Prof Dr. İsmail Kara: Osmanlı tecrübesi, İslam tarihinin devamı ve önemli bir merhalesidir

Osmanlı tecrübesi, İslam tarihinin devamı ve önemli bir merhalesidir
Giriş Tarihi: 1.03.2016 15:22 Son Güncelleme: 16.03.2016 10:19
Prof Dr. İsmail Kara SAYI:22Mart 2016
Sağ-muhafazakâr çevrenin gerçek bir tarih anlayışı ve arayışı umumiyetle olmadı, olamadı. Osmanlı tarihi onlar için neredeyse iki hat üzerinden yürüyor; biri hamaset, biri de Cumhuriyet idaresini yahut Kemalist kadroyu dolaylı tenkit için bir yüceltme mekanizması. ‘Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han hazretleri’ yahut ‘bizim şanlı tarihimiz’, ‘kahraman ecdadımız’ dediğiniz zaman bunların hepsini kolaylıkla yapıyorsunuz. Gerisi yok.

İslam açısından Osmanlı bizim neyimiz olur? Soruyu değiştirebiliriz de: Osmanlı bizden dindar mıydı?

Sorunun iki şekli de önemli. Tahrik ediciliği de iyi. Yalnız soru böyle gelince sanıyorum biraz usule dair konuşmak lazım. Osmanlı Devleti'nin devamı olan bir ülkede aslında bu soru artık saçma yahut zayıf bir soru olmalıydı fakat birkaç sebepten dolayı bugün için de anlamlı ve cevaplandırılması gereken bir soru halinde. Sebeplerden biri Cumhuriyet ideolojisiyle alakalı. Osmanlı Devleti paranteze alındığı, küçümsendiği yahut karalandığı için şimdi biz bu soruyu meşru ve gerekli bir soru gibi sorabiliyoruz. İkinci sebep sağ-muhafazakâr kesimle alakalı. Bu çevrenin gerçek bir tarih anlayışı ve arayışı umumiyetle olmadı, olamadı. Tarih, Osmanlı tarihi onlar için neredeyse iki hat üzerinden yürüyor; biri hamaset, biri de Cumhuriyet idaresini yahut Kemalist kadroyu dolaylı tenkit için bir yüceltme mekanizması. 'Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han hazretleri' yahut 'bizim şanlı tarihimiz', 'kahraman ecdadımız' dediğiniz zaman bunların hepsini kolaylıkla yapıyorsunuz. Gerisi yok. Bir yukarısı hiç yok. Üçüncü sebep İslamcılarla irtibatlı. İslamcılık; dört halife sonrası İslam tarihini yanlış, İslam'ın sapmış bir tarihi, meşhur adlandırmasıyla 'Emevi İslamı' olarak gördüğü için Osmanlı da buradan kendine düşen payı alıyor. 1965 sonrası Türk İslamcılığının entelektüalist ve aktivist kanadı, bunlardan üniversite mensupları, ilahiyatçılar Osmanlıyı hiç önemsememiştir. Bugün de esas itibariyle öyledir.

Buradan İslam açısından Osmanlı bizim neyimiz olur sorusuna geçersek…

Geçelim. Osmanlı tecrübesi İslam'ın, İslam tarihinin bir devamı ve önemli bir merhalesidir. Hangi bakımlardan diyeceksiniz. Hemen her bakımdan… Fakat bir iki alanı özellikle zikredebiliriz: Biri, İslamî ilimler ve İslam kültürü itibariyle. Osmanlılar, Gazâlî ve sonrasında birbiriyle ilişkileri yeniden kurulan İslamî ilimleri, bu arada felsefe, kelam, tasavvuf, fıkıh usulü, mantık, dil ilimleri dahil bir yukarıya çıkararak, derinleştirerek, tashih ve tadil ederek, dönemleriyle irtibatlandırarak sürdürmüşlerdir. Artık akademik bir geçerliliği kalmayan ama hâlâ tekrarlanan Gazâlî sonrası İslam dünyasında ilmin durduğu edebiyatı bu alanı çok tahrif etmişe benzemektedir. Medrese ve tekkelerin köylere kadar yaygınlaştırılabilmiş olması, şifahî ağırlıklı da olsa dinî ve edebî bilgilerin halkın her kademesine ulaştırılabilmesi, âlim ve âriflerin toplumdaki yaygın ve etkin statüsü İslam kültürünün ne kadar yerleştiğinin ve kök saldığının göstergesi olmalıdır.

İkincisi; İslam siyaset düşüncesi, İslam siyasî kurumları ve İslam siyaset üslûbu açısından. Herhalde bu alanda Osmanlıların İslam tarihi içinde bir sıçramayı, bir gelişmeyi ifade ettiği uzun açıklamalara ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır.

Üçüncüsü de sanat, estetik ve yaşama üslubu, şehirleşme, gündelik hayatla ilgili. Mimari, külliyeler, cami ve mescitler, tekkeler, sokaklar, evler; en geniş manada edebiyat; türküler, ilâhiler, ezan, tekbir dahil müzik; şehirler, kitap sanatları, hat, tezhip… Say sayabildiğin kadar. İslam tarihi hesaba katıldığında bunların hepsinde Osmanlılar bir sıçramayı, bir derinleşmeyi, bir estetik mahiyet kazanmayı ve Müslüman halkın her kesimine bir şekilde yayılmayı, nüfuzu ifade ediyor.

Osmanlı'nın İslam anlayışının teşekkülünden itibaren 19'uncu yüzyıla kadar gelen bir birikim var. Sizin tabirinizle buradan itibaren 'Bir mesele olarak İslam' tartışılmaya başlanıyor. Bunun sebeplerinden bahsedebilir misiniz?

