Yunus Arslan: Nuri Pakdil ''Gel Anne ol Çünkü anne Bir çocuktan bir Kudüs yapar''

Nuri Pakdil Gel Anne ol Çünkü anne Bir çocuktan bir Kudüs yapar
Giriş Tarihi: 21.1.2020 11:55 Son Güncelleme: 21.1.2020 11:55
Dik duran, söylediğini net söyleyen, itirazını net koyan, hiç-bir şeyden korkmayan, hiç kimsenin adamı olmayan, hiç kimseye sırtını yaslamayan, bağlantısız, bağımsız, özgür, özgün bir insandı Nuri Pakdil.

NECİP EVLİCE

DİK, KORKUSUZ, BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR BİR EYLEM ADAMI: NURİ PAKDİL
Her fikir insanının düşüncelerinde kırılmalar olur, bazen inandığı değerlerden taviz vermek zorunda hisseder kendini, bazen de fikirlerinin tersine yönelir. Nuri Pakdil bunlardan biri değildi ve asla olmadı. Edebiyat, şiir ve fikir dünyamızda derin bir iz bırakan "7 Güz el Adam"dan biri olan Pakdil; İstanbul'un fethedildiği günü doğum günü sayacak kadar Türk ve Müslüman, "Kudüs Şairi" olarak anılacak kadar mücahit ruhlu, "zulümsüz, sömürüsüz, putsuz, kimlikli, erdemli, aşkınlıkla dolu" bir dünya kurmaya adanacak kadar sevdalı ve kimseyi ayırmayacak kadar bu topraklardandı, bizdendi. Yakın dostu, Necip Evlice ile Pakdil'in düşünce dünyasını konuştuk. Evlice'ye göre Pakdil: "Bütün fikrî tekâmülünü tamamlamış, neye inanacağını, nasıl düşüneceğini çok net bir şekilde ölçmüş, biçmiş, kararlaştırmış ve zihninde bir dünya görüşü olarak oturtmuş bir insandı."

Nuri Pakdil ile tanışmanızdan başlayalım isterseniz…

Nuri Pakdil gibi ben de Maraşlıyım ve Maraş Lisesi'nde okudum. Lisede okurken birçok genç gibi şiir yazma merakım vardı ve lisenin her yıl düzenlediği öğrenciler arası şiir yarışmasına katılmıştım. Yarışmada mansiyon ödülü almamdan sonra edebiyat dergisi çıkaran ve edebi çalışmalar içinde olan bir grup arkadaşla tanıştım. O grubun çalışmalarına katıldım, o zaman gördüm ki bu arkadaşlar bütün edebiyat dergilerini ve yeni çıkan kitapları takip ediyorlar. Böylece yeni kitaplarla ve tabii Nuri Pakdil kitaplarıyla karşılaştım. Pakdil ile tanışmamsa lise son sınıftayken oldu. Üniversiteyi kazandıktan sonra, bir gurup arkadaşla Ankara, Eskişehir, Kütahya, Adapazarı, İstanbul güzergâhında bir geziye çıktık. Bu şehirlerde sanat, edebiyat, kültürle uğraşan mekânları ve oralarda faaliyetleri olan insanları tanıdık. Nuri Pakdil'i de Erenköy'deki evinde ziyaret ettik. O dönemde Edebiyat dergisinde de yazan birçok arkadaşla birlikte Nuri Pakdil'i de yüz yüze tanımış oldum.

Nuri Pakdil, sadece bir düşünür değil, düşünceleriyle eylemleri bir arada var olan bir kişilikti. Sizin tanıdığınız Nuri Pakdil nasıl birisiydi?

Kuşkusuz Nuri Pakdil'in en önemli özelliklerini; titizliği, yüksek estetikli bakış açısı, dikkatli ve uyanık bir bilince sahip olması, hareket ve davranışlarının özeni ve hiçbir şeyi rastgele yapmaması olarak sıralayabiliriz. Eylemlerini her zaman karşısındaki ve yanındaki insanlara bir mesaj vermek, bir iz bırakmak amacıyla gerçekleştirirdi. Benim tanıdığım Nuri Pakdil, dünyanın en centilmen, en nazik, en alçakgönüllü ve kentli adamıydı. Ama yeri geldiğinde, ideoloji ve sorumluluklar söz konusu olduğunda da dünyanın en katı, inatçı ve sert adamıydı. Titizliği, estetik ve özgün yaklaşımları onu farklı kılıyordu. O hepimize her zaman eylemleriyle bir şeyler anlatmıştır.

