Nurhayat Kızılkan: Erkeklik çalışmaları ve Türkiye’de erkekliğin dönüşümü

Erkeklik çalışmaları ve Türkiye’de erkekliğin dönüşümü
Giriş Tarihi: 30.09.2014 16:35 Son Güncelleme: 30.09.2014 16:43
Nurhayat Kızılkan SAYI:06Ekim 2014
Erkeklik çalışmaları sonucunda, erkekliğe dair özelliklerden erkeklerin de muzdarip olduğu ortaya çıktı. Aynı kadınlık gibi erkekliğin de biyolojik olmanın ötesinde, sosyolojik olarak toplumsal etkileşimle şekillenen bir performans, dolayısıyla kadınların da performe edebildikleri, ‘taslanabilen’ bir şey olduğu ortaya kondu. Toplumsal cinsiyet kavramı kadınlar, erkekler ve eşcinselleri kapsamasına rağmen, bir akademik disiplin olarak 'toplumsal cinsiyet çalışmaları' denince genellikle kadınlarla ve kadınlıkla ilgilenen çalışmalar akla geliyor. Bunun da sebebi sadece ülkemizde değil tüm dünyada cinsiyet meseleleri ile ilgilenen çoğu kadın sosyal bilimci ve aktivistin kadınlık konusundaki büyük bilgi açığını telafi etme isteği yanında, kadın dışındaki konuları çalışmakta gönülsüz davranması. Yıllarca bitmemiş bir kadınlık meselesi varken erkeklik meselesini ele almak eleştirildi. Kadın ve erkeğin karşılıklı konumlandığı analizler, kadınların uğradığı eşitsizliklerin tüm suçlusunun erkek olduğunu söylemek uzun bir süre yeterli görüldü.

Hâlbuki cinsiyet ilişkisel bir şey, birisi hakkında bir soru sorulduğunda diğerinden de bahsetmek gerekiyor. Kadınlık ve erkeklik birbirini karşılıklı olarak belirliyor, birindeki değişiklik diğerini de değiştiriyor. Bu sebepten erkekliğin çalışılmasında bu kadar geç kalınmamalıydı diyebiliriz. Bütün bunlara rağmen kadın sosyal bilimciler erkekliğin çalışılmasına muhalefet ettiler çünkü kadın olmak artık bir kimlik haline gelmişti ve kimlik politikası yapmak suretiyle siyasi arenada varlık bulmak meşru ve popülerdi. Hâlbuki kimliğin imkânsızlığından bahseden Butler'a göre toplumsal cinsiyet üzerinden politika yapmak sorunluydu çünkü bu gibi normatif kimlikler kurucu ve şekillendiricidir, fakat aynı zamanda ayrımcı ve dışlayıcıydı.

Sonuç olarak toplumsal cinsiyetin bir parçası olarak 'erkeklik incelemeleri' (masculinity studies) feministleri karşısına alan veya cevap veren çalışmalarla 1970'lerde başladı ama 1990'larda gelişti. Kapitalizm, militarizm, milliyetçilik ve neoliberalizm eleştirilerinde bulunan erkek bilim insanları ve aktivistler, feminist düşüncenin 'kişisel olan politiktir' şiarından da ilham alarak, önemli çalışmalar yaptılar. Bu çalışmalarda görüldü ki erkekler, baskın olan bir cinsiyete mensup olmak suretiyle, ataerkil toplumsal yapıdan yarar gördüklerinin farkındaydılar, ancak kadınlar kadar olmasa da bunun yarattığı erkekler arası hiyerarşi sebebiyle zarar gördüklerinin de bilincindeydiler. Yani erkekliğe dair özelliklerden erkeklerin de muzdarip olduğu ortaya çıktı. Aynı kadınlık gibi erkekliğin de biyolojik olmanın ötesinde, sosyolojik olarak toplumsal etkileşimle şekillenen bir performans, dolayısıyla kadınların da performe edebildikleri 'taslanabilen' bir şey olduğu ortaya kondu. Bu minvalde feminizmin kadını tanımlarken yaşadığı sorunlar, erkekliği tanımlarken de ortaya çıktı. Evrensel tek bir kadınlık kurgusunun dünyadaki farklı kadın var oluşlarını görmezden geldiği, susturduğu ve kadına dair söylenebilecekleri kısıtladığına dair feminizmin tecrübesi erkeklik çalışmalarının işine yaradı ve evrensel bir erkeklik tanımı olamayacağı, toplumsal ve tarihsel olarak kimisinin kimisine tahakküm uyguladığı farklı erkeklikler olduğu, dolayısıyla erkeklikler (masculinities) olarak çoğul bir şekilde ele alınması gereği üzerinde duruldu.

