Birol Biçer: Modern tıp bir din hâlini aldı

Modern tıp bir din hâlini aldı
Giriş Tarihi: 18.2.2020 15:31 Son Güncelleme: 18.2.2020 15:31
Dünyada tamamlayıcı tıbbın yükselişinin, geleneksel tıbba yönelişin bir sebebi var: Artık modern tıp ihtiyaçlara karşılık vermemeye başladı

Modern, Ortodoks, konvansiyonel ya da Batı tıbbı… Nasıl tanımlanırsa tanımlansın günümüzde hâkim olan tıp, toplumların hayatında görkemli bir şa to gibi yükseliyor. İtibarı ve "tek otorite" olma şerefini kimseye bırakmıyor. Madalyonun diğer yüzünde ise doğal, geleneksel, alternatif veya enerji tıp ekollerinin giderek insanları cezbettiği bir dünya var. Bu dünyada ise modern tıbba getirilen eleştirilerin, şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyor ve her anlayış kendi meşrebine göre değişen çok geniş bir y elpazeye yayılıyor. Ülkemizde son 15 yıldır doğal, fıtrata uygun beslenme, arınma ve tedavi usulleri içeren bir yaşama tarzı kararlılıkla yayılıyor ve sanayi toplumunun verdiği zararlar kadar hâkim tıbba da alternatifler sunuy or: Sade Hayat hareketi. Bu hareketi temsil eden Sade Hayat Derneği'nin Başkanı Faruk Günindi ile "gerçek tıp" dedikleri usulleri ve modern tıbba getirdikleri eleştirileri konuştuk.

Sade Hayat hareketi çok sayıda insanın takip ettiği bir yaşam tarzı ve sağlık anlayışı oldu. Bu hareketi anlatır mısınız?

Yeni bir şey başlatmadık. Her şeye sahip olmanın, ihtirasın, doğal olmayanın zararlı olduğunu çok önceden insanlar söylüyordu. Biz bu hareketi başlatan (Özbek asıllı hekim) Aidin Salih hocanın vesilesiyle sade, doğal, katışıksız yaşamanın hayatın her alanında mümkün olduğunu gördük. Sadece beslenmeyle, sağlıkla ilgili bir şey değil; genel bir hayat görüşüyle ilgili bu.

Ama köye dönüş filan değil bu. Aslında en güzel yanı tepki olmaması. Sadece ihtiyaçtan doğduğu için bence insanların arasında kolayca karşılık buluyor Sade Hayat. Gerçekten bir ihtiyacımız var. Hayattaki tercihlerin, yemeiçmenin, giyinmenin, uyumanın, doğaya ve fıtrata uygun usullerle sağlığı korumanın önemli olduğunu bize Aidin Salih hoca öğretti. 2005 yılında Türkiye'ye dönmüştü. O zaman bu hareket başladı.

Düzelecek olan neydi peki? Sade Hayat bütün yönleriyle ne gibi ilkeler üzerine kurulu? Neler var içeride? Biraz anlatır mısınız?

İlk önce diyoruz ki yaratılmış bu düzenin sınırları var; haddi aşmayalım, bunun bir sınırı olsun. İkincisi, yapığımız şeyler zararlı olmasın, zarar vermeyelim. Bu bir ürün için de kendi sağlığımız için de söz konusu. Yeni şeyleri zararsızlardan seçelim, var olan zararlıları da terk edelim. Yeni ve değiştirebilecek şeyleri bulmaya çalışmaktansa gerçek ihtiyaçlarımızı tanımlayalım. Tabii ki söz konusu ettiğimiz ilkel toplum gibi yaşamak değil. Bizim ihtiyacımız temelde bizi besleyecek, sağlıklı tutacak, işlerimizi yapmamızı sağlayacak, belimizi doğrultacak şeyler. Sade Hayat'ın sağlıkla çok ilgisi var çünkü Aidin hocamız hekimdi. Tavsiyelerini söylerken tedaviler de veriyordu.

Öncünüz Aidin Salih'in tıbbi öğreti ve uygulamasından bahseder misiniz?