Onun en belirgin ve özgün vasıflarını siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Nuri Pakdil'in hepimizden farklı, belirgin ve özgün vasfını şöyle tarif edebilirim: Aslında eğitimini almadığı hâlde "ileri ülkeler" dediğimiz ülkelerde yapılan her türlü yayından, yayının teknik özelliklerinden, estetiğinden, görselliğinden haberdar olması en önemli özelliğiydi. Bunun en temel göstergelerinden biri; yaptığı her işi, benzer işlerden çok daha estetik olmasını sağlamak için inanılmaz bir gayret ve özveriyle yapmasıydı. Pakdil titiz, tavizsiz, içine sinmeyen bir şeye razı olmayan bir kişiliğe sahipti. İkna kabiliyeti çok yüksekti. Başkaları bir şeyi ne kadar isterse istesin, onları öyle olmadığına ikna ederdi. İnatçı, ısrarcı, farklı, özgün, ileriye bakan ve etkileyici bir insandı.

Kırgınlıklar, yorgunluklar her düşünce insanında olur. Nuri Pakdil'in düşüncesinin kırılma noktaları nelerdi?

Benim tanıdığım Nuri Pakdil, aslında liseyi bitirip üniversiteye başladığında neredeyse bütün tekâmülünü tamamlamış, neye inanacağını, nasıl düşüneceğini çok net bir şekilde, ölçmüş, biçmiş, kararlaştırmış ve zihninde bir dünya görüşü olarak oturtmuş bir insandı. Dolasıyla o tarihlerden sonra onun düşüncesinde asla bir yorgunluktan, bir kırılmadan söz edilemez. Ama onun hayatında yapıp etmek istedikleriyle ilgili kuşkusuz kırılmalar, başarısızlıklar, hayal kırıklıkları olmuştur. Böylesine kırılmalarsa birkaç kere olmuştur.

Bunlardan biri, 1969'da Edebiyat dergisini yayımlayınca kadar olan sürede gerçekleşmiştir. O tarihe kadar çıkan diğer dergilere destek vermiştir her zaman. Mesela, Büyük Doğu'ya her anlamda destek vermesi önemlidir. Yine Diriliş dergisinin ilk çıkışından 1967'deki ilk kapanışına kadar büyük emekler, katkılar ve maddi destekler vermesi, yazı yazacak insanları Diriliş'e, Sezai Karakoç'a yönlendirmesi, onun etrafında toplanmalarını sağlaması ve bütün bunları diğer arkadaşlarından çok daha ileri bir tutum, davranış ve bilgelik içerisinde yapması önemli bir nokta.

Fakat bütün bunlardan sonra 1969 yılında, Diriliş yayın hayatına devam etmediği hâlde kendi dergileri Edebiyat'ı çıkardıklarında Sezai Karakoç'un başlarda net bir tavır koymamasına rağmen, dergi yayın hayatına başladıktan sonra bazı şeyleri uzaktan dillendirmesi Nuri Pakdil'i çok etkilemiş ve üzmüştür. Bahsettiğim durum, Sezai Karakoç'un "Madem dergi çıkarabileceklerdi neden Diriliş'i çıkarmadılar?" söylemiyle başlar. Oysa 1966'da Diriliş çıkarken Sezai Karakoç, Akif İnan'a yazdığı bir mektupta şöyle demektedir: "Diriliş'in devam etmesi için büyük bir kampanya yaparak yolumuza devam etmeliyiz." Bunu duyan Nuri Pakdil, Ankara'daki işinden anında istifa edip Diriliş'in devam etmesi için Türkiye'de hemen her yeri dolaşmak için yola çıkmaya hazır vaziyettedir. Çünkü derginin yayın hayatına devam etmesini istemektedir.

Pakdil'in bu hareketini duyan Sezai Karakoç, onun böyle davranmasına asla izin vermemiş ve bu tür girişimleri kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Böyle bir işe girişmesinden dolayı Karakoç, Pakdil'e uzun ve acı bir mektup yazmıştır. Hatta yazdığı mektubu "Maraş biberi gibi acı bir mektup oldu" diye tarif etmiştir. Pakdil, Edebiyat dergisi yayın hayatına başladıktan bir süre sonra bahsi geçen konularla ilgili asla olumlu veya olumsuz konuşmamış ve "Bu konu benim için ebediyen kapandı" demiş ve kendi yoluna devam etmiştir. Bu durum da Nuri Pakdil için önemli bir kırılmadır.