Günümüzde erkeklik çalışmaları dendiğinde ilk akla gelen isim olan R. W. Connell'ın 'hegemonik erkeklik' kavramı, bir Marksist olan Gramsci'nin 'hegemoni' kavramından mülhem bir kavramsallaştırma. Feminist teorinin ataerkillik dediği şeye Connell 'cinsiyet düzeni' diyor. Connell'a göre günümüzdeki cinsiyet düzeni, erkekliğin kadınlığın zıttı olarak kurgulanışı 18'inci yüzyıldan itibaren modern burjuva toplumunun kuruluşu ile birlikte gerçekleşmiştir. Connell'a göre her toplum kendine mahsus tarihsel koşullar içinde, erkeklerin kadınlardan ve eşcinsellerden üstünlüğünü sağlama şartıyla o topluma münhasır cinsiyet düzenleri geliştirmektedir. Bu düzen içinde her bir kurum (aile, okul, ordu gibi kurumlar) kendi cinsiyet rejimini oluşturmaktadır. Bu rejimler birbirinden farklı erkek cinsiyet kimlikleri üretebilmekte ve bunlar birbiri ile rekabet edebilmektedir.

Hegemonik erkeklik ve AK Parti

Hegemonik erkeklik; tüm erkeklerin olmak istediği erkek olma hali anlamına gelmez, ancak toplumdaki erkeklikler arasında övülen, norm teşkil eden, belirleyici bir erkek olma halidir. Toplumda kalabalığı da teşkil etmez, az sayıda erkek tarafından elde tutulur. Birçok erkek aslında hegemonik erkek değildir ancak ondan bazı yönler almıştır. Büyük bir erkek grubu bu küçük azınlık erkek grubunun iktidarını onaylar. Hegemonik erkeklik toplumun kültürel, ekonomik ve siyasi şartlarıyla yakından ilişkilidir. Sabitlenebilir bir yapısı yoktur, zaman ve mekân içinde şartlar değiştiğinde o da değişir. Connell'ın teorisine göre, örgütlenmiş heteroseksüellik ve onun kurumları hegemonik erkekliğin omurgasını oluşturur ve bu erkeklik diğer cinsel yönelimleri marjinalleştirir ve ötekileştirir. Toplumda birbiri ile yarışan tüm erkeklik biçimleri, eşcinsel erkeklik hariç, eğer uygun şartları bulursa, belirleyici hegemonik erkek olabilir.

Bir genelleme yapar ve Türkiye'de, rejimin de etkisiyle, uzun yıllar geçerli hegemonik erkeğin özelliklerine kabaca bakacak olursak; hegemonik erkek; bedeni bir özrü bulunmayan, din ve geleneğe mesafeli, seküler, askerliğini yapmış, orta yaşlı, evli, çocuklu, üniversite mezunu, gelir getiren bir işi olan erkek olarak tasvir edilebilirdi. Ancak ülkemizde AK Parti iktidarıyla yaşanan siyasi değişim ve dönüşümlerle bu hegemonik erkeğe bazı bakımlardan meydan okundu. 2000'li yılların ortasına kadar Türkiye'deki erkeklikler üzerinde en etkili kurumlardan biri orduydu. Bunun yanında merkez medya tabir edilen medya da kendisini hegemonik erkeğin özelliklerini belirleyen, tayin eden bir konumda görüyordu. 2000'li yılların ortasından itibaren bir askeri darbe tehdidine karşı sivil toplumun başını çektiği sosyal hareketlilik, askerin Cumhuriyet kurulduğundan beri devam eden siyaset üzerindeki vesayetini zayıflattı ve atanmış asker, seçilmiş siyasetçiye tabi olduğunu belirten bir pozisyona geri çekildi. Eril tahakkümü güçlendiren militarizm, toplumda açıkça eleştirilmeye başlandı. Askere gitmeyi reddedenlerin kullandığı 'vicdani ret' kavramı erkekler arasında 'vicdani retçi' adında yeni bir tür erkeklik yarattı. Militarizme karşı, başka türlü yeni bir kahramanlıktı bu. Ve bütün bunlar sünnetten sonra en önemli erkekliğe geçiş aşamalarından birinin askerlik süreci ve erkekliğin o süreçteki inşası olarak görülen bir ülkede oldu. Ve hatta erkek yurttaşın askerlik dolayımıyla kendini kadından daha fazla yurttaş, tam yurttaş olarak hissettiği bir ülkede... Günümüzde yaşanan çözüm sürecinde, şiddeti sorgulayan bu yeni erkekliğin etkisi mümkündür. Çünkü bu askerlik sorgulaması tek taraflı kalmadı, 'gerilla' olmak da sorgulanmaya, örgüt içi infazların hesabı sorulmaya başlandı.

