Cellatlardan korkulur, onları 'son gören kişi' olmak istenmezdi. Elimizde, Osmanlı'da kaç tane cellat vardı, kimler cellat olurdu, eşleri, çocukları var mıydı gibi sorulara verilebilecek net cevaplarımız yok. Fakat yine de bazı araştırmalarda, bazı yazarların çalışmalarında az buçuk da olsa birtakım bilgilere rastlıyoruz.
Cellatlar 15'inci yüzyılda kullanılmaya başlanmış. İdam fermanı verilip de ellerinden geçmeyen yok. Bostancı Ocağı'ndan seçilmişler genelde. Reşat Ekrem Koçu'dan öğrendiğimize göre Hırvat ve Çingeneler cellat yapılmış daha çok. Dilsiz ve sağır olmalarına özen gösterilmiş ve bazılarının da dilleri kesilerek ocağa girişi sağlanmış. Burada bir trajedi de var tabii. İdam ettikleri kişinin feryadını duymamaları ve onlarla konuşmamaları için bu uygulamaya gidilmiş.
Bugün Eyüp'te bir iki tane kalan cellat mezarlarının taşında bırakın ismi, ne doğum ne de ölüm tarihi yazıyor. Halktan bir şekilde saklanan bu mezarlarda isim yazmamasının sebebi, insanların gelip kabre zarar vermesini, beddua etmesini engellemek biraz da. Ve tabii gözlerden uzak tutup, ölünün yakınlarını da kötü eylemlerden korumak.
İstanbul Ansiklopedisi'ne göre bu mezar taşları dört köşe ve yazısızlarmış. Fakat ansiklopedide ayrıntısıyla anlatılan bu mezarlığı bugün göremiyoruz. Elde kala kala iki-üç tane mezar kalmış, o da mezar taşı hırsızlarının elinden kurtulanlar.