İnsanın kendini bilme uğraşı, kendinin ne'liğine dair bilgi elde etme gayreti binlerce yıldır devam etmektedir. Kendine dair bir bilgiye ulaşma, kendini tanıma ve kendini bilmeye dair yapılan bu gayretin arkasında ise insanın sadece bedenden ibaret olmaması yatıyor. Tarih boyunca merak edilen "İnsan nedir?" sorusuna her disiplin kendince bir cevap vermiş. Felsefe akıl yönünden, sanat duygu yönünden, biyoloji beden yönünden… Fakat nedense insan bir türlü bu cevaplardan tatmin olmamış ki cevap aramaya devam etmiş ve hâlâ ediyor.
İnsan beden, nefis ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Bu üçünün imtizacına biz insan diyoruz. Dolayısıyla insan; beden, ruh ve nefsin mekânıdır. Beden insanın dünyayla ilişkisini sağlarken, nefis ve ruh ise insanın metafizik olanla ilişkisini sağlar. Yani insan her iki âlemle irtibat kurabilecek kuvvelere sahiptir. Nefis beş duyu aracılığı ile bedenle iletişim sağlar. İşte bütün sorun da burada başlar. Beden ülkesine kim hükmedecek? Ruh mu nefis mi? Arzu ve istekler mi, kalp mi? Aslında şöyle bir insan tanımı yapabiliriz: İnsan isteklerden oluşan bir varlıktır yahut insan arzularının çocuğudur. Bu metni okuyan herkes bir an durup kendisine baktığında bu tanımın doğru olduğunu görecektir. İster istemez nefis meselesine geldik. Yani arzu ve isteklere…
Nefis nedir?
"Nefis nedir?" diye soru sorduğumuzda aslında "İnsan nedir?" sorusunu da sormuş oluyoruz. Çünkü nefis, can, bir şeyin özü, cevher, kendi gibi anlamlara gelmektedir. İmam Gazâlî nefsi; "İnsanın kendisi, insandaki bilen ve algılayan latife, manevi bir cevher" olarak tanımlar. Ağacın köküne dökülen su nasıl ağacın her dalının en uç noktasına kadar gidiyorsa nefis de bedenin her tarafına etki ederek onu harekete geçirir ve bu insandaki şehvet ve gazap güçlerinin merkezidir. Ruhun idarecisi akılken nefsin idarecisi hevadır. Yani insanın istek, arzu ve iptilaları.
Tasavvuf ilmi yüzyıllardır bu konu üzerinde düşünür. Tasavvuf ehline göre nefis kötülüğü emreden, insanı süfli arzuların içine çeken, şiddeti seven, kötü huy ve arzuların bütünü olarak tanımlanmıştır. Bu tanımıyla nefis, ruhun düşmanıdır. Şeytanın insanın içindeki karşılığı ve hatta ondan daha güçlü olanı nefistir. Nefis; şımarık, bir türlü tatmin olmayan her zaman kendini düşünen, egoist, menfaatperest, zevk düşkünü, kötülüğü kabullenici ve fütursuzdur.
Tabii ki bu tanım terbiye olmamış nefisler için geçerli. Zira nefis sadece kötülüğe meyyal olarak yaratılmamış, terbiye edildiği zaman iyilik ve güzelliğe meyyal olarak yaratılmış. O halde insanın hayatına nefsiyle mücadele süreci diyebiliriz. Yani kendiyle…
Nefsin mertebeleri
Tasavvuf ehli nefsi yedi derecede incelemiştir. Bunlar: Nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i raziye, nefs-i marziyye, nefs-i kâmile. Bu sıralama insanın kemale doğru yolculuğunu ifade eder. Her doğan insan nefs-i emmâre sahibidir. Ve bu nefis terbiye edildikçe ilahileşir ve aslına rücu ederek Allah'ın iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetmek emrini hayata geçirmeye hazır hale gelir. Dolayısıyla nefsin bu dereceleri bir gelişim sürecini ifade eder. Emmâre yani emreden nefis ile dünya yolculuğuna başlayan insan, nefs-i kâmileye ulaşmak için çeşitli yollardan yürür. Her basamakta ayrı bir görevi olan nefsin bu görevlerini şöyle söyleyebiliriz:
Nefs-i emmâre; insana kötülüğü emreden nefistir. Ana özelliği son derece bencil ve kibirli olmasıdır. Kendinden başka bir üst değer tanımaz. Hayatın anlamını haz olarak görür.
