Nagihan Haliloğlu: Shakespeare'de öteki temsili

Shakespearede öteki temsili
Giriş Tarihi: 12.4.2017 14:37 Son Güncelleme: 17.4.2017 15:42
Nagihan Haliloğlu SAYI:34Nisan 2017
Shakespeare’in pek çok oyununun bir ‘ötekiyi öteleme’ çabası olduğunu söyleyebiliriz. Oyunlarının mekânı olarak genelde İngiltere dışındaki ülkeleri, özellikle de İtalya’yı seçer Shakespeare ve seyirciyi tiyatroya çeken kanlı sahnelerin daha yeni barışa kavuşmuş olan İngiltere’de değil de denizaşırı bir yerlerde yaşandığını ima eder.

İngiliz İmparatorluğu'nun hem 'Yeni Dünya'ya hem de Akdeniz üzerinden Hindistan'a açılmaya çalıştığı 17'nci yüzyılın başlarında yazan William Shakespeare'in eserlerinde 'öteki'nin her türlü rengini bulmak mümkün. Elizabeth Dönemi'nin fırsatlarını, korkularını ve tehditlerini yansıtan ötekiler Shakespeare'in en tanıdık karakterleri arasında: Caliban, Othello, Shylock... Farklı olma halinin en uç noktalarını temsil eden bu karakterler, bütün kültürlerde ve birçok edebiyat eserinde olduğu gibi aslında daha yakın 'ötekiler'den bahsetmenin bir yolu. Özellikle işgal, din değiştirme, ekonomik bağımlılık gibi korkuları temsil eden 'öteki', Shakespeare'de de 'ben'in bir yansıması. İngilizlerin büyük harfle 'Ozan' (The Bard) diye bahsettikleri Shakespeare, oyunlarında İngiltere'de gördüğü ve izale etmek istediği özellikleri 'öteki'ye yükleyerek tiyatronun asıl işlevi sayılan katarsisi sağlamaya çalışır. Despotizm, ihanet, soyun karışması gibi tehlikeler ve kötü hasletler İngiliz olmayan karakterler tarafından omuzlanıp, layıkıyla cezalandırılarak İngiltere topraklarından çıkarılmış olur.

17'nci yüzyıl İngiltere'sinde en yakın 'öteki' yahut 'içimizdeki yabancılar' 8'inci Henry'nin ölümünden sonra yaşanan kanlı din kavgaları sonunda (bkz. BBC Wolf Hall dizisi) Protestanların egemenliğini kabul etmek zorunda kalan Katoliklerdir. Bir çeşit normalleşme döneminde yazan Shakespeare, Katolik ve Protestanların arasını bulmak için kendi sahnesinde çok daha uzak farkları sergiler. Malumunuz Katolikler ve Protestanlar arasındaki bu 'normalleşme' dönemi hâlâ devam ediyor: Kuzeybatı Protestan Avrupa, Katolik Avrupa'yı (Ortodoks Yunanistan'ı doğal olarak 'Avrupa'dan bile saymıyorum, onlar da 'Şark'ın bir parçası) hâlâ safsatalara boğulmuş bir yer olarak hayal ediyor. Reformasyonun zihinlerde ne kadar canlı olduğunu Almanya'daki 500'üncü yıl kutlamalarından anlayabilirsiniz. Konuştuğum bazı Batı Avrupalılar bu etkinliklerde Protestanlar ve Katoliklerin nasıl aynı masaya oturduğunu heyecanla anlatıyor. Bu durumda Avrupalıların Müslümanlarla gerçek manada aynı masaya oturmalarının kaç yüzyıl süreceğini varın siz hesap edin.

İşte eserlerini böyle bir atmosferde yazan Shakespeare'in pek çok oyununun bir 'ötekiyi öteleme' çabası olduğunu söyleyebiliriz. Katoliklere ait olduğu düşünülen özellikleri başka türlü 'öteki'lere yükleyen Shakespeare, para verip oyununu izlemeye gelenlere; "Söz meclisten dışarı ama böyle hırçınlıklar, despotluklar, para düşkünlüğü pek kötü şeyler" demektedir. Oyunlarının pek çoğunun mekânı olarak İngiltere dışında ülkeleri, özellikle de İtalya'yı seçen Shakespeare, yine seyirciyi tiyatroya çeken kanlı sahnelerin daha yeni barışa kavuşmuş olan İngiltere'de değil, denizaşırı bir yerlerde yaşandığını ima eder. Bu da aslında çok teatral bir yaklaşımdır çünkü Aristo'nun oyun kurallarına göre kanlı olaylar asla sahnede temsil edilmemeli sadece haber olarak sunulmalıdır. Sahne İngiltere'yi temsil ediyorsa, oyun Kıbrıs'ta geçtiğinde seyircinin gördüğü yer bir bakıma sahne arkasıdır, yani bu şekilde her türlü korkunç, kanlı olayı gösterebilirsiniz!