Diğer kırılma noktaları neler oldu?

Nuri Pakdil'in kırılmalarından ikincisi 1975-76 yıllarında en yakın arkadaşları Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu ve Alaeddin Özdenören, Pakdil'in dergi işlerine çok karışmasını önlemek için onun yalnızca yazılarını yazması gerektiğini söylemişler. Bu düşünce önce Pakdil'in hoşuna gitmiş olsa da sonrasında vazgeçmiş ve derginin en ince işlerine kadar her işini yapmaya devam etmiştir. Onlar da Nuri Pakdil'in ne yapacağını merak ederek yanından bir süre uzaklaşmışlar ama uzaklaşma artan bir uzaklaşma getirmiş ve bir daha Pakdil'in yanına dönememişlerdir. Nuri Pakdil ise sorumluluğundaki işi yani Edebiyat dergisini ve yayınlarını yeni insanlarla sürdürmeye devam etmiştir.

Üçüncü kırılması ise 12 Eylül Darbesi'nden sonra oldu. O süreçteki tek tipleştirme çalışmalarının sonucunda insanlar düşünceden çok dünyalık işlere, heveslere daldıkları için okumayı, düşünmeyi ve yayın gibi işleri hep ikinci plana itmişlerdi. Dolasıyla Edebiyat dergisinin ve kitaplarının satışları düştü ve yayın hayatını sürdüremedi. Nuri Pakdil yıllar önce memuriyetten ayrılmış, herhangi bir geliri olmayan, Edebiyat dergisinin kendi döngüsü içerisinde yaşamını sürdürmeye çalışan biridir. İstanbul'dan Ankara'ya döndüğü için Ankara'da kalacak bir evi bile yoktur. Arif Ay, Şaban Özdemir ve benimle beraber bir süre kaldıktan sonra 1985 başında Edebiyat dergisinin yayınına ara vermiş, o güne kadar yayımlanmış kitaplarının tamamını ücretsiz dağıtmış ve otelde yaşamaya başladı. Bu durum onu bir anlamda açlığa mahkûm etti ve yeniden memuriyete dönmek zorunda kaldı. Bunun sonucu olarak insanlarla görüşmelerini ve ilişkilerini kesti, hiçbir kültürel ya da edebi faaliyette bulunmadı ve yaklaşık 13 yıl Ulus'taki ikinci sınıf otellerde konakladı.

1996 yılında yeniden kitap yayımlamak için otelden eve geçip harekete geçtiğinde bu sefer 28 Şubat süreci hüküm sürmektedir. Eski arkadaşlarını toplar ve neler yapılabileceği konusunda görüşmeler, toplantılar yapar. Bu görüşmelerden ve toplantılardan bir sonuç çıkmaz ve herkes kısa sürede birer birer onu yalnız bırakır. O da 1997 yılından itibaren tek başına kitaplarını yayınlamaya başlar ve özellikle gençlere yönelik çalışmalar yapar. Ziyaretine gelen gençlere kapılarını açar, üniversitelerden davet eden gençlerin davetine katılır. Hatta eski arkadaşları gençlerle ilişki kurmasını bile anlamak istememişlerdir. Bu da onu yaşlılığında adeta yalnızlığa mahkûm etmek gibi bir şeye sebep olur ve hayatındaki dördüncü kırılması olarak sayılabilir. Ama o gençlerden asla uzak kalmaz. Gençler de Türkiye'nin her yerinden onu ziyarete gelip onunla bir temas, bir gönül birliği kurmuşlardır.

Pakdil'in hayatının merkezinde insan vardı ve bu sebeple edebiyat onun için bir amaç değil, insanları Allah'a çağırmak için kullandığı bir araçtı diyebilir miyiz? Bu anlamda edebiyata yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz?

Şüphesiz edebiyat onun için insanları Allah'a çağırma yolunda bir araçtı. Ama bu, edebiyat önemsiz bir şeydir, sadece araçtır anlamına gelmez. O özellikle sanat üst başlığından bakarak sanatın ve estetiğin her zaman yüzde 51 oranında önemli olduğunu belirtir. "Oyumu yüzde 51 sanat ve edebiyata veriyorum." der.

