1648 yılında, Almanya'nın Ruhr bölgesinde ufak bir kasaba olan Vestfalya'da, Avrupa'da uzun zamandır süren din savaşlarını bitirmek için bir anlaşma imzalanır. Bu anlaşma, sadece Avrupa tarihi için değil, dünya tarihi için de bir dönüm noktası niteliğindedir. 1648 Vestfalya Anlaşması, hâlâ dünya siyasetini büyük ölçüde belirleyen ve ulus devletlerarası ilişkiler olarak kurgulanan modern uluslararası ilişkilerin başlangıç tarihini de oluşturmaktadır.
Vestfalya Anlaşması, uluslararası ilişkiler ve dış politika alanında hep dört özelliği ile bilinir:
a) Uluslararası ilişkilerde, krallıklar ve imparatorlukların yerini ulus devletler almaktadır.
b) Ulus devletler, belli sınırları olan, merkezi ve egemen devletlerdir.
c) Ulus devletler, uluslararası toplum tarafından hukuksal olarak tanındıkları zaman, egemenlikleri uluslararası düzeyde geçerlilik kazanır.
d) Bir ulus devletin sınırsal ve ulusal bekasına başka bir devletin yahut devletler koalisyonunun dışarıdan müdahalesi 'haklı savaş nedeni' sayılır.
Öteki sorunu üzerine bir yazıya 1648 Vestfalya Anlaşması'yla başlamamın nedeni, bu anlaşmada açık olarak belirtilmemiş olan beşinci özelliktir: Bu anlaşmayla modern uluslararası ilişkilerde öteki sorunu, kurucu-tanımlayıcı bir konuma gelmiştir. 1648 Vestfalya Anlaşması'yla, modern uluslararası ilişkiler sadece ulus devlet temelinde değil, belki de çok daha belirleyici olarak, 'biz ve ötekiler', daha somutta, 'Batı ve ötekisi Doğu' karşıtlığı içinde kurgulanmıştır.
İlk öteki, Vestfalya Anlaşması tarihi bağlamı içinde okunduğu zaman görüleceği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'dur. 1648-1918 yılları arasında, modern uluslararası ilişkilerin ötekisi, 'biz ve ötekiler' ve 'Batı-Doğu' karşıtlığının temel referansı, Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Osmanlı=öteki kurgusuyla, aynı zamanda, Batı-İslam karşıtlığı ve Batı'nın İslam'ı öteki olarak kurgulaması da başlamıştır.
1648'den bugüne, biz ve öteki karşıtlığı temelinde gelişen uluslararası ilişkileri şu şekilde dönemleştirebiliriz:
1648-1918 I. Dünya Savaşı'nın bitimi: Batı- Osmanlı İmparatorluğu
1918-1945 İki dünya savaşı arası dönem
1945-1990 Soğuk Savaş'ın bitimi: Batı-Sovyetler Birliği karşıtlığı
1990-2001: Batı-İslam karşıtlığı
2001-bugün: Batı'da İslam korkusunun gelişimi, yaygınlaşması, derinleşmesi.
Batı'nın kültürel hegemonyası 'öteki kurgusu' üzerinden gelişti
Biz-öteki karşıtlığının bu tarihsel gelişiminde, Avrupa-Osmanlı İmparatorluğu ilişkilerinde Osmanlı=İslam kurgusunun yerini de düşündüğümüz zaman, Batı-İslam karşıtlığı ve İslam=Öteki kurgusu, 1945-1990 dönemi haricinde, 1648'den beri süreklilik içermektedir.
1648'den 2017'ye kadar süren yaklaşık dört asırlık bir zamanı; İslam'ı, Müslüman dünyayı ötekileştirme, Batı-İslam karşıtlığı kurma; İslam korkusunu dokuma dönemi merkezinde konuşuyoruz.