Öte yandan, küresel neoliberalizm tüm toplumlara yayıldığı gibi bizi de etkiliyor ve yereldeki bu büyük siyasal değişim süreci ile birlikte iç içe bir değişim yaratıyor. Hazcı ve beden merkezci küresel kültür, ülkemizdeki popüler kültürü etkiliyor. Bu sofistike etkileşimle iktidarın tezahürleri ve uygulama biçimleri değişiyor. Örneğin küresel anlamda tek tip bir İslamcı erkeklik prototipinin terk edildiğini, 'Müslüman erkeklikler' şeklinde çoğul bir tanımlama başladığını söyleyebiliriz.

Bu büyük değişim içinde ülkemizde özellikle kurumsal din ve ordu kurumu kendini yeniden konumlandırıyor. Bu yeniden konumlandırma sürecinde, askeri vesayetin gücünün kırılması hegemonik erkekliğin de değişimi anlamına geliyor. Örneğin, askeri liselere giriş eğilimlerinin düştüğü söyleniyor.
Erkekliğin beslendiği ordu, erkek liseleri gibi müesseselerin tarihteki değişimi, dönüşümü ve onların toplumları etkilemedeki rolleri incelenmeye değer bir konudur. Örneğin 'şövalyelik' gibi Avrupalı erkeği uzun bir dönem etkileyen kurumlar, bu kurumun görüldüğü toplumlarda erkeklik çalışmalarının konusu olmaya başlamıştır. Bizim tarihimizde de erkekliği etkileyen bu gibi kurumların çalışılması ülkemizdeki birçok toplumsal dönüşümü anlamamızı sağlayacaktır.

Ernest Gellner'in Şerif Mardin'e şöyle dediği aktarılmaktadır: "Türk erkeğinin Cumhuriyet öncesi iki özelliği vardı. Biri maçoluk, diğeri sufi eğitim neticesinde kazanmış olduğu zengin bir derviş kalbi. Tıpkı bir şövalye gibi. Modern dönemle beraber, o sufi eğitim kesilince ortada sadece maçoluk özelliği kaldı." Tarikatlarda rafineleşen Osmanlı beyefendisi, o geleneğin ortadan kaldırılması ile bugün artık yok. Onun yerine cemaatlerin yetiştirdiği dindar erkeklik modelleri var. Örneğin bugün belli bir erkeklik tipi üreten 'abilik' müessesi üzerinde inceleme yapılabilir.

Türkiye kültürel bağlamında 'erkek adamın' mahalle maçında 'beşlik yememekten' sünnet olmaya, askere gitmeye, büyük şehirde bekâr evinde kalıp ekmeğini taştan çıkarmaya kadar geçmesi gereken birçok erkeklik sınavı var. Hatta bazen erkekler 'insanlıkları pahasına' erkek olmaya çalışıyor. Üstelik bu erkeklik göstergeleri bazen görünüşte değiştirilmek istense bile çoğunlukla kadınların talepleri doğrultusunda şekilleniyor ve kadınlık bunları talep etmekten vazgeçmediği sürece kendini tekrar üretecek gibi görünüyor.
BİZE ULAŞIN