Yaptığı iş her ne olursa olsun, toplumun maddi ve manevi varlığına bir şekilde katkıda bulunan kadınları seviyorum. Sümeyra Güldal, Hırka-i Şerif Vakfı Genel Müdürü. Onun üstlendiği görev özelinde güzel işleri saymakla bitecek gibi değil. Tabir-i caizse, on parmağında on marifet. Yirmi yıldır çalıştığı Hırka-i Şerif Vakfı'na daha girdiğim ilk andan itibaren etkilendiğimi söyleyebilirim. Ev gibi, yuva gibi sıcacık bir vakıf… Pencere önlerinde sıra sıra sardunyalar. Bir kadının, hem de zarif bir kadının elinin değdiğini bina içinde nereye baksanız anlıyorsunuz. Güldal, sağımızda solumuzda 28 Şubat hikâyesi olan yüzlerce kadından sadece biri. Onun mesele edindiği ve yaptığı işleri dinleyince 28 Şubat'ın hep sözünü ettiğimiz o "yıkıcı" etkisi gözümde küçülüp gidiyor. Çünkü o, her şeye rağmen kendi sürecini başlatan biri olmuş. İnsanın kendi sürecini başlatması ve kesintiye uğratmadan sürdürmesi, ancak güçlü bir irade ve bilinç ile mümkün bence. Sümeyra Güldal hanımefendi ile Hırka-i Şerif'ten, sanattan, annelikten ve daha birçok mevzudan söz ettik. Ancak itiraf etmeliyim ki, beni en çok etkileyen kısım Güldal'ın babasına dair anlattıklarıydı. Kısacası, çiçek gibi bir röportaj oldu. İyi okumalar…
Sümeyra Güldal'ı yakından tanıyalım biraz...
Aslen Kahramanmaraşlıyım. Hatay'da doğdum ve büyüdüm. Kendimi daha çok Hataylı gibi hissederim. İnsan kendini doğup büyüdüğü yere daha ait hissediyor sanırım. 96'da Dörtyol'dan üniversite sebebi ile ayrıldım. O gün bugündür İstanbul'da ikamet ediyorum. O vakitler en çok görmek istediğim yer İstanbul'du. Ben de bu sebeple üniversite tercihlerimi hep İstanbul'dan yana yaptım. Marmara Üniversitesi, Tarih Bölümü'nden 2000 senesinde mezun oldum. Aslında okumak istediğim edebiyattı fakat kısmet olmadı. Tarih okuduğum için de hiç pişmanlık duymadım ama. Mezun olacağım yıl 28 Şubat sebebiyle başörtüsü yasağı ile karşılaştım. Elhamdülillah, ben ve kimi arkadaşlarım birtakım çözümler bularak bizden isteneni yapmadan mezun olmayı başardık. Fakat o dönemde bize yapılanları, dost görünenlerin bize ve sonrasında devletimize, vatanımıza ve milletimize yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağım. Bize yaşatılanlar aklımızda ve kalbimizde hep mahfuz kalacak. O yıl yaşadıklarım sebebiyle hiçbir zaman akademik kariyer yapmayı düşünmedim. Bir nefretle ayrıldım çünkü okuldan. İnanın diplomamı almaya 19 yıl sonra gittim. Hiç ihtiyacım da olmadı o diplomaya. Üniversite yıllarında Hırka-i Şerif Vakfı'nın öğrenci evlerinde kalıyordum. Vakfımızın bir tarih kütüphanesi kurma çalışması vardı. Benim kaldığım öğrenci evi de tarihçi evi olduğu için ben ve diğer arkadaşlarım o kütüphanenin kurulmasına yardımcı oluyorduk. Sonrasında mezun olunca, kütüphaneyi kurup devam ettirme teklifinde bulundum vakıf yetkililerimize. Onlar da çok mutlu oldular ve beni vakıfta istihdam ettiler. Böylece yirmi yıldır burada, bu fevkalade huzurlu ve kutsal çatının altındayım. Evli ve iki erkek çocuğu annesiyim.
Hırka-i Şerif Vakfı'nın genel müdürlüğü görevini yürütüyorsunuz uzun zamandır. Doğrusu kadına yönelik kimi çalışmalar için kurulmuş vakıf ve dernekler dışında kadın yöneticiler görmek sık karşılaştığımız bir durum değil.