Kendisi buna "gerçek tıp" diyordu. Tıp diye bir şey var; bunun yanlış uygulaması var, doğru uygulaması var. Alternatifi, gelenekseli, moderni, eskisi ya da yenisiyle tıp diye tek bir şey var. Aidin hoca tıbb-ı nebeviyi baz alıyordu. Tıbb-ı nebevi ise teknik olarak bir tıp türü değil; bir tıp ahlakı türü.

Sade Hayatçılar olarak sizin de bugün takip ettiğiniz bu tıp anlayışının kapsamı ve temel ilkeleri nedir?

Binlerce yıldır uygulanan şeylerden farklı değil. Birinci ilke Hipokrat'ın dediği gibi: "Zarar verme". Hem hekime "hastana zarar verme" hem de hastaya "kendine zarar verme" diyor. İkincisi; zararlı bir şey tedavi edici olamaz dolayısıyla onu ilaç olarak kullanmamak lazım. Herhangi bir faydalı bile çok tüketilince zararlı hâle geliyor. Aidin hocanın dayandığı en önemli şey şu görüştü: İnsan kendini iyileştirme gücüyle yaratıldı. Her insanda bu güç var. Bunun dışında insan kronik hastalık denilen ticari ürünün mahkûmu değil; kronik hastalıklardan, iç hastalıklardan, bulaşıcı hastalıklardan, bunların hepsinden kurtulabilecek güçte yaratılmış. Bu güce şimdilik bağışıklık sistemi deniyor. Hekimin de hastanın da yapacağı bir şey var; buna yardımcı olmak. İnsan vücudu yaratılış itibariyle kendini iyileştirme donanımına sahip. Eskiden beri insanlar bunu bildiği için bunu destekleyici tedaviler yapılıyor. Aidin hocanın dayandığı temellerden biri de şuydu: Vücudu doğal yollarla arındırarak asli hâline dönüştürmek ama önce insanın hastalığa götüren hatalı davranışını tespit etmek.

Bu usul ne gibi temellere dayanıyor?

Aidin hocanın usulünün dayandığı bazı temeller var. Bu da fıtrata uygun, insanın, çevrenin, doğanın yaratılışına zarar vermeyecek ürün ve yöntemleri kullanmak. Bu usulde temel olarak iyileşme içeriden dışarıya doğru olur. Zararlı maddeler ilaç olarak kullanılamaz. Açlık ve oruca dayanan bir tedavisi var; Doğu'ya ait geleneksel bir usul. Açlık/oruç ile tedavi yakın zamanda modern tıp doktorlarının da aralıklı beslenmeyle 16 saatlik açlıklarla korka korka denemeye başladıkları şeyin daha uzun periyodlarda yapılan hâli; 36 saat, 64 saat gibi… Ama açlığı değil de açlık tedavisini hayat tarzını değiştirecek bir alışkanlık hâline getirmek bence kilit nokta. Bu usulde beslenmeyi düzeltmek de temel bir kavram. Mesela Aidin Salih'in savunduğu tıbbı önemliden az önemliye doğru basamaklarsak: İlki zararlı gıda ve ürünlerin terk edilmesi. İkincisi beslenmeyi düzeltmek zira düzeltmeden açlık yapmanın bir anlamı yok. Üçüncüsü vücudun her yerine besin taşıyan, hayati önemi olan kanı hacamat, sülük tedavisi gibi yöntemlerle temizlemek. Bu bazılarına "köy işi" ya da "geri kafalı insanların işi" gibi geliyor ama çok yararlı. Dördüncüsü de açlıkla tedavi. Beslenmeyi düzeltip zararlı gıda ve maddelerden uzak duran ve kanını temizlemiş olan biri açlık ya da oruç tedavisi yapabilir. Sonra çok önem verdiğimiz karaciğerin temizlenmesi usulü var. Sonraki basamakta da diğer organların temizlenmesi söz konusu. Sinameki gibi bitkilerle bağırsak temizleyicileri veya bağırsak boşaltıcılarını herkes bilir; her organın müshili var. Şifa ancak zararlı ve aşırı bir şeyi terk ettikten sonra ulaşılabilen bir şey… Bu tıbbi usul vücudu temizleme ve yaratılış ayarlarına döndürme amacına dayanıyor. Bu usulü takip edenlerin bugün birkaç milyon kişiye ulaştığını düşünüyorum.