Büyük düşünür Edward Said'in, 1978 yılında, o büyük Oryantalizm kitabı yayımlandığından beri, dünya ve Batı tarihini, evrensel ve nesnel yazılmış bir tarih olarak değil aksine 'biz ve öteki', 'Batı ve ötekisi' karşıtlığına dayanan bir tarih olarak okuyabiliyoruz.
Medeniyetlerarası çatışma tezinin, İslam'ın, Müslüman dünyanın, Doğu'nun ötekileştirilmesi girişimi olduğunu, Said'in Oryantalizm çalışmasıyla daha iyi anlayabiliyoruz.
Batı'nın Suriyeli, Iraklı, Afgan, Somalili, Yemenli, Sudanlı gibi evlerini terk etmek zorunda olan masum insanlara kapılarını kapatmasının da, 1648'den bugüne geliştirilen 'biz ve öteki' karşıtlığı olduğunu biliyoruz.
Türkiye, 3 buçuk milyon mülteciye ünlü felsefeci Derrida'nın dilinde, 'koşulsuz misafirperverlik' yaparken, bu insanlara kapılarını kapatan, Türkiye'ye bu insanları sen kendi evinde tut çağrısı yapan Batı'nın bu tavrının en azından 369 yıllık bir tarihe dayandığını unutmayalım. 10-11 Mart'ta, Hollanda'nın ilk önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun uçağına izin vermeyişi, aynı günün gecesinde, ertesi sabaha kadar Rotterdam kentinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'na karşı yapılan uygulamalar, sadece anti-demokratik değil; aynı zamanda da, Türkiye'ye karşı 'Batı'nın ötekisi' olarak 369 yıllık bakışın bir tezahürüdür.
Amerika ve Avrupa'da, 11 Eylül 2001 teröründen itibaren gelişmeye başlayan, son yıllarda DAİŞ terörüyle yaygınlaşan ve derinleşen İslam korkusunun, ilk önce bu yerlerde aşırı sağ ve ırkçı partilerin ve liderlerin güçlenmesini yaratması; bugün de, 'yeni popülizm' diye çağırdığımız siyasi akımın kurucu ögelerinden biri olması şaşırtıcı değildir. Bu durum dört asırlık bir korkunun, bir ötekileştirme girişiminin sonucudur.
Bitirirken şu önemli noktanın altını çizmeliyim: Farklı olanı ötekileştirme, ötekileştirme yoluyla iktidar kurma, sadece uluslararası ilişkilerin ve dünya siyasetinin değil, ülke siyasetlerinin de en önemli niteliğini oluşturmaktadır.
Bitirirken şu önemli noktanın altını çizmeliyim: Farklı olanı ötekileştirme, ötekileştirme yoluyla iktidar kurma, sadece uluslararası ilişkilerin ve dünya siyasetinin değil, ülke siyasetlerinin de en önemli niteliğini oluşturmaktadır.
Ülkemiz Türkiye de, bu sorunun dışında değildir. Aksine, modern Türkiye tarihi, dünü ve bugünüyle bir 'ötekileştirme yoluyla iktidar kurma tarihi'dir aynı zamanda. Müslümanlar, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, başörtülü-başörtüsüz kadınlar, gençler, öğrenciler, demokratlar ülkemizde hep dünün ve bugünün ötekisi olmuşlardır.
Dünyada da, ülkemizde de, öteki olmak zordur, acı çekmek, hakkın elinden alınması demektir...
Bu nedenle de dünyada ve ülkemizde, ahlaki benliğin, ahlaki olmanın ön koşulu; ötekileştirmeye karşı mücadeleyi, ötekine karşı eleştirel sorumluluğu, eşit vatandaşlığı, yani demokrasi ve demokratlığı, siyasi ve ideolojik tercihlerin önüne koyup, vicdanlı olmayı, vicdan muhasebesi yapmayı tercih etmekten geçmektedir. Koşulsuz misafirperverlik ve eşit vatandaşlık ilkeleri temelinde farklılıklar içinde birlikte yaşama kültürünü güçlendirmektir...