2002'i senesiydi sanırım. Hırka-i Şerif Cami Derneği'nin başkanlık görevini yürütürken, 28 Şubat sürecinin bir uzantısı olarak bir teftiş geçirmiştim. Teftişin gerekçesi tam olarak buydu: Nasıl olur da bir kadın cami derneği başkanı olurdu! Bu durumun yadırganan bir şey olduğunu o süreçte öğrenmiş oldum. Neden burada olduğum sorusuna gelince, öğrencilik yıllarımda yolum Hırka-i Şerif Vakfı ile kesişince burada müthiş bir sıcaklık hissettim. Öğrenciler için en küçük, en ince ayrıntılar bile düşünülüyordu. Vakfa muhabbetimin böyle başladığını söyleyebilirim. Sonrasında vakfın programlarına iştirak etmeye başladım ve karşılıklı bir gönül bağı başlamış oldu aramızda. Bir keresinde kutsal emanetleri ziyaret etme şansı yakalamıştım. Hırka-i Şerif'i değil de bizim vakfımızın çatısı altında bulunan Peygamber Efendimizin kullandığı birtakım eşyalardan oluşan kutsal emanetler koleksiyonunu. Ben o emanetleri ilk gördüğüm anı hiçbir zaman unutmam Ayşe hanım. O kadar etkilenmiştim ki. Düşünsenize Peygamber Efendimizin iç gömleğini, Sakal-ı Şerif'ini görüyorsunuz. Vakıf ile kurduğum bağ ta o zamanlara dayanıyor diyebilirim. Tek kaygısı bizim için kıymet teşkil eden kimi emanetlere sahip çıkmak. Bu vatana sağlıklı bireyler yetiştirme kaygısı ile tamamen hizmet amacı güden bir vakıftır burası. Toplumda gördüğü birtakım eksiklikleri kapatmak için uğraş veren, kendi çapında hareket eden, karınca kararınca diyen ve diğer yandan çizgisinden asla kopmamaya gayret eden, bir yerde olmaktan dolayı çok mutluyum ben de. Burada özellikle 28 Şubat sürecinde ciddi zorluklar yaşadık. Ben o zorluklar ile mücadele etmeyi sevdim ayrıca. Kurduğumuz kütüphanenin dağıtılması, sürekli Batı Çalışma Grubu tarafından kontrol edilmemiz, birilerinin gelip masamıza oturması, çekmecelerimizi karıştırması gibi çirkin şeylerle o kadar çok muhatap olduk ki bunlar beni buraya daha çok bağladı diyebilirim. Yirmi yıldır buradayım ama sanki yirmi gün gibi. Devamlı olarak şu duayı yapıyorum: "Allah'ım şu kapıdan beni hiçbir zaman istemeden sokma. Burada gönülsüz hizmet etmekten sana sığınırım." Ayrıca yönetimdeki tek kadın olmama rağmen, zira çalışma arkadaşlarımın çoğunluğu hanımlardan oluşuyor, hiçbir zaman kendimi eğreti, garip ya da dışlanmış hissetmedim. Bana karşı, burada özellikle başkanımız Muhittin Cesur beyi anmadan geçemeyeceğim, hep hassas davrandılar. Ek olarak çocuklarımı da burada büyüttüm ben. Kurumuma sunduğum tek şartım buydu: Çocuklarımın yanımda olması.
Hırka-i Şerif Vakfı'nın kuruluş amacı ve hizmetlerinden bahsedebilir misiniz?
Vakfımızın birinci kuruluş amacı Peygamber Efendimizin emaneti olan Hırka-i Şerif'e hizmet etmek. Onun günümüze ve gelecek kuşaklara aktarılmasına vesile olmak. Ramazan ayları boyunca dünyanın çeşitli yerlerinden, ülkemizin dört bir yanından gelen ziyaretçilerin düzenini muhafız ailemiz, ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak organize etmek. Bu hususta bu işleri birinci derecede götüren Veysel Karani'nin 57'nci ve 58'inci göbekten torunlarının oluşturduğu muhafız ailemize de yardımcı olmak. Bunun dışında eğitime ve kültüre hizmet eden bir vakıfız. Tarihi eser restorasyonları yapıyoruz. En son 2010 yılında Çapa'da bulunan Mimar Sinan'ın yaptığı Kazasker Abdurrahman Çelebi Camii'ni ihya ederek tekrar ibadete açılmasına vesile olduk. Hâlihazırda önümüzde iki cami projemiz var. Biri yine Mimar Sinan'ın yok olmuş bir eseri, Hacı İlyas Çelebi Mescidi. Diğeri de Fatih'te Bali Paşa Caddesi'nde bulunan Ahaveyn Mescidi. Buradaki amacımız, Hırka-i Şerif semtinin güzelleşmesine ve turizmine katkı sağlamak. Ayrıca üniversite kız öğrenci yurtlarımız var. Onların sosyal ve kültürel gelişimlerine katkı sağlamak amacı ile gerçekleştirilen bir dizi eğitim programımız mevcut. Geleneksel ve modern sanatlarımızın, Arapça ve Osmanlıca gibi kursların da verildiği ve yaklaşık 450 kursiyerinin olduğu bir kültür merkezimiz var. Türkiye'nin ilk özel kütüphanesi olan yirmi bin kitaplı, beş bin küsur üyeli Hoca Üveys Kütüphanemiz var. Ayrıca yayın hayatı boyunca oldukça yankı bulan ve yılın dergisi ödülüne lâyık görülen Kültür Dergisi de vakfımız bünyesinde çıkmıştı.
