İlk çocuğumun doğumuydu. Hastaneden yeni çıkmış, eve gelmiştik. Beni sünnet kıyafetlerini andıran süslü püslü bir yatağa yatırmışlardı. Bebeğim kucağımdaydı. Anlamaz gözlerle dünyaya bakıyor, dakikalar geçtikçe hayatımın en ağır, en önemli, en uzun ve geri dönüşsüz sorumluluğunu taşıdığımı idrak etmeye başlamış bir şekilde, omuzlarıma yükü çöken dünyanın tekrar dengesini bulmasını bekliyordum. Annemse yanıbaşımda oturmuş, sessizce beni izliyordu. Yüzündeki ifade, bana bakışı, konuşmadan anlaşmamız… Annemin yavrusuydum, bir yandan o idrak anının dehşetini yaşamamı istemiyordu, bunu hissediyordum, öte yandan anne olmamın, bu ilk adımını atlatmamın an meselesi olduğunun da farkındaydı. Hayatımda ilk defa o gün, o an anneme onu anlar gözlerle baktım. Annemi ve annemin anne olmasının onun için ne demek olduğunu nihayet sezmeye başlamıştım. Fakat bakışlarımda sadece anlayış yoktu, yukarıda söylediğim gibi kelimenin tam manasıyla dehşet içindeydim. Bunu, bu sorumluluğu her gün her an nasıl taşıdın, nasıl dayandın, nasıl muvaffak oldun diye soruyordum anneme, dahası şimdi ben nasıl taşıyacağım?
Dua et çamaşırını elinde yıkamıyorsun(!)
Anne olmayı anlatmamın bir yolu yok. Çok düşündüm. Her gayret, her kelime eksik kalıyor. Bir çocuğu dünyaya getirdiğiniz andan itibaren o kadar büyük bir vazife yükleniyorsunuz ki bu sizi fiziksel olarak da ruhsal olarak da sonsuza kadar, kalıcı bir şekilde değiştiriyor. Anne olan arkadaşlarıma soruyorum, anne olmadan önceki siz nasıldınız, hatırlıyor musunuz? Hayır, diyorlar. Bir kez anne olduktan sonra anne olmadığın zamana geri dönmek imkansız gibi bir şey. O ana kadar bedenen, ruhen, zihnen sadece kendinizden sorumluyken birdenbire ana karnından çıktığının bile farkında olmayacak kadar küçücük ve korunmasız bir başkasının var olmasına dair bütün sorumluluk size, ruhunuza, bedeninize, kalbinize veriliyor. Evet, var olmasına dair. Çünkü eğer siz o yavruya bakamazsanız, ölür. Evde beslenen kedi köpek, beraber yaşanılan ihtiyaç sahibi kişiler gibi değil bir bebek. Daha hayatını bir şekilde sürdürmek safhasına gelmeden, var olabilmek için bakıma ihtiyaç duyuyor.
Allah-u Teâlâ'nın yarattıklarından bir kısmını, yetiştirip büyütsün diye kadınların bakımına teslim etmesinin şerefini ölçmenin imkânı yok. Uykusuz kalınan, bitap düşülen günler ve geceler silsilesinin sonunda bebeğiniz size dönüp gülümsediğinde, başını göğsünüze gömüp içini çekerek uyumaya başladığında gerçekten bütün sıkıntılarınızı unutuyorsunuz. O anın huzurunu da tıpkı anneliğin ne'liği gibi, anlatmam mümkün değil fakat içinde yaşadığımız zaman, toplum ve şartlar kadınlığı da anneliği de o kadar zor, o kadar gayri insani ve gayri tabii bir hale sokuyor ki bazen kendime ve etrafıma bakıp halen nasıl olup da delirmediğimize şaşırıyorum.
Şaşırıyorum çünkü söz konusu genelde kadınlar özelde ise anneler olduğunda, yapılan her işte kayıtsız şartsız bir mükemmellik bekleniyor. Sosyal medya, televizyonlar, gazeteler, hatta kitaplar pompaladıkları bu mükemmellik anlayışına her kadının uyması gerektiğini empoze ederken eşler, akrabalar, komşular, arkadaşlar birer bekçi kesilebiliyor. Bu anlayışa uygun hareket etmezsen azsın, eksiksin, fıtratından şaşmışsın, zavallı eşine ve çocuğuna yazık ediyorsun. Sorumluluk alanı geniş, beklentiler yüksek, günümüz kadını bunların hepsini tek başına karşılamak durumunda ve şahsi manevi tatmin dışında, yaptığı iş için ailesinden ve toplumdan aldığı kabul ve onay çok az. Nefes alınan havanın varlığını nasıl ancak havanın standardında bir sapma olduğunu düşündüğümüzde fark ediyorsak, kadın emeğini de toplum ve aile, beklentilerini karşılamadığını düşünüyorsa fark ediyor. Yoksa kadın emeği görünmez kalıyor. Hâlbuki kadının yaptıkları ve eyledikleri sosyal hayatın devamı için hava gibi elzem. Halini anlatmaya çalışmak ise şikâyet olarak görülüyor, yükünü azaltacak herhangi bir arayışa gitmek ise kolaya kaçmak olarak değerlendiriliyor.
Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Çok basit bir örnekle devam edelim o halde: Günümüzde hayatı kolaylaştıran birçok alet, kadınların hanesine eksiklik olarak yazılıyor, sağladıkları rahatlıklar için kadınların aslında bu aletlere minnet duymaları gerektiği kabul ediliyor. Yorgunluğundan dem vuran bir kadına; "Dua et çamaşırını elinde yıkamıyorsun." "Bütün gün ne işin var ki, her şeyi aletler yapıyor." "Benim annem yedi çocuğu tek başına büyütmüş, üstelik çamaşır-bulaşık makinesi de yokmuş." demek vaka-yı adiyeden. Evet, belki çamaşırlar derede yıkanmıyor ama insanlık tarihinin hemen hemen hiçbir devresinde görülmemiş bir şekilde annelerin çocuklarının her şeyi ama her şeyi olması, çocuklarının her şeyinden ama her şeyinden sorumlu olması bekleniyor. Büyüklerle yaşanmayan, eşler arasında eşit ve adil işbirliğinin yaygınlaşmadığı bir ortamda kadın dört duvar arasına ve muhtelif ekranlara sıkışıp kalmış çocuğunun hem fizyolojik hem psikolojik açıdan sağlıklı gelişmesinin her safhasından sonuna dek sorumlu tutuluyor. Anneler bütün günlerini çocukları ile baş başa geçiriyorlar, hemen her gün çocuklarının fiziksel bakımlarına ilaveten adeta amatör birer anaokulu öğretmeni, birer pedagog, birer psikolog gibi oyunlarından eğitimlerine, davranışlarından yeterliliklerine çocuklarının bilişsel, duygusal, zihinsel gelişimleri için çeşitli faaliyet ve etkinlikler yapmakla da mükellef görülüyorlar.
Buradaki en büyük sıkıntı, annelerin sorumluluklarının büyüklüğüne kıyasla yalnız olmaları, bütün bunları tek başlarına yapmalarının beklenmesi. Dahası, ne toplumun zihni yapısı ne de çevresel şartlar anne-çocuk rahatı için şekillendirilmediği halde hemen herkesin anneliğin nasıl yapılması gerektiğine dair bir fikri bulunmakta. Örneğin kadınların evlatlarına nasıl annelik yapmaları gerektiğini uzun uzun anlatan erkek davranış bilimcileri, bu konudaki favorilerimden biri. Sard edilen idealde mükemmel bu fikirlerin, bu toplumsal şartlar altında uygulamaya geçirilmesi ise annelerin yeteneğine bırakılıyor.
Uyulması mümkün olmayan bir dünya
Günümüzde anneler, tarihin hiçbir safhasında olmadıkları kadar yalnızlar. Tabii ki birçok kadın kendi annesinden, kayınvalidesinden yahut bakıcılardan yardım almakta. Kastım bu tür yardımların eksikliği değil, çocuk yetiştirmekteki sorumluluğun paylaşılması noktasındaki yalnızlık. Önceden bir çocuğun iyi bir surette yetiştirilmesinden aile, mahalle, muhit gittikçe büyüyen halkalar şeklinde sorumlu iken şimdi bu sorumluluk anne-babaya bile değil, sadece anneye düşüyor. Babaya bile düşmüyor çünkü özellikle de geçtiğimiz yüzyıldan bu yana erkekler, iş hayatları dışında hiçbir şeyin o kadar da önemi olmadığı algısı kendilerine kabul ettirilmiş şekilde hayatlarını idame ettiriyorlar. Asli sorumluluk alanları çoğunun dokuz-beş gittikleri işleri ile sınırlı addediliyor. Kapitalist çarkı beslemek için kurulmuş bu sınırlandırmaya rıza göstermenin ödülü olarak da onlara ve topluma, erkeklerin iyi bir eş ve sorumluluk sahibi bir baba olarak yapmaları gereken tek şeyin bu işlere devam etmek olduğu, bunun dışında başka bir şey yapmalarına gerek olmadığı kabul ettirildi. Gerçekten de toplumun, erkeklerden bir iş sahibi olup o işe düzenli gidip gelmekten başka hemen hiçbir gerçek beklentisi kalmadı. Bu, akıl sahibi ve fikreden erkekler için