İnsanların doğala eğilimini anlıyorum ama bir yandan da modern tıbbın kendilerine sunduklarına da kuşkuyla yaklaşmaya başladılar. "Geleneksel", "alternatif" gibi isimler verilen farklı sağlıklı yaşam ve tıp uygulamalarına yöneliyorlar. Neden böyle oluyor?

Dünya değişim sancısı içinde. Geçen yüzyılın paradigmaları tamamen değişti. İnsanlar yeni bir inanç peşinde. Tıbba şüpheci bakmalarının nedeni tıbbın başlangıç noktasının sorgulanıyor olmasıdır. Modern tıp tamamen materyalisttir, gördüğüne inanır. Görmese inanmaz. İnsanlar bunu artık tatmin edici bulmuyor. Her tıp bir din anlayışına bağlıdır; bu dünyada değişmez kuraldır. Hint tıbbı dediğimiz Hinduizm'in temellerine, Çin tıbbı Taoizm'e dayanır. İslam tıbbı dediğimiz zaten İslam'ın "doğru insan nedir, insan ne yaparsa iyileşir" konularındaki cevaplarına dayanır. Şöyle düşünün; mensuplarının yeme içme düzeninin düzenlemeyen bir din yok. Modern tıp da böyle bir inanç anlayışının sonucu… Ne zaman başladı, yaklaşık iki yüz yıl oldu, iki yüz yıl önce bir şeyler değişti. Ama biz çok yanlış bir şekilde etkilendik.

Oysa modern tıbbın geldiği noktada -kendileri de, ilaç firmaları da biliyorlar ki- artık çıkmaz sokaktalar. Amiyane söylemek gerekirse modern tıbbın fişini çektiler. Başka bir tıp anlayışına ihtiyaç var. Dünyada tamamlayıcı tıbbın yükselişinin, geleneksel tıbba yönelişin sebebi bu çünkü artık modern tıp ihtiyaçlara karşılık vermemeye başladı. Tabii ki ilk çözüm olarak diğer tıp usullerine yöneldiler ve içlerinden kabul edebildiklerini aldılar, ellerindeki tıbbın eksikliklerini tamamlamaya çalıştılar. Genel olarak dünyada geleneksel tıbbın konuşulmasının sebebi modern tıbbın geldiği noktadır.

Doğal ve alternatif tıbba yönelenler genelde modern tıbbı ve ilaç sanayiini eleştiriyor. Sade Hayatçıların bunlara yönelttiği eleştiriler hangi noktalarda?

Temelde modern tıbbın usullerine maruz kalmış insanlar olarak bizim bir eleştirimiz var. Hiç maruz kalmasaydık, zorunluluk olmasaydı bir eleştiri getirmezdik. Mesela Hint tıbbına ya da Sampo tıbbı denilen şeye eleştiri getirmiyoruz çünkü muhatap değiliz. Niye çünkü burada kocaman kocaman binaları yok, çocuklarımızı aşılamak için peşimizden koşmuyorlar ya da herhangi bir ilaçlarını kullanmayı reddettiğimizde bir doktor zorbalığı yaşamıyoruz onlardan yana. Muhatap olduğumuz tıp, modern tıp olduğu için eleştiriyoruz.

Bir kere hastaneleri var ve hasta olmadan sana bakmıyorlar. Modern tıpla bu noktada uyuşamıyoruz çünkü insan sağlık hizmetini hasta olmadan önce almalı. Hasta olduktan sonraki sağlık hizmeti hasar tespiti gibi bir şey; olan olmuş zaten. Aslında her hastaneye gidenin doktorun yakasına yapışıp şöyle demesi lazım, "Bunun buna sebep olacağını bana neden söylemedin." Doktorun ilk olarak benim hasta olmamamı sağlaması gerekiyor. Her on yılda bir Batı tıbbı tamamıyla yön değiştiriyor. Bundan yirmi yıl önceki herhangi bir uygulamayı bugün mezun olan bir doktor kabul edemez. "Onlar çok eski usuller, o aletler çok eski, o görüntüleme teknikleriyle bir şey göremezsin" der. Ama yirmi yıl önce bu vardı ve başka bir şey kabul etmiyordunuz. Dolayısıyla kendini sürekli reddediş ilerleme değil, kafa karışıklığıdır. Bunun sebebi ise başlangıç noktasının yanlış olması.

Nedir o başlangıç noktası?

