ŞİMDİKİ EVLİLİKLER ŞİRKET GİBİ…
Serinin diğer röportajlarını merak ettiğini söyleyince, Dursun Ali Tökel Hocaya geçmiş röportajlarımın hepsini PDF olarak yolladım. Ancak bir göz gezdirir diye düşünmüştüm doğrusu. Sonra FSM Vakıf Üniversitesi Üsküdar Yerleşkesi'nde röportaj için bir araya geldiğimizde, hepsini tek tek okudum demesin mi? Emekle inşa ettiğim bu köşeye teveccüh gösterdiği için kendisine bir de buradan teşekkür etmek isterim müsaadenizle. Bir de bu serinin bir TV programına dönüşmesi gerektiği noktasında ısrarda bulundu. Benim için gerçekten büyük bir onur bu. "Madem Gıkı Çıkan Adamlar'ın tamamını okudunuz, öyleyse nereden başlayalım?" dedim sadece ben. Hoca kesintisiz konuştu. Ben de dinledim.
Yuva kurmak
"Biz kapitalizmin yarattığı büyük sorunlara İslam'ın cevap vermesini, Müslümanların çözüm bulmasını istiyoruz" diyerek söze başladı Dursun Ali Tökel. Şöyle devam etti: "İslam da diyor ki, kardeşim sorun bende değil ki çözüm bende olsun. Şu anki sorunun kaynağı İslam mı, alakası yok, Türkler
mi, alakası yok." Hocaya göre ne Müslümanlığımızın neticesi bu sorunlar ne Türklüğümüzün ne de Müslüman Türklüğümüzün neticesi. Tüketim toplumunda yaşıyoruz. Tüketim toplumunun normlarını biz koymadık. Biz o normların nesneyiz, öznesi değiliz ki. Sorunlarımızın kaynağı tercih ettiğimiz yaşam biçimi.
Evlilik denen şeyde iki temel unsur olduğunu altını çize çize belirtiyor hoca. Bir, ev kurmak. İki, yuva kurmak. Asıl amacın yuva kurmak olması gerektiğini ifade ediyor ısrarla. Evlenmek isteyen çiftlerin en çok üzerine tartıştıkları konuları sıralıyor ardından. Ev nerde tutulacak, hangi eşyalar
alınacak, ne kadar altın alınacak, işte efendim perdeler nasıl olacak falan. Kimse aksini söyleyemez, tartışılan budur. "Bu ev kurmaktır, yuva kurmak güme gitti" diyor. "Hani amaç yuva kurmaktı? Evdir, eşyadır bunlar yuva kurmanın araçlarıydılar hani? Ne oldu sonra, kır düğünü mü yapalım, salon düğünü mü yapalım? Aracın amaçlaştığı yerde amacın gerçekleşmesini bekleyemezsiniz" diyor. "Bir şeyin amacı o şeyin kendisi olursa o şey insanın felaketi olur. Eskiler onun için demişler, tencerede pişir kapağında ye. Bunlar mutsuz insanlar mıydılar?" diye soruyor bana. Keskinlikle değil. Benim de benzer bir aile hikâyem var zira. Ne annemin ne de babamın mutsuz olduklarını asla söyleyemem. Müthiş bir kabul ile yaşıyorlardı hayatlarını… Dursun Ali Hocalar da 12 kardeşlermiş. Babasının annelerine ya da onlara bağırdığını hatırlamıyor asla. "Biz ekonomik olarak çok zor bir hayat yaşadık ve ben bir kere bile annemin şikâyet ettiğini hatırlamıyorum" diye ekliyor. "Yahut annemin bağırıp çağırarak babamdan bir şeyler istediğini… Mutsuz olsalar bile mutlu görünüyorlardı, bilmiyorum" diyor. İnsanın aklına ister istemez bu işi nasıl başardıkları geliyor.