Vakıf yöneticiliği görevinizin dışında, kaligrafi, hüsn-i hat ve eski eşyaya olan merakınız uğraşılarınız arasında. Aynı zamanda iyi bir edebiyat okuru olduğunuzu da biliyorum. Ev, çoluk çocuk ve tüm bu işler nasıl besliyor birbirini?
Bundan yaklaşık on iki sene evvel hat çalışırken büyük oğlumun odasını kullanıyordum. O bana: "Anne sen hat çalış, ben seni izlerken uyuyayım" derdi. Oradan bugüne, büyük oğlum musikiyi çok seven, güzel insanlarla, değerli büyüklerimizle tanışmaktan, onlarla vakit geçirmekten haz alan ve kendince zamanı nitelikli kullanma hususuna da vakıf olan bir çocuk oldu diyebilirim. Küçüğüne gelince, ben çalışırken biraz kıskanıp koluma sık sık değse de en azından saygı duyuyor ve sanat ortamında olmaktan mutlu oluyor. Eşim ise, benim ilgi alanlarımdan dolayı hep mutlu oldu ve destek verdi. Hatta hat dersimin olduğu günlerde daha evin kapısında, içeri girmemi beklemeden megafondan sorardı bugünkü dersini geçtin mi diye. Eksik olmasın yirmi yıllık ev, iş, aile ve özel uğraşılarım noktasında benim en büyük destekçim oldu.
Bir kaligraf ve hüsn-i hat sanatçısı olarak hangi metinleri kaleme almayı tercih ediyorsunuz? Harflerle aranızda nasıl bir rabıta var?
Kendimi hat sanatçısı olarak görmüyorum. Eski yazıyı seven, ona muhabbet duyan ve yazı ile uğraşırken kendini dünyadan birkaç metre yukarıda hisseden biriyim o kadar. Kaligrafi ve hat dışında, Allah nasıl bir yol gösterir bilmiyorum ama tezyinata da ucundan biraz başladım. Hüsn-i hat'ta rikâ, ta'lîk ve nesih ile ilgilendim. Ta'lîk'le kâğıda yazılacak en uygun metinler Farsça ve Türkçe beyit, kıta yahut kelâm-ı kibârlardır. Genelde onları yazarım ya da sevdiğim bir şeyi ta'lîke uyarlayarak yazmaya gayret ederim. Nesih ise Kuran yazısıdır. Ben de sure yazmaya gayret ediyorum. Kaligrafide ise genelde meal yazıyorum. Gönlüme hitap eden güzel sözler, vecizeler, kelâm-ı kibârlar da tercih ediyorum. Tabii bunları tercih ederken insanın o anki ruh hâli de önemli oluyor.
Sanatın insan ruhunu onardığı ile ilgili güzellemeler yapılır hep. Bunun yanına, kadın için anneliği, erkek için babalığı da koymak mümkün. Sizde annelik ve sanat bir araya gelince ortaya nasıl bir bileşim çıkıyor?
Ben biraz agresif ve çabuk sinirlenen bir yapıya sahiptim. Hem işim hem sanat uğraşılarım, belki de yaşım, bilemiyorum (bu da ihtimal dâhilinde çünkü) beni daha sakin biri yaptı diyebilirim. İnsani olarak büyük oranda törpülendim yani. Bakış açım değişti bir kere. Ahmet Yüksel Özemre bir kitabında, "Çocuklarınıza önce hayvanları ve bitkileri sevmeyi öğretin ki, insanları daha kolay sevebilsinler" der. İnsanları daha kolay sevmenin çeşitli yolları var aslında. Sanat da insanları daha kolay sevmenin bir yolu… Düşünsenize benim beş yaşındaki oğlum Yahya, benimle birlikte kültür merkezimizde kursa geliyor ve o da bir alt katta çocuklara yönelik olan resim kursunda vakit geçiriyor. Sıkılınca annesinin yanına, Ali Rıza Özcan hocanın hat dersi verdiği sınıfa çıkıyor. Gelecekte belki de bu alanda isim yapacak birçok insanın bulunduğu bir sınıfta herkesin sevgisine mazhar oluyor. Oradan çıkıyor, Şehnaz hocanın olduğu tezhip sınıfına geçiyor. Yahya evde televizyon karşısında çizgi film de izliyor olabilirdi aslında o esnada. Fakat bu güzelliklerle hemhâl ve böyle olanaklara sahip olduğunu görmek beni gerçekten mutlu ediyor. Böylelikle bugün gördükleri yollarda yarın yürüyor olabileceklerini ümit ediyorum.