Başlangıç noktasında Newtoncu fiziğe dayalı bir anlayış var. Üç grup var. Biri diyor ki "her şeyi fizikle açıklayabiliriz, fizik yeterlidir". Biri diyor ki, "hayır kimyayla açıklayabiliriz; bize kimya maddelerini verin ve dünyada istediğimiz her şeyi yapabilelim." Üçüncü olarak da "hayır gördükleriniz fark ettiklerinizden fazlasıdır, yaşam sizin tespit ettiklerinizden fazlasıdır" diyen bir animist grup var. Ne yazık ki bu tartışmayı animistler kaybediyor ve kimyayla, fizikle çözüm bulmayı tek yol görenler gelişme gösteriyor. Ama o kadar komik ki 200 yıl önce bu insanların kimya her şeyi çözer dedikleri laboratuvarı görseniz on tane element yoktu içinde. Ama adam onunla tüm dünyayı açıklayabileceğini düşünüyordu. Yaratılan her şeye, ilaçlara -ki o zaman bütün kaynaklar gelenekseldi- o gözle bakmaya başladılar. "Kimya her şeyi açıklar" dediler ve bitkileri ele aldılar mesela. Etken madde teorisi; teori yani gerçek değil. "Bunun içinde etken bir madde var, ben onu içinden alıp sentezlesem, kullansam aynı şey. Artık bitkisine ihtiyacım yok" gibi bir anlayış gelişti. Şu ana kadar da ilaç firmaları bu iddiayı sürdürüyor. Fakat gördüler ki bitkinin içinden yalıtılan o maddenin bir ton yan etkisi varmış. Tıp tarihine "yan etki" diye bir şey girdi. Bitki bir bütünken, bir sinerji sahibiyken, fazla olanları nötralize edecek, azaltacak başka başka maddeler içerirken, tek bir maddeyle işe başlamak yanlış oldu. Sonra bu kimyacılar ve özellikle de kimya atığı oluşturan firmalar tüm tıbbı ele geçirdiler. Yanlış başladı ve sonucunda geldiğimiz nokta bu.

Batı tıbbını şu andaki çıkmaz sokağa sokan iki fikir var: Biri, yeniyi bulmak. Oysa yeni diye bir şey yok; keşfedilmemişler var ve yeni dedikleri hep zarar veriyor. İkincisi de değiştirme. Bu ikisinden kurtulamıyorlar. Mesela genetiği değiştiriyorlar çünkü daha iyi ve daha yeni bir şey yapabileceklerini düşünüyorlar. Özellikle, şu an doktorların elinden kimyasalları ve elektriği alalım geriye çok iş yapamayacak bir meslek mensubu kalır.

Bir doktora şöyle desek mesela: "Elinizde hiçbir şey yok; bir odadasınız ve hasta birine bir tedavi uygulayacaksınız. Elinizdeki koca hastaneler, görüntüleme cihazları, koca fabrikalardan çıkan ilaçlar olmadan bunu nasıl yapacaksınız?" Tıp o değil işte.

Modern tıbba göre, o kafaya göre modern tıp lütfedip oraya gitmediği sürece Afrika'nın bir köyünde yaşayan bir insanın sağlıklı olma şansı yok.

Sade Hayat hareketini başlatan Aidin Salih'in Gerçek Tıp kitabında şöyle bir ifadesi var: "Modern tıbbın yaptığı şey tedavi değil bedeni çökertmektir." Gerçekten tamamen zarar mı veriyor? Bugün hâkim olan tıbbın yaptığı iyi şeyler de yok mu?

Modern tıp bir insan olsaydı; sizi severken kemiklerinizi kırar, beslerken zehirler, size yemek yaparken yataklara düşürürdü. Modern tıbbın daha önce var olup da ilerlettiği iyi şeyler tabii ki var. Ama kendi bulduğu şeylere bakınca daha çok zarar verdi. Cerrahi diyeceksiniz, iyi de cerrahiyi zaten onlar icat etmedi, inanın anlamadılar da. Bin yıl önce Mısır'da Bağdat'ta yapılan göz ameliyatının tekniğini yeni yeni yakalıyorlar. Bunun dışında pek bir şey kalmıyor ellerinde; kimyasal tıp kalıyor, görüntüleme cihazları kalıyor. Modern tıbbın sağlıkla ilgili başka bir iddiası yok.