Bugün anladığımız manada İslam'ın çok taraflı bir 'mesele' haline gelmesi İslam dünyasının, Osmanlıların modernleşme tarihiyle, ıslahat hareketleriyle birlikte başlıyor diyebiliriz. Sade bir şekilde söylersek; felsefî manada modern düşünce ile din arasında bir mesafe, bir gerilim alanı, hatta bir karşıtlık vardır. Hâlbuki biz Batı Avrupa'dan epeyce farklı olarak birbirinden ayrı olarak algılamadığımız devleti ve dini kurtarmak için ıslahat teşebbüslerine yol verecektik. Onun için felsefî probleme rağmen bizde bir tür modernleşme ile bir tür dinîleşme yan yana, iç içe cereyan edecektir. Bugün de esas itibariyle öyledir.

'Mesele'yi doğuran şey, felsefî durumla fiilî durum arasındaki bu uyuşmazlık yahut uyum arayışıdır. Bu yüzden bir iki asırdır İslam dünyasında, Osmanlılarda, Türkiye'de dinî olan şeyler seküler bir mantıkla anlaşılıp açıklanabilmektedir. Mucizeleri akılla, bilimsel verilerle açıklamak gibi. Tersi de varittir; seküler hükümler ve ifadeler yeşile boyanabiliyor. Şunu söylüyoruz; "Anayasamız Kuran'dır" yahut "İslam akıl dinidir" cümleleri, sloganları, dinî cümleler mi yoksa laik cümleler mi? Yoksa her ikisi mi?

Soruların hepsi bir mesele. Bugün itibariyle bu zıtların iç içeliği avantaj mı dezavantaj mı? Muhtemelen nereden baktığınıza göre durum biraz değişecek.

Bir şey daha var. Islahat projelerini yürütenler şunu çok iyi biliyorlardı; dini kendi tabii ve normal halinde bıraktığınız zaman, bir başka şekilde söylersek yeni süreçlere dinî bir çerçeve çizemediğinizde o projeleri yürütmeniz, toplumsal katılımı sağlamanız mümkün değil. Dini devre dışı bıraktığınızda yahut protestanvari bir din anlayışını açıkça savunduğunuzda ise meşruiyet sağlamanız imkânsız hale geliyor. Müslüman halkın bir Osmanlı halife-padişahına, II. Mahmud'a pantolon giydiği için gâvur padişah dediği, diyebildiği unutulmamıştır.

Günümüzdeki popüler tarih ilgisine nasıl bakıyorsunuz? Bu irtibatı sağlıklı buluyor musunuz?

Türkiye'de popüler tarihe olan ilgi her zaman umumiyetle iyi olmuştur. Bu alandaki dergi ve kitaplara da öyle. Bu bir sıhhat işaretidir de. Çünkü popüler tarihçilik bir taraftan tarih bilgisini, sevgisini ve ilgisini geniş zümrelere yayarken, o sahada hareketli bölgeler oluştururken, hatta bir şuurlanma sağlarken, diğer taraftan da ilmî tarihçiliğe, seviyeli tarih merakına zemin hazırlar, ona geçişi yahut yükselmeyi kolaylaştırır. Bugün de popüler tarih dergileri ve kitapları bu iki fonksiyonu birlikte icra ediyor diye düşünüyorum. 1980'lerin ortalarında Mete Tunçay'ın idaresinde çıkmaya başlayan Tarih ve Toplum dergisinden itibaren akademik tarihçilikle popüler tarihçiliğin irtibatlarının, en azından yazar kadrosu ve konular itibariyle daha da kuvvetlenmesi iyiye alamettir bence.

Yalnız tarih bizde aynı zamanda ideolojik mücadelelerin bir aracı, sert bir savaş alanı olmaya devam ettiği için bu popüler tarihçiliğe de yansıyor ve bu sahanın kitapları, dergileri okuyucularını sertleştirerek, uçlara zorlayarak istifadeyi zayıflatıyor.

Hiç unutmuyorum, şimdi ağır hasta olan Ömer Faruk Akün hoca, kendisine Allah şifalar versin, bir gün bana "İsmail bey, bu Tarih ve Toplum dergisini Ermeniler mi çıkarıyor?" diye ciddi ciddi sormuştu. Sorunun kaynağı, derginin biraz da hâlâ devam eden aktüel ilgilere uyarak gayrımüslimlerden, azınlıklardan çokça bahsetmesi, buna bağlı olarak da Türklerin, Müslümanların gölgede, geride kalması idi. Tarih ve Toplum'da zaman zaman yazılar da yazdığım için belki Akün hoca bana da dolaylı olarak tarizde bulunuyordu.

Aynı veya benzer problemler sağ, muhafazakâr kesimin, İslâmcıların popüler tarih dergilerinde ve kitaplarında da görülebiliyor. Onlar da Osmanlı modernleşmesi tarihine, Cumhuriyet inkılaplarına ve kadrolarına çoğunlukla siyah-beyaz, kahramanlar-hainler şablonuyla bakıyorlar. Tarafları diri, tutucu ve koruyucu gibi gözüken, aslında kafa ve ufuk daraltıcı bu yaklaşımların siyasete, medyaya yansımaları da benzer şekilde oluyor.

Devam eden ve muhtemelen devam edecek olan bu problemlere rağmen Türkiye'de genel olarak tarihçiliğin, özel olarak da popüler tarihçiliğin dünden biraz daha ilerde olduğu söylenebilir. Yine de bu iyileşmenin Türkiye'yi taşıma kapasitesine bakmak ve ona göre değerlendirmek taraftarıyım. Öbürü yanıltıcı olabilir.

Teşekkür ederiz hocam.

BİZE ULAŞIN