde hâlâ nasıl kullanılmaya devam ettiği hemen hepimizin malumu. Aslında ülkemizde egemen olan mizah anlayışının ne denli bir üretme sıkıntısı içinde olduğunu ve aynı malzemeyi temcit pilavı gibi önümüze sunduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli bir örnek bu. Zira geçmişten günümüze yayınlanmış karikatürleri incelediğimizde hep aynı içeriğin ve dilin kullanıldığını en açık haliyle görmek zor değil. Örneğin 1930'lu yıllarda Türkiye'nin en uzun soluklu mizah dergisi olan Akbaba'da yayınlanan karikatürleri günümüzde yayın hayatına devam eden Leman, Penguen, Uykusuz gibi mizah dergileriyle mukayese ederek incelediğimizde aslında aralarında dişe dokunur bir farkın olmadığını görmek o kadar kolay ki. Hem yapılan çizimlerdeki ürkütücü ve çirkin yüz hem kullanılan semboller, daimi bir tekerrür halinde neredeyse. Yıllar geçtikçe üslubun gitgide argo tonlara bürünmesi ve seksist öğelerin sos olarak kullanılmaya başlanması da işin cabası… Haricinde mizah literatürünün, 'baş öteki' olarak kodlanmış inanan insanlarla ve onların kutsal addettiği; namaz, oruç, kurban, ahiret hayatı gibi dini motiflerle mizah adı altında nasıl alay edildiğinin örnekleriyle dolu olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?

Mizah egemenin karşısında durmaz

Türkiye'nin tanınan karikatüristlerinin hemen hemen hepsinin "mizah muhaliftir" düsturunu, Cumhuriyet tarihi boyunca hep halkın genel kesimine ve onun teveccühünü kazanmış siyasilere karşı kullandığını fakat mevcut sisteme ve vesayet mekanizmalarının dışlayıcı politikalarına karşı hep 'üç maymunu' oynadığını kestirmek pek de zor değil. Örneğin Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan gibi siyasilere karşı mizah kisvesine sığınarak yapılan türlü hakarete karşı Türkiye'de resmi ideolojinin savunucusu bürokratların, siyasilerin, bazı medya patronlarının bırakın bu tarz bir muameleye uğramasını, ki zaten uğramasınlar, karikatürlerinin dahi çizil(e)mediğini biliyoruz. Örneğin ülkemizde cumhurbaşkanlığı yapmış olan Ahmet Necdet Sezer yahut medya patronu Aydın Doğan'ın herhangi bir karikatürünü gördüğünde hemen tanıyabilecek kaç kişi var aramızda? Geçtiğimiz yıllarda Lacivert Dergi olarak hazırlamış olduğumuz 'Mizah' sayısında bir röportaj gerçekleştirdiğimiz Hacamat dergisi ekibinden Faruk Günindi'nin oluşturduğu bir farkındalık bu bende de. Hani kendi keşfimmiş gibi caka satmaya niyetli değilim. Hiç unutmuyorum, çizmiş oldukları Aydın Doğan karikatürünü gösterip de "Bu kim?" diye sorduğunda, bütün Lacivert ekibi olarak uzun uzadıya düşünmüş de bulamamıştık kim olduğunu. Aslında bütün bu örnekler hemen her konuda olduğu gibi mizah literatüründe de beyazların kültürel hegemonyasını gözler önüne sermesi ve öteki gördüklerini düşman olarak kodlayıp fütursuzca taşlarken kendilerine yakın hissettiği isimleriyse nasıl 'pamuklara sarıp sarmalayarak' kolladıklarını göstermesi bakımından fazlasıyla önemli.

Toplumsal olana dair her konuda duyarlılık kastırma iddiasında olan mizahın egemenleri, ne yazık ki hep görmek istedikleri konuları kapaklarına yahut içeriklerine taşıdılar tarih boyunca. Kendilerine ait hissettikleri ne varsa olanca çığırtkanları ve bilindik ezberleriyle hep hücum ettiler öteki olarak bellediklerine. Örneğin; 2 Temmuz 1993 yılında Sivas'ta yaşanan feci Madımak faciasını sayısız kere köşelerine taşıyan mizah dergileri, olaydan yalnızca üç gün sonra Erzincan'ın Başbağlar köyünde PKK tarafından gerçekleştirilen ve 33 sivil vatandaşın hayatını kaybettiği katliam hakkında neredeyse hiç ses etmediler. Yine Gezi Şiddet Eylemleri esnasında başına isabet eden bir gaz kapsülü sonucu hayatını kaybeden Berkin Elvan'ı hâlâ bir malzeme olarak kullanıp durmaktan sıkılmayan mizahın egemenleri, Berkin Elvan davasının soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Kiraz'ın Çağlayan Adliyesi'nde iki DHKP-C'li teröristler tarafından rehin alınıp şehit edilmesine de doğru düzgün ses çıkaramadılar. Bütün bu örnekler her fırsatta ötekileştirilmekten yakınan mizahşörlerin, aslında nasıl da asıl ötekileştiriciler mevzisine konuşlanmış olduklarını gösteriyor hepimize aslında.

Bitirirken, ülkemizde alışılagelenin dışında bir mizah anlayışı yapmanın nadir örneklerden biri olan Gırgır dergisinin bünyesinde bulunmuş Necdet Şen'in şu tespitine yer vermek istiyorum. Zira Şen'in bu tespitleri; "Mizah egemenin karşısında durur, muhaliftir" ezberinin ne kadar yanlış olduğunu göstermesi bakımından hayli önemli. Şöyle diyor Şen: "Zannedilenin aksine, bizim ülkemizdeki mizah (kısa bir zaman aralığının dışında) muktedirlerden ziyade sivilleri hicveden bir mizah oldu. Bizans eskisi kentin çekirdeğindeki dar bir alana sıkışıp kalmış olan yazar-çizer klanının geleneksel dili olan 'cumhuriyet çocuğu' ağzı, Türk mizahının da yolunu, tarafını, dilini belirledi. Bu taraf, sırtında yorganıyla kentin çeperlerine yerleşen niteliksiz çoğunluğun değil, onları gütmeyi doğuştan bir hak olarak belleyen okumuş-yazmış zümrenin tarafıydı tabii ki. O nedenle de ilericilik ve muhalefet gibi kavramlar, mizah dergiciliğinde de Beyaz Türk'ün tarif ettiği biçimiyle sorgulanmadan kabul edilip benimsendi."

BİZE ULAŞIN