Evlilik nasip işidir
"Bir gün doktora yapan bir kız öğrencim bize geldi, annemi ziyarete. 'Teyze biz nasıl evleneceğiz, ne yapalım, nasıl yapalım?' minvalinde bir şeyler sordu anneme. Annem ona, 'Kızım' dedi. 'İki eşekli seni beğenmez. Sen de bir eşekliyi beğenmezsin. Bir buçuk eşekli de yoktur. Sen şimdi duracan, kaderin iki eşeklinin gözünü bağlamasını bekleyecen." Müthiş bir şey bu. Beklemenin nasıl metaforik bir felsefesini yapıyor. Benim hanım şikâyet ederdi bazen çocuklardan, çocuklar küçük tabii. Annem ona derdi ki; 'Kızım sen daha tekbiri yeni almışsın. Bunun sübhanekesi var, fatihası var, zammısı var, rükusu, secdesi var.' Annem orada bir anlattı namazla hayatı, inanılmaz. Felsefe yapmıyor, on iki çocuk büyütmüş, şikayete buradan başlarsan geçmez, bitmez bu ömür derdi…"
Temel sorulara kendi içinde cevap veren insanların mutlu insanlar olduklarını söylüyor hoca. Kim olursa olsun büyük sorulara, basit cevaplar veremiyorsa o insan huzursuzdur. Büyük sorulara basit cevaplar bulmamız lazım. Niçin evleniyorum sorusu gibi. Bizim sorunlarımızın ana kaynaklarını iyi bulmamız lazım. Evlilik bir nasip, bir rızık işidir. İnsanların eşleri insanlara atanmıştır. Şartları artırmak sadece işi zorlaştırır. Bir insan bir insanı anlayacak kadar yüksek bir donanıma sahip değildir. Kendi beş yaşındaki çocuğumuzu bile tanıyamıyoruz, evleneceğimiz kişiyi nasıl tanıyalım. "İnsan insanı ancak ayrılırken tanır" diyor zira Dostoyevski.
Ne yapsınlar o halde hocam, gözlerini yumarak mı evlensinler gençler?
"Hayır hayır, bir görüşü dillendirmeye çalışıyorum ben. Eski insanların görüşünü. Hz. Ömer'in bir ölçüsü var. Bir olay oluyor adama diyor ki bir şahit çağır. Çağırıyor adam. Adama diyor ki sen bunu tanıyor musun? Tanıyorum diyor. Sen bunun komşusu musun diyor. Değilim diyor. Sen bununla bir
yolculuk yaptın mı diyor. Yapmadım diyor. Alışveriş yaptın mı diyor. Yapmadım diyor. O zaman sen bu adamı tanımıyorsun ki diyor. İnsanın insanı tanıması mümkün değildir. O halde tanıyarak evlenme argümanı çürük bir argümandır, onu anlatmaya çalışıyorum. Öbür kısmı konuşmak başka bir mesele. Yani 'nasıl yaparsak isabetli bir evlilik yaparız'ın tanışma kısmı çürük bir defa. Çünkü tanışarak evlilik yapanların büyük bir çoğunluğu çok erkenden boşanıyorlar. Yürümüyor, çünkü insan doğası gereği kendini gizliyor. Çok güzel bir fıkra var. Temel milletvekili olmaya karar vermiş. Yarın
da konuşması var meydanda. Çok güzel bir konuşma hazırlayıp, cebine koyuyor. Sabah başka bir takım elbise giyip meydana gidiyor. Kürsüye bir çıkıyor kâğıt yok. Allah Allah. Sevgili vatandaşlarım, diyor. Akşam ne konuşacağımı bir ben bir Allah biliyordu. Şimdi sade Allah biliyor…"
Kendimize özgü bir düğün modelimiz yok
"Yani beni ancak Allah bilir. Ben bile kendimi tanımıyorum. Nasıl sizi tanıyacağım? Bu argümanı çürütmek lazım. En temel yanlışlardan biri bu. Evlilik öncesinde evliliği başlatan süreç evliliği bitiriyor. Çünkü çürük temelin sonrasında sağlam yapamazsınız. İddia çürük. Benim büyük soruyla kastettiğim şey bu. İnsan eylemde bulunurken o eyleme sevk eden temel bir saik var ya, onun kafasının netleşmesi lazım. Düşünün dışarı çıkıyorsunuz ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Tamam, evleneceksiniz ama niye evleniyorsunuz? Bir kere biz evlenmiyoruz, evlendiriliyoruz. Nerede evleneceğim, hangi gelinliği alacağım falan bunların hepsi belli. Kapitalizm diye bir şey var. Dolayısıyla bize bir evlilik pazarlanıyor." diyor hoca.