Nefs-i levvâme; kendini kınayan insanın nefsidir. Bu nefis derecesindeki insan günah işledikten sonra pişman olur ve kendini kınar ama günah işlemekten de vazgeçemez.
Nefs-i mülhime; ilham alan nefistir. Bu derecedeki insanlarda Allah korkusu büyük yer tutar, helal ve harama son derece önem verirler. Yapacakları işlerle ilgili kalplerine ilham gelir.
Nefs-i mutmainne; kemâl düzeyini ifade eder. Bu derecedeki insanlar olgun insanlardır. Kendini bilir ve bu sebeple Allah'ı da bilir. Diğer insanlar çözemedikleri sorunları böyle insanlarla istişare ederler.
Nefs-i raziye; makamına eren kişi Allah'ın her işinden razıdır. Başına gelen eza ve musibetler Allah'a olan bağlılığını etkilemez. Bilakis başına her ne gelirse Allah'tan geldiğine tam bir şekilde inandığı için gönül kıblesi sürekli Allah'a dönüktür.
Nefs-i marziyye; ise Allah'ın kendisinden razı olduğu makamdaki kişilerin derecesidir. Bu makamdaki kişilerin tek derdi Allah'tır. Etraflarına huzur saçarlar. İnsanlar kendilerini gördüklerinde Allah'ı hatırlatırlar.
Son nefis derecesi olan nefs-i kâmile hakiki ve tam kemale eren nefistir. Böyle kişiler; Allah'ın isim ve sıfat tecellilerine mazhar olan kutlu kişilerdir. Bazı âlimler bu nefsin peygamberlere has olduğu için bilinemeyeceğini ve hakkında konuşmanın edebe aykırı olduğunu söylerler.
Birinci nefisten yedinci nefse doğru ilerledikçe basamak basamak kişi ruhanileşir ama şu bir gerçektir ki insanların geneli nefs-i emmâre adımında yer alır. Ne yazık ki yine insanların birçoğunun emmâre ile başlayan kemâl ile biten yolculuğun ne olduğundan haberi yok. Çünkü dünyevi zevkler ve ihtiraslar insanları esir aldı ve hayatın anlamı maddeden ibaret hale geldi.
Nefs-i emmâre 'id' midir?
Tasavvuftaki nefs-i emmâre, psikoloji ilminde Freud'un 'id' kavramı ile benzerlikler göstermektedir. Freud bilinci id, ego ve süper ego olarak üçe ayırır. İd, içimizdeki doymak bilmeyen hayvanı simgeleyen ilkel benliktir ve bu sebeple bilinçdışıdır. İd'in; cinsellik, yeme-içme, vücudun korunması, her türlü haz ve saldırganlık içgüdüleri vardır. Ana amacı doyuma ulaşmaktır ki bu sebeple önüne ne çıkarsa çıksın yıkar ve başkalarının acısını önemsemez. Durup düşünmez, yaptığının sonuçlarının nereye varacağını hesap etmez ve bir değer yargısı benimsemez. Bütün bu özellikler aslında nefs-i emmârenin özellikleridir. Emmâre nefis, şehevi benliğin âdeta kölesidir. Hiçbir bağımlılık ve sorumluluk kabul etmez. Yaptığı suç, hata ve günahlardan ötürü yüzü kızarmaz ve utanmaz. Bedeni ele geçirdiği için kalbi aldatır ve hayatı bedensel düzeyde yani haz merkezli yaşar. Her adımda insanı Allah'tan uzaklaştırır. Kısacası aşağılık işlere meyillidir.