Her ne kadar araç da olsa önem ve etkinlik olarak edebiyat hep bir adım öndedir Pakdil'in hayatında. Bu araçsallık edebiyatın kullanılıp kenara atılacak bir şey olduğu anlamına gelmez onun için. Pakdil için araçların da amaçlar kadar önemli olduğu, yani nereye gittiğiniz kadar nereden ve nasıl gittiğiniz de önemlidir. Eğer edebiyat bir süreliğine kullanılan bir araç olsaydı, belki küçümsüyor, hafif bakıyor denebilirdi ama onun indinde işin en başından en sonuna kadar edebiyat hiç ihmal ve göz ardı edilmeden hakkı verilerek yapıldı. Pakdil çok yönlü bir insandı ve tiyatro, çeviri, şiir, deneme ve günlük gibi birçok alanda eserler verdi. Mümkün olsa sanatın bütün alanlarında çalışma yapardı.

Yayın hayatının iki dönemden oluştuğu söylenir. Siz bu dönemleri nasıl tarif edersiniz? İkisi arasında ne gibi farklılıklar var?

Eğer Edebiyat dergisinin 1969'dan 1984 sonuna kadar yayınlandığı dönemi ele alırsak, bu bir süreli yayın dönemidir yani bir anlamda dergi dönemidir ve 15 yıl sürmüştür. Beraberinde kendisinin ve arkadaşlarının kitaplarını da yayınlamış ve çok önemli bir yayın faaliyeti olarak yayın tarihine geçmiştir.

İkinci dönemi ise 13 yıllık suskunluktan sonra 1996 yılında eve çıkarak, kitaplarını yeniden yayımlamak istemeyi düşünmesidir. 1997 Şubat ayına denk gelir bu yayım sürecinin başlangıcı. Bu süreçte her ay dört veya iki kitap yayımlarken hiçbir zaman afaki davranmamış, aşırılığa kaçmamış, baskı sayılarını asgaride tutmuştur.

Ayrıca yine bu döneminde bazı arkadaşları "dergiyi yeniden yayınlayalım" teklifi sunduğunda şöyle demiştir: "Beni hiç kimse süreli yayın çıkarma işine ikna edemez." Sanıyorum bu söyleminde 15 yıllık Edebiyat dergisi sürecindeki deneyimleri, kötü hatıraları, çektiği sıkıntılar, bırakıldığı yalnızlıklar etkili olmuştur. Nitekim o ikna olmayınca biz arkadaşları olarak böyle bir derginin yeniden yayımlanması eylemine kalkışamadık, cesaret edemedik. Nuri Pakdil böyle bir şeyin süreye bağlı olmaksızın yapılabileceğini söyledi ama hiçbirimiz onun kadar cesur, atak ve gözü kara değildik.

Nuri Pakdil'in gençler üzerine yoğun bir etkisi olduğu biliniyor. Gerek kitapları gerek konuşmalarıyla birçok gence ulaştı. Sizce Pakdil gençleri nasıl görüyor, değerlendiriyordu? Onlara temelde ne söylüyordu, en önemli öğütleri nelerdi?

Evet, özellikle son on yılda büyük bir genç kitlesine ulaştı ve gençler üzerinde etkisi oldu. Özellikle "Kudüs Şairi" kavramı üzerinden birçok genci yakaladı, bu bir gerçek. Kitaplarında da yazılarında da hep genç bir duruş, genç bir söylem ve gençlere hitap eden bir taraf vardır. Şöyle bir cümlesini hatırlıyorum: "Yurt düşmanlarını alt etmenin tek bir yolu vardır; sürekli gençler için yazmak, gençlerle gönül köprüleri kurmak." Gençlere "Donanımlı insanlar, Müslümanlar olmalısınız" tavsiyesini her zaman dillendirirdi. "Hepiniz en az bir yabancı dili, sözlük yardımıyla da olsa okuduğunuz kitapları anlayacak düzeyde öğrenmelisiniz. Doğu ve Batı klasiklerini bir bir okumalısınız. Tercihinizi kitaptan yana kullanmalısınız. Hepiniz, yaptığınız her işi, meslek olsun, hobi olsun, merak olsun herkesten daha iyi yapacağınıza inanmalı ve yapmalısınız" derdi gençlere. Bir de yazmak isteyen insanlara "Mutlaka günlük notlarınızı günü gününe tutunuz" derdi. Çünkü günlük notlar kişinin kendi özel tarihidir ona göre. "İnsan hafızası insanı yanıltır, kısa sürede unutur, başka olaylarla birleştirir ve değiştirir yaşananları, ama yazdığınız notlar asla unutulmaz, değişmez, dönüşmez, nettir."