Kendi anneniz ile kurduğunuz bağ için geçmişinize döndüğünüzde aklınıza gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarınızın sizi hangi imgelerle hatırlamalarını istersiniz?
Annemi düşündüğümde aklıma gelen ilk şeyler; disiplin, çalışmak ve bitmeyen azim. Hakikaten on parmağında on marifet olan biridir annem. Biz altı kız kardeşiz ve altımızın da kendi mesleği var. Bu konuda hepimiz annemize çok şey borçluyuz. Hem okul hayatımızda bize çok destek verdi hem de ev işleri, el işleri ve yemek gibi şeyleri öğrendik. İnsan gördüğü ile amel ediyor. Annem çok çalışkan bir kadındı. Ben onun 1983 senesinde yaptığı el işlerinden kazandığı parayla o zaman doğan kız kardeşime bir bakıcı tutup kendisinin makine nakışı öğrenmeye gittiğini hatırlıyorum. 1983'ün Anadolu'sunda üç-dört çocuklu bir kadının kendi imkânlarıyla bir yere gitmesi çok kıymetli bence. Her sabah annemle babamın bizi okula gönderirken kapıda, "Kızım karşıdan karşıya dikkatli geçin ve yolda altın görseniz bile dönüp bakmayın" sözü çocukluğumdan beri hafızama nakşolan cümlelerden biridir bu. Ayrıca anmadan geçemeyeceğim baba imgesi de çok güçlüdür bizde. Pikniğe gittiğimiz zaman babam ilk önce bizim salıncağımızı kurar, voleybol filemizi gerer ondan sonra arabadaki diğer malzemeleri çıkarır ve bizimle oynardı. Her sabah işten, gece vardiyasından döndükten sonra evimizin çiçekli ön bahçesinde hepimizi kollarının üstüne alıp Arı Maya yapardı. Bizi kollarının üstüne yatırır ve çiçekleri koklatırdı tek tek. Çocuklarımın beni nasıl hatırlamalarını isterim peki. Ben istesem de istemesem de çocuklarım beni düzen ve disiplin ile hatırlayacaklardır. Onlar için prensipleri olan bir anne olduğumu biliyorum çünkü.
Günümüzde kadın ve erkek kimliklerine dair yeni ve sıkıntılı bir kültür oluşumundan söz etmek mümkün… Tüm bu dönüşüm ve değişim çemberi içinde sizce, nasıl bir erkek ve nasıl bir kadın tipolojisine ihtiyaç var?
Allah'ın kadına ve erkeğe yüklediği kimliklerin en doğru kimlikler olduğunu düşünüyorum. Bunların dışına çıkmak bize zarar veriyor. Zaten kadın erkek, erkek kadın olacaktıysa Allah kadın ve erkeği ayrı olarak yaratmaz, her birine ayrı kimlikler ve vazifeler yüklemezdi. Ben bu noktada herkesin işine geldiği gibi davranmadan, rol karmaşasına mahal vermeden kendi fıtratı çerçevesinde yaşaması gerektiğini söylemek istiyorum. Bu çetrefilli ve zor çağda Kuran ve sünnet çerçevesi içinde kalmak hayatlarımızı sanılanın aksine daha çok kolaylaştıracak.
SÜMEYRA GÜLDAL KİMDİR?
1978 Dörtyol, Hatay doğumlu. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu. Hırka-i Şerif Vakfı Genel Müdürü. Türkiye'nin ilk özel kütüphanesi olan Hoca Üveys Kütüphanesi'nin kuruluşunda ve idaresinde görev aldı. Hırka-i Şerif Vakfı bünyesinde birçok cami, tekke, mescit ve sivil mimari yapının ihya edilmesinde yer aldı. 2008 TYB ve ESKADER yılın en iyi dergisi ödüllerini alan Kültür Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürlüğü'nü yürüttü. Evli ve iki çocuk annesi.