Filmlerle, sosyal medyayla… İnsanlar buna özeniyorlar. İnsan beyninin yüzde doksanı bilinç-altı, yüzde onu bilinç-üstüymüş. Dehşet bir şey bu. Eylemlerimize karar veren irademiz sanıyoruz hâlbuki biz. Alakası yok. Seçimlerimize, kararlarımıza yön veren yüzde doksan bilinç-altımız. Soruyorum size, evlenmeye karar veren biri başından sonuna özgür iradesini ne kadar kullanabilir? Bir defa kendimize özgü bir düğün modelimiz bile yok bizim." "Geçen bir düğüne gittik", diyor hoca. "Akrabamızın düğünü. Salona girdik, biraz sonra bir müzik çaldı. Damatla gelin geldiler, masaya
oturdular. Nikâh memuru geldi. Aldım verdim, kabul ettim işte. İmza attılar, hayırlı olsunlar falan. Başka bir müzik çaldı. Dans ettiler falan. Düğün bitti. Uzaktan baktım da şimdi nötr birisi gelse bu düğün kimin düğünü diye bir kanaat hasıl olur mu diye merak ettim orada, hiçbir sembol, hiçbir işaret yok.
Sessel, donanımsal, mekânsal, eşyasal hiçbir emare yok. Bizim, dışımızdaki saiklerden bağımsız bir cevap bulmamız lazım." Ahmet Mithat Efendi'nin Peder Olmak Sanatı diye bir kitabından bahsediyor tafsilatla: "Muazzam bir kitap. 1890'larda falan yazmış. Şu an, tiyatrolarda, romanlarda, hikayelerde 'Aşkımdan ölüyorum, seni çok seviyorum' falan almış başını gidiyor. Hep bunlar var. Bir tane de çocuğumuzu nasıl eğiteceğiz, ne yapmamız lazım diye alın bunları işleyin. Bir romanda da bunlar işlensin. Hep aşk. Şimdiki dizilerde de böyle. Birinde çocuk eğitimi işlenmiyor."
-Herkes bu dünyanın kötülüğünden ve bu dünyaya çocuk doğrulamayacağından dem vuruyor hocam. Bu gidişle eğitecek çocuk bile kalmayacak neredeyse, diyorum ben de.