"Modern tıp insan vücudunu tüm sistemlerin birbirine bağlı olduğu ve etkilediği bütüncül bir yapı olarak değerlendiremiyor" derler. Temel eleştirilerden biri de bu sanırım.

Modern tıbba temel eleştirilerden biri; insana ve varlığa bir bütün olarak bakamaması. Modern tıp, kol sadece kolla ilgili, karaciğer sadece kendisiyle ilgili diye bakıyor. Tedavilerin usullerini sadece o yönde uygulamaya çalışıyor ama insan ondan fazlası işte. Animistlerin dediği gibi, insan karaciğerden fazlası, insan beyinden fazlası, insan bütün organların toplamından fazlası. Branşlaşıp öyle bir hâle geliyor ki doktorlarımız, göz doktoru profesör olduğu zaman karaciğerden anlaması mümkün değil artık. Uyguladığı şey de bir yere etki yaparken öbür tarafı bozuyor ve öbür taraf, mesela böbrek konusu olmuyor o doktorun.

Peki, siz hastalığı nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin anlayışınıza göre hastalık onu hazırlayan yaşam tarzının bir neticesi mi?

Hastalık hataların sonucu… Esas hastalık hatalı yaşama alışkanlığı… Temelde her gün yaptığımız alışkanlıklarımız bu hatalar. En temel olanlarını söyleyeyim: Beslenmeyle ilgili olanları mesela; çok yemek, sık yemek, yerken sıraya düzene dikkat etmemek, neyi neyle yiyeceğini bilmemek, birbiriyle birlikte yenmeyecek ürünleri tüketmek, zamana bakmamak, yeme zamanını yanlış ayarlamak. Yerken sindiremeyeceğiniz, atık oluşturacak veya katkı maddeli koruyucu maddeli genetiği değiştirilmiş ürün yemek. İyileşmek için kimyasal zehirleri kullanmak. Bunlar bütün insanların her gün beslenirken düştüğü hatalar. Bu alışkanlıklar hastalık sebebi. Bunlar alışkanlık hâline geldiği zaman o yanlış vücutta bir savunma ya da bozulma başlatıyor. Diyelim ki her gün çok miktarda yemek yediniz. Çok miktarda yemenin kendisi hastalık; onun sonucu olan obezite değil. Vücut sindiremeyeceği kadar yemek aldığı için bir çözüm bulmak zorunda. Ne yapıyor, yağa dönüştürüp depoluyor. Sonra da damar tıkanıklığından, diyabetten veya kireçlenmeden sonra hastalık dediğimiz aslında vücudun sağlıklı kalmak için bulduğu çözümleri tedavi etmeye çalışıyoruz. Ama o kişi hâla çok miktarda yemek yemeye devam ediyor. Esasında bize göre hastalığın kendisi yanlış alışkanlıklar. Modern tıp hastalık sebeplerini tanımlayamadı. Bunu çok açık bir şekilde söylüyorlar: "İdiopatik" yani sebebi bilinmeyen. Hiçbir şeye sebebini bilmeden müdahâle edemezsiniz. O konuda çok kısır kaldığı için de hastalıkları yanlış tanımlıyor. Bakalım bu neden olmuş demesi ve o nedeni gidermesi gerekiyor. "Nasıl" sorusuna o kadar yöneldiler ki, "nasıl oluyor, insan nasıl çalışıyor" derken "neden" sorusunu unuttular ve cevap veremez hâle geldiler. Neden hasta olduğumuzun cevabını veremiyor. Yanlış yerde arıyor.

Konuşmamızın başında "kronik hastalıklar ticari ürün" dediniz. Bunu açıklayabilir misiniz?

Kronik hastalıklara bir bakın ve düşünün. Hastalık dediğimiz şey geçicidir, sağlık da geçicidir. Sürekli hastalık ve sağlık içinde gider geliriz. Ama öyle bir hastalık icat ediyorsunuz ki geçmiyor. Geçmeyecek hastalık icat etmek söz konusu… Mesela bir insanın bacağı rahatsız olur sakat kalır, bu öyle bir şey değil. Sizi ancak kendisinin istediği hâlde tutacağı bir hastalık icat ediliyor. Öyle bir şey ki ömür boyu hasta, ömür boyu müşteri... İşte buna "kronik hastalıklar" deniyor. Bir ticari firmanın ilacı için büyük paralar yatırmadığı hangi kronik hastalık var acaba? Ve sürekli o ilaçtan besleniyor şirketler. Zenginliğini şeker ilaçlarına borçlu olan şirketler var. Bu ilaçlar tedavi etmiyor, sadece belli ölçüde tehlikeli düzeylere çıkmasını engelliyor.