Son olarak bir fikir ve eylem adamı olarak Nuri Pakdil günümüze ne söylüyor?

Nuri Pakdil aslında günümüze her anlamda çok şey söylüyor. Duruşuyla, tavrıyla, farklılıklarıyla, her zaman dinç ve dinamik oluşuyla, devrimciliğiyle, sistemin dışında kalmasıyla, Batıcılığa karşı durmasıyla, yabancılaşmanın karşısında olmasıyla, yerli düşüncenin yanında olmasıyla, medeniyetimizi savunmasıyla, tarihimizi savunmasıyla çok ama çok şey söylüyordu ve söylüyor...

Yaptığı, eylediği her şeyin bir örneklik teşkil etmesi onun için çok önemliydi. Eğer siz yaptığınız her şeyle örnek olamıyorsanız orada başarısızsınız demekti onun için. Dik duran, söylediğini net söyleyen, itirazını net koyan, hiçbir şeyden korkmayan, hiç kimsenin adamı olmayan, hiç kimseye sırtını yaslamayan, bağlantısız, bağımsız, özgür, özgün bir insandı Nuri Pakdil. Hepimize de Müslüman olarak emin olunan insan olmayı önerirdi. "Emin olunan insan olmak bizim sorumluluğumuzdur" derdi. Eğer, Peygamberimiz (s.a.v) aldığı vahiyleri insanlara iletirken "el emin" sıfatına sahip olmasaydı işi çok daha zor olabilirdi.

Oysa inanmayan herkes de onu emin bir insan olarak tanıdıkları için Peygamberimizin işi kolaylaşmıştı. Şimdi de her Müslümanın nasıl bir insan, nasıl emin olunan bir insan olunduğunu gösterme sorumluluğundan bahsederdi. Asla vazgeçmeyeceği bir Tanrı bilinci onun için her şeyden önemliydi: "Yeryüzünün yaşanılabilir bir dünya olması ancak İslam ile mümkün olabilir, bunu mümkün kılmak da ancak ve ancak Müslümanların zorunlu görevidir."

Nuri Pakdil Kimdir?
1934 yılında dünyaya gelen şair ve fikiradamı Nuri Pakdil, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. İlk çalışmalarını şiir ve deneme türlerinde çeşitli dergilerde yayınladı ve henüz lisedeyken Hamle isimli bir dergi çıkardı. 1969'da Edebiyat isimli bir dergi ve 1972'de Edebiyat Dergisi Yayınları ile yayıncılık hayatına 18'i kendisine ait toplamda 45 eser kazandırdı. 2014'te Necip Fazıl Saygı Ödülü, 2019'da ise edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ile onurlandırıldı. 2019 yılında Ankara'da vefat etti.

Eserleri: Harikalar Tablosu / Prevert, Ay Operası / Prevert, Biat II, Bağlanma, Bir Yazarın Notları II, Put Yapımevleri, Biat III, Anneler ve Kudüsler, Bir Yazarın Notları III, Kasırganın Çatırtıları / Guillevic, Bir Yazarın Notları IV, Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş, Edebiyat Kulesi, Sükût Sûretinde, Derviş Hüneri, Deneme, Batı Notları, Arap Saati, Umut, Ahid Kulesi, Korku, Klas Duruş, Arap Şiiri (Güldeste) I, Arap Şiiri (Güldeste) II, Kalem Kalesi,Bir Yazarın Notları I, Osmanlı Simitçiler Kasîdesi, Otel Gören Defterler 1: Çarpışan Sesler, Otel Gören Defterler 2: Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, Otel Gören Defterler 3: Büyük Sorgu, Deneme, Otel Gören Defterler 4: Simsiyah, Otel Gören Defterler 5: Ateş Hattında Harf Müfrezeleri,Otel Gören Defterler 6: Yazmak Bir Mûcize

BİZE ULAŞIN