Türk, Shakespeare'in sahnesine bir türlü giremez

Shakespeare'in oyunlarında Floransalılar, Veronalılar, Venedikliler, Mağripliler, Almanlar, Hollandalılar, Fransızlar, İspanyollar, Yunanlar, Kayıp Adalılar hem başkarakter olarak hem de seyirciler eğlensin diye milletlerine ait 'acaip'likler sergileyen figüranlar olarak bulunurlar. Bu hercümerç içerisinde, sürekli ismi geçtiği halde görünmeyen karakter 'Türk'tür. Karakterlerin bütün kötü huyları atfettikleri bu figür bir hayalet olarak, ismiyle sahnede dolanmakta ama bir türlü tecessüm etmemektedir. Seyirci 'Türk şimdi geldi gelecek' diye bekler ama Avrupalıların 'türban' dediği Osmanlı sarığı bir türlü görünmez. Türklere atfedilen kötü huyları Venedikliler, Mağripliler, Kayıp Adalılar taşır. Buna mukabil Katolik olduğunu bildiğimiz İtalyanlar bol bol arzı endam eder ama Katolik kelimesi tek bir kere bile telaffuz edilmez. Katolikler ve Türkler böylelikle Shakespeare'in yarattığı amalgam bir 'öteki', 'kötü'nün ayrılmaz iki parçası haline gelir. Reformasyonun babası Luther "Deccal hem Papa hem de Türk'tür. Papa deccalin ruhunu, Türk de bedenini temsil eder" diyerek Katolikler ve Türkler arasında olduğu düşünülen ve Shakespeare'in yazınına da sirayet eden bu bağı gayet güzel bir şekilde özetler. Türklere hem fiziksel, hem devlet gücü, hem de yaşam tarzı olarak en yakın olan Katolikler, Osmanlılarla sürekli savaş ve ticaret yoluyla teşriki mesai yapan Venediklilerdir. Shakespeare'in günümüzde hâlâ en çok sahnelenen oyunlarından ikisi de tamamen yahut kısmen Venedik'te geçer: Venedik Taciri ve Otello. (Bu oyunun alt başlığı 'Venedik Mağriplisi'dir, İstanbul'da Mihran Boyacıyan'ın Arabın İntikamı adlı çevirisiyle oynanmıştır.)

Türk isminin en fazla geçtiği Shakespeare oyunu Otello'dur. Oyun İngiltere'nin ötesinde, Venedik'te başlar. Venedik öyle acayip bir yerdir ki, Venedikli olmayan bir adamı, muhtemelen Osmanlının hüküm sürdüğü topraklarda yetişmiş ve Venediklileri Osmanlı'ya karşı savunan bir Mağripliyi, general yapmışlardır. İngiliz seyirci bunu hayretle, belki de ayıplayarak seyreder. Mağripliler günün İngiltere'sinde yok değildir ama yine de İngiliz seyirci bunu acayip, 'doğal olmayan' bir şey olarak görmeye davet edilir. Hem Otello, hem de Venedik soyluları bu Mağriplinin nasıl hakkıyla yükseldiğini seyirciye anlatır. Yine de, karakterlerin kullandığı kinayeli kelimelerden anlayacağımız üzere Otello'nun sahnede ve Venedik toplumunda Osmanlı'yı mı yoksa Venedik'i mi temsil ettiği şüphelidir. Seyirci hikâyenin mutlu bitmeyeceğini, birilerinin öleceğini ve bunun bir Mağripli elinden olacağını bilir. İşte buyrun, akla karayı ayırt edemeyen Katolikler bir Mağripliye haddinden fazla yetki vermiştir ve bunun sonu çok kötü olacaktır! İngiltere'de böyle olmaz, olmasına izin verilmemelidir! Bir Mağripliyle bir Avrupalının evlenmesi de ancak felaketle sonuçlanabilir. Shakespeare'in sahnesinde, asla Katolik olduklarına dair bir söz geçmeyen Katolikler, daha da 'öteki' olan Afrikalıyla işbirliği yapmakta, kan bağı kurmaktadır. Türkçedeki kullanımında olduğu gibi olumsuz mana içeren bu gibi 'kozmopolit'likler İngiltere'de asla yaşanmamalıdır. Otello Venedik'in gülü Desdemona'yla evlendikten sonra aksiyon biraz daha ötelenir ve Venedik ordusu Kıbrıs'ı savunmaya gider. Sürekli Türklerin manevraları konuşulur, Türklerle 'sahne arkasında' cenk edilir ve Shakespeare ısrarla Türklerin sahneye gelişini engeller. Aynı dönemde başka sahnelerde, Christopher Marlowe ve Robert Greene gibi başka yazarların oyunlarında tecessüm eden Türk, Shakespeare'in sahnesine bir türlü giremez. Shakespeare Türk'ün sahneye ayak basmasını belki de bir takım mukaddeslerin ihlali gibi görmektedir.