Hayat rengârenktir
"Evliliğin tek hedefi, iki insanın birbirini sevip bir araya gelmesi midir yani? O zaman çocuk ne olacak? Çocuk yük o zaman bunlara ya. Sevgiyi bölüyor o zaman çocuk. Diken gibi, çalı gibi. Mithat Efendi şöyle diyor o kitapta: Kızım sen bu delikanlıyı seviyorsun, tamam güzel de peki şu soruyu
sor: Bu adam yakışıklı, güzel. Peki, ama bundan baba olur mu acaba? Delikanlı diyor, sen bu kızı seviyorsun, boyu boyuna huyu huyuna, sana eş de olur tamam da peki sor kendine, bundan anne olur mu? Bu soruya cevap vermeden sakın evlenme diyor Mithat Efendi. Eskiden anne-babalar çocuklarına eş ararlarken, tekil olarak eş aramıyorlardı. Bundan gelin olur mu, bundan anne, eş, yenge, ev hanımı, aile babası olur mu diye bir sürü
saikler vardı. Kaç göz bakıyor, kaç göz tartıp biçiyor da ona göre hakkınızda bir karar veriliyordu. Şimdi bütün gözler bir tarafa bir tane göz bakıyor, aşkım bir tanem diye. İki gün sonra hop boşanma. Sen tartamazsın kardeşim. Bir gün bir tane kadın, kucağında çocuğuyla hocaya gitmiş. Hocam demiş, ben bu çocuğu iyi bir insan olsun diye eğitmek istiyorum. Nasıl yapayım, nerden başlayayım? Hoca da gülmüş. Kadın, hocam niye güldünüz,
erken mi geldim demiş. Hoca da kızım sen erken değil, geç geldin demiş. Hocam ne geçi, çocuğum daha 4-5 aylık demiş. Hoca, kızım geç kaldın, sen bana evlenmeden gelecektin demiş. İnsanın bir projesinin olması lazım."
"Evlilik, çocuk birer projedir. Beraber yaşamaya karar vermek, yani karı koca ilişkilerinin sürdürülebilmesi için o ilişkinin dayandığı temellerin olması lazım. O temeller ne üzerine oturacak? Şimdiki evlilikler şirket gibi. Garip şeyler oluyor. Evlenmeden mal beyanları falan. Allah bizim amellerimize değil, niyetlerimize bakar. Bizim eylemlerimizin ne olacağına karar veren niyetlerimizdir. Şirket kurar gibi mal beyanında bulunanlardan ne mutluluk ne saadet ne sürdürülebilirlik bekleyeceksin. Her milletin kendine has bir hayat felsefesi, bir evlilik, çocuk felsefesi vardı. Bu kaybolunca ortaya yarı
hayvan, yarı insan bir şey çıktı. Ortaya çıkan bizim hayatımız ama bu hayata yön veren ilkeler, temel saikler biz değiliz. Batı felsefesi, Yunan felsefesi, yok Amerikan felsefesi işte bunlar bize yön veriyorlar. En basitinden gelinlik. Evlenmeye karar veren kızımız ilk olarak gelinlik seçiyor. Merak edip bakmıştım, bu beyaz gelinlik neyin nesi diye. Baktım, Victoria diye bir İngiliz kraliçesi 1890'larda saflığın, masumiyetin, bekâretin sembolü olarak giymiş. Bizde de Abdulhamit'in kızı giymiş ilk kez sarayda. Biz daha önceleri ne giyiyorduk? Bindallı. Adı üzerinde bindallı. Bin renkli bir şey. Evlilik,
hayat böyle bir şey. O beyaz gelinliği giyen hayata tozpembe başlıyor. Ne beyazı. Hayat beyaz değil ki. Sonra duvara çarpıyor. Hayat rengârenktir. Beyaz değildir, siyah değildir, gri hiç değildir. Bazen sararır, bazen morarır, bazen kızarır bazen yeşerirsin ya." Beyazın başlangıç metaforu sakat bir kere hocaya kalırsa.
Büyük biraderler yönetiyor bizi
Herkese bir rol dağıtılıyor. Truman Show filmindeki gibiyiz hepimiz hocaya göre. Ne kendi kararlarımız verebiliyor ne de çocuklarımızı kendimiz büyütebiliyoruz. Bize yedi yirmi dört telkin edilen "hayatlara" dair vurgular yapıyor ardı sıra. Kadın dediğin böyle, erkek dediğin böyle, evlat dediğin,
eğitim dediğin, ev dediğin böyle olur diye… George Orwell'ın dediği gibi büyük biraderler bizi yönetiyor işte. Kişinin kendi iradesinin satın alındığından haberi yok. Bize özgü bir evlilik felsefesinin olmasının şart olduğundan uzun uzadıya bahsediyor özetle Dursun Ali Tökel Hoca. İlk düğme yanlış iliklenince öbürleri doğası gereği yanlış ilikleniyor çünkü. Düğünün amacı, ey insanlar bakın filan falana koca oldudur. Bitti. Düğünün sebebi budur. Bu araçtı, amaç oldu. Düğün başlı başına amaç oldu. Yuva kurmak unutuldu, ev kurmak denen şey acayip büyütüldü. Bu ilk düğmedir. Biz son düğmeyi konuşuyoruz şu anda. Allah insanlara birtakım duygular vermiştir, ben sebepleri konuşuyorum, sonuçları herkes biliyor diyor.