Hâkim olan Batı tıbbının büyük avantajları var. Bir taraftan bakınca resmi bir koruma ağına sahip ve kendini dayatabiliyor. "Modern tıp adeta bir dine dönüştü" diyenler haklı olabilir mi?

Başıma bir şey gelmeyecekse söyleyeyim: Modern tıp bir din hâlini aldı zaten. Bilimin bir mezhebi olarak karşımızda duruyor. Bundan yüzyıl sonra bilimcilik dini olarak anlatacaklar. Bundan daha fazla dini özelliklere sahip akım olamaz. Michio Kushi adlı Japon bir bilim adamı var şöyle diyor: "Kendi dinimle ilgili yaşama biçimimi söyleyeceğim ama bakıyorum sizin de tıp diye bir dininiz var."

Antibiyotikler ve aşı gibi son dönemin tartışmalı konularına siz nasıl bakıyorsunuz?

Bence bu tartışmayı beş on yıl sonra yapmayacağız çünkü artık başka bir moda geçeceğiz. Antibiyotiklerin zararları ortaya daha ne kadar çıkabilir. Zaten mantık olarak biyolojiye, yaşama karşı olan bir şeyin iyileştirmesi ne kadar mümkün olabilir. Oradaki biyotik ortamı, ortadan kaldıracağım demek, ormandaki bir bozulmayı tüm ormanı keserek düzeltmeye çalışmak gibi bir şey. Zaten mantıksız ve etkisiz; antibiyotik temelden yanlış… Aşı konusunda ise farklı bir durum var. Doğal aşılama, doğal bağışıklama Sade Hayatçıların kabul etmesi gereken bir şey. Bağışıklığın insanı iyileştirecek gücü olduğunu söyleyip de aşılanmanın zararlı olduğunu söylemek mümkün değil. Ama bugünkü aşılar gibi rekombinant DNA ile, domuz, fare ile yapılan aşılar insanı mahvediyor.

Medikal teknolojilerin gelişmesine rağmen hastalıkların çoğalmasını nasıl açıklamalı? Hastalıklar üretiliyor mu yoksa?

Bir kere kesinlikle hastalıklar artıyor. Üstüne her duruma bir hastalık tanımı yapılıyor ve bu da sayıyı artıyor. Sebebini bilmediğimiz ama tanımları olan birçok hastalık var. İnsanlar yanlış beslenmeye, yanlış ortamlarda yanlış şekillerde yaşamaya devam ettiği için daha çok hastalanıyorlar. Bu yaşam biçimi bizi hasta ediyor.

Geleneksel tıp ürünleri yaygınlaştı ve tamamlayıcı tıbbın modern tıpla bir bağı bile oluşmaya başladı. Sizce Batı tıbbı yeni eklemlenmeleri kabul etmeye mi başladı?

Aslında bu çağdaş Batı tıbbının çöküşü… Tıbbı anlamadılar ve şimdi diğer tıpları anlamaya çalışıyorlar. Bir faydası olmayacak. İki farklı tıp geliyor ve modern tıp yerini onlara bırakacak. Birincisi enerji tıbbı diğeri de biyoteknolojik tıp. Tıbbı bugüne dek kimyacılar ve fizikçiler yönlendiriyordu bundan sonra yazılımcılar ve mühendisler yönlendirecek. Önlerinde iki yol var. Biyoteknolojik tıbba yani teknolojinin bağlı olduğu tıbba daha yakınlar. Diğeri varlığın enerjiden oluştuğu görüşünde yola çıkan Kuantum tıbbı ve yönlendirilebilir enerji. Üçüncü bir yol ise sadece tıp yani var oluşa uygun yaşamaya çalışmak. Modern tıp için artık vakit doldu. Görevini yerine getirdi. Çok bağlanmamak lazım çünkü gidici…

FARUK GÜNİNDİ KİMDİR?