Ten rengimden dolayı beni hor görmeyin

Tamamı Türklerin düşman kardeşi Venedik'te geçen Venedik Taciri'nde de bir 'ötekiler' geçidi vardır. Venedikliler Katolik menşeili Karnaval yortusunu kutlarken, Yahudi tefeci Shylock kızı Jessica'ya evinin kulaklarını tıkamasını, pencereleri kapamasını söyler. Faizi hem haram sayıp hem de tefeciden para alan Venedikli 'iyi Hıristiyanların' ikiyüzlülüklerini yüzlerine vuran Shylock; "Daha geçen gün pazarda bana 'köpek' diyen sizler, bir köpeğin parası olabilir mi?" diye serzenişte bulunur. Shakespeare'in en ünlü tiratlarından birinde Shylock yine 'öteki'liğin nasıl uydurma bir şey olduğunu sağır kulaklara şöyle anlatmaya çalışır: "İncitilince biz de ağlamaz mıyız? Bizi kestiğinizde kanımız akmaz mı?" Böylece ortak bir insaniyete işaret etmeye çalışan Shylock'la Venedikliler yine de dalga geçer. Daha sonra babasının paralarını çalıp Hıristiyan bir Venedikliyle evlenen Jessica, Shakespeare'in oyunlarında sonunda 'bize benzeyen' tek ötekidir. Öte yandan Venediklileşmiş gibi görünen Otello sonunda Mağripliliğini gösterir, kıskançlığına yenik düşüp Desdemona'yı öldürür. İyi 'dönme' Jessica ise Lorenzo'yla, oyundaki Hıristiyan çiftlerinkinden daha sağlam bir evlilik yapar. Zengin Portia'yla evlenmek için gelen damat adayları arasında seyirciyi güldürmek amaçlı çizilmiş çok içen Alman, kendini beğenmiş Fransız ve 'her âdetini başka bir milletten alan' bir İngiliz vardır. Venedikli Portia İngilizlerle böylece dalga geçerek seyircileri kendilerine, kendi adetlerine bağlılık noktasına getirmeye çalışır. Burası Venedik olduğu için halis muhlis Avrupalılar dışında bir Mağripli de kendisini damat adayı olarak sunmak için zengin ve güzel Portia'nın karşısına çıkabilmektedir. "Ten rengimden dolayı beni hor görmeyin" diye söze başlar. Shakespeare damat adayı Mağripliyi 'farklılık' kontenjanından diğer adaylara göre daha uzun konuşturur ve günümüzde hâlâ bu karakter çok komik kıyafetlerle ve çok komik bir aksanla oynanmaktadır.

Shakespeare bu fark meselesini son oyunu Fırtına'da iyice büyüterek, bizi vahşi bir adanın yerlisi, yarı insan yarı ifrit Caliban'la tanıştırır. Canibal, yani et yiyiciden bozma Caliban'ın ismi bile seyirciye nasıl bir vahşiyle karşı karşıya olduklarını anlatır. Annesi Afrikalı bir cadı, babasının da şeytan olduğu Caliban, İngilizlerin Yeni Dünya'da karşılaştığı, ne kıta Avrupalısına, ne Şarklıya, ne de az çok aşina oldukları Afrikalıya bile benzememektedir. Sömürge sonrası teorisyenlerinin üzerinde ısrarla durdukları Caliban karakteri, İtalya'daki taht oyunları sonucu sürülmüş ve büyüsüyle onu esir etmiş bir dükün boyunduruğunda ezilmekte ve bu haliyle birebir Avrupalıların sömürdükleri yerli halklara tekabül etmektedir.
Ötekinin akıbeti de türlü türlüdür. Shylock acayip bir mahkeme sonucu Hıristiyan olmaya zorlanır ve böylelikle ötekiliği silinir. Osmanlı'nın özelliklerini en fazla taşıyan Otello ise ölür ve böylelikle de sahnede bir türlü göremediğimiz Türk öldürülmüş olur. Caliban ise işlediği suçlara rağmen 'medenileşinceye kadar' Prospero'nun nezaretinde yaşamaya devam eder. Shakespeare'deki bu üç son, halen daha Avrupa'nın 'öteki' tahayyül ve beklentilerine ışık tutmaktadır.

BİZE ULAŞIN