izzet-i nefslerine oldukça dokunan bir durum olmalı. Öte yandan, kadın hareketlerinin rüşt ispatı maksadıyla kadınların da güçlü olduğu ve erkeklerin yaptığı hemen her şeyi yapabileceklerini ortaya koyma gayreti, fizyolojik olarak çocuk bakımının ilk safhalarında daha fazla rol üstlenen kadının sosyal ve ailevi hayatın tüm sorumluluğunu da yüklenmesi gibi bir yan etkiyi de beraberinde getirdi fakat erkeğe düşen vazifelerin azalması ve kadına düşen vazifelerin artması, iş bölümündeki bu dengesizlik, iki cinsin de tatminsizliğine, mutsuz olmasına yol açıyor. Babaların en az anneler kadar evlatlarının gelişimlerinde rolleri ve önemleri olduğunu bilmeye, ihtiyaç duyulduklarını ve varlıklarının elzem olduğunu hissetmeye ihtiyaçları bulunmakta. Tıpkı çocukların da hayatlarında babalarının da en az anneleri kadar yeri olduğunu, kendilerine babaları tarafından da en az anneleri kadar kıymet verildiğini hissetmeye ihtiyaçları olduğu gibi.
Bütün bunların üzerine, bir de tüketim toplumunun sorumluluk kisvesi altında annelere getirdiği dayatmalar var. Kullanılması gereken onlarca şey, uygulanması gereken, birçoğu birbirine zıt yüzlerce direktif. Uyulması insani sınırlar içinde mümkün olmayan bir 'meli-malı' dünyası. İkinci bebeğimin ilk ayıydı. Kucağımda, geldiği dünyaya alışmaya çalışan ufacık bir bebekle, doğum sonrası zorluklarla mücadele ederken, bir gün uykuya geçişte biraz zorluk çeken bebeğimin güzel uyuması için neler yapabilirim diye bir araştırma yapmam salık verildi, o ana kadar bebeklerin uyuması için araştırma yapılması gerektiğinin farkında olmayan bilinçsiz bir anneydim. Benim bu cehaletim yüzünden evladım kaç gündür düzgün uyuyamamıştı. Can havliyle eksikliğimi gidermek için elektronik sosyal medyanın ağlarına attım kendimi. Ekrandan hiç durmadan gelen ve bilinçaltıma onlara uymazsam ne kadar da yetersiz olacağım mesajını nakşeden talimatlarla hipnotize olmuştum. Meğer neler kaçırmışım, ne kadar zarardaymışız. Zira "bebeklerde uyku hem şimdiki gelişimleri hem de ileride kendileri ile barışık bireyler olmaları açısından çok önemliydi, anneler eğer kendilerine anneyim diyorlarsa bebeklerin uyku düzenini mümkün olan en kısa zaman oluşturmalıydılar, bunun için de şu şu eğitimlere ihtiyaç vardı, şu yazarların kitapları okunmalı, şu kurslara gidilmeli, şu araç gereç kullanılmalıydı; hayır hayır bebek için bir uyku düzeni oluşturmak bebeğin psikolojisini bozardı, psikolojisi bozulan bebek ileride travmalardan travma beğenirdi, bebeğe psikolojisini bozmadan uyumayı öğretmek için bu kitaplar okunmalı, bu organik battaniyeler kullanılmalı, bu organik uyku arkadaşları verilmeli, bebeği rahatlatıp uykuya yollayacak, bu organik ve katkısız kokular kullanılmalıydı" ve daha nicesi işte… Gereksiz bir bilgi çığı altında çırpınırken ve hiçbir zaman tam anlamıyla iyi bir anne olmaya muvaffak olamayacağımı düşünürken bu direktif yığınıyla uğraşmaktan bebeğimin en sevdiği şeyden, kollarımda huzur içinde uyumaktan mahrum kaldığını fark ettim. Kollarımdaydı, evet ama ben kendimi kötü hissedip bir şeyler alayım diye uydurulmuş ve empoze edilmiş eksikliklerim yüzünden huzursuz oldukça o da huzursuzlanıyordu. Birden perişan halimize baktım ve akıllı olduğu söylenen ama o ana kadar akıllı hiçbir hareketini görmediğim telefonumu bir köşeye fırlattım. O gece ben de bebeğim de rahat uyuduk.