Evlilik aşkı öldürüyor, diye de bir safsata var hocam. Bu yaygın safsata hakkında ne düşünüyorsunuz? "Yunus Emre hazretleri diyor ki, 'Her neyi seversen imanın odur. Nasıl sevmezsin ki sultanın odur.' Yunus'a göre insan duygularının en tehlikelisi sevgidir. İşin garibi şu anda da hep onun üzerine yatırım yapılıyor. Biz Müslümanız. Kuran-ı Kerim'de hiç Allah, eşinizi sevin, çocuğunuzu sevin diyor mu? Tam tersine eşlerinizde sizin
için fitneler vardır diyor. Çocuklarınız birer fitnedir, imtihan aracıdır diyor. Kuran-ı Kerim bizi hep sevginin esaretine karşı uyarıyor. Sevginin kendisi bir araçken biz onu amaçlaştırmışız. Eskiden bir amaç değildi ki sevgi. Esas olan saygıydı. Eski insanların evlilikten, hayattan bir beklentileri yoktu.
Kendilerine düşeni yapıyorlardı. Biz çok şey bekliyoruz. Sevgi denen şey abartılıyor. Sonra haz ortaya çıkıyor. Hazzın sebebi ne? Hazzın sebebi ne olabilir ki, evliliğe katlanmaktan başka. Yemeğe niye katlanıyoruz ki mesela biz? Annem yemek yerken, anne ne yapıyorsun derdim. Yakın yere yük
taşıyorum derdi. Yemek yemeyi yük sayardı. Hazza aldanmaz, kanmazdı. Biz kaptırıp gidiyoruz. Benim gördüğüm şey şu: insanların çok büyük hedefleri var ama o büyük hedefler arasında anne-baba olmak cüce bir hedef. Bunlar hedef bile değil."
"Kuran-ı Kerim'de iyi, sadık olun, demiyor Allah'u Teala. Sadıklarla beraber olun diyor. Demek ki bu kadar önemli eş olarak seçeceğimiz insan. Evliliğin birinci maddesi sekinettir. Kendinde sükûn bulacağın birini araman gerekiyor. Peşinden meveddet geliyor, sonra rahmet geliyor. Peki, şimdi biz ne arıyoruz? Maaşı dolgun mu, makamı mevkisi, evi, arabası var mı? Bir kere biz Müslüman olarak Allah'ın dediği çizdiği sınırları
terk etmişiz. Biz şu an eşlerimizde ne arıyoruz? Bu arayıştan bir şey çıkmaz. Ben bu kişide huzur bulurum diye yola çıkmışsam ancak peşinden meveddet gelir. Meveddet, Arapçada sonradan ortaya çıkan sevgi demek. Araplar doğuştan sevgiye hub diyorlar. Bütün bunların peşinden rahmet
geliyor. Allah diyor ki, sen evlilikte birinci maddeyi uygularsan ben peşinden sana sevgiyi veririm, ardından merhameti veririm. Bizim inancımızın temeli bu üçlemeyken, biz bu üçlemeyi bozmuşuz. Bir sistemi oluşturan çarkları bozarsan, sonra o çarklar niye bozuldu diye bağıramazsın."