Nefis terbiyesi karakter eğitimidir
İnsan bir ömür nefsi ile beraberdir. Bedense, tabiri caizse nefsin kullandığı bir alet gibidir. Onu yönetir. İlim ve amel sayesinde yetkinleşmesini ve kemale ermesini sağlayabilir. Kişi nefsinin isteklerine dur dedikçe maddeden uzaklaşır, kendi hakikatine yaklaşır. Nefis terbiyesi aslında karakter eğitimidir de. Kişi yaptığı fiillerden yani iyi ve kötü işlerinden sorumlu olduğu için nefsini terbiye etmesi kaçınılmazdır. Akıl ve kalbin işbirliği sayesinde kişi nefsini terbiye edebilir. Nefis kötülük yapmak istediği zaman bu kötülüğü kalbine ve aklına kabul ettirmek zorundadır yoksa bedene bu işi yaptıramaz. İşte sürekli günaha ve kötülüğe duçar olmuş biri aklının ve kalbinin fonksiyonlarını tahribata uğrattığından son derece kolay bir şekilde istediğine ulaşır çünkü akıl ve kalbin nefsin kararlarına karşı koyacak gücü kalmamıştır. Çünkü nefis sürekli beslendiği halde akıl ve kalbe gıdası verilmemiştir.
Nefsinin bütün isteklerini yerine getiren insan, aslında kendi içinde hapishanededir. Yani özgür değildir. Özgür olması için nefsinin üzerindeki etkisini kırması ve arzu hapishanesinden çıkması gerekir. Bu sebeple nefis terbiyesi tasavvufun en önemli konularından biridir. Nefis terbiyesi sayesinde kişi, dünya hayatının geçiciliğini, nefsinin isteklerinin sonsuzluğunu fark eder. Yine nefis terbiyesi sayesinde kişi kendi beninin farkına varır. Her adımda kemâle doğru seyreder. İnsanlara karşı merhamet ve hoşgörü sahibi olur. Sorun şu ki dünya hayatı çok kısadır. Öyle kısa ki insan gaflete düşerse bir ömür kendi hapishanesinden çıkamayabilir.
Nefis insanın kendisidir
Nefsini bilmek aslında kişinin kendini sorgulaması, acziyetinin ve haddinin farkına varması ve aynı zamanda kendindeki âlemin farkına varmasıdır. İnsanın en önemli özelliği kendi hakkında düşünebilmesi ve yine kendini sorguya çekebilmesidir. Kendini bilmek için kişinin algısında oluşturduğu perdeleri bir bir yırtması, maskelerinden soyunması ve özüne yani değişmeyen aslına ulaşmasıdır. Etraf, önyargılar, gelenek ve görenekler tarafından oluşturulan sahte kişiliklerden soyunmak aslında nefsini yani kendini bilmektir. Bilgeliğe ulaşmak anlamına da gelen kendini bilmek kişinin kendindeki ilahi gerçeğin yani özüne yerleştirilmiş hakikatin farkına varmasıdır. Sözün özü kişinin kendine ulaşmasının ya da nefsini bilmesinin önündeki en büyük engel yine kişinin kendisi yani nefsidir.
Nefis insanın ötekisi değil, bilakis kendisidir. Beden ülkesi nefis ve ruhun karargâhıdır. Ve bu beden ülkesinde nefis ve ruh sürekli savaş halindedir. Nefsin savaşçıları hevaları iken ruhun savaşçısı akıldır. Nefis heva ve arzusunu harekete geçirerek beden ülkesini istila etmek ister. Ruh ise akıl yoluyla bu taarruzlara karşılık verir. İnsan gazap kuvvetini şecaate, şehvet kuvvetini iffete ve ilim kuvvetini hikmete yönlendirir ve itidal üzere hareket ederse adalet ortaya çıkar ve beden ülkesine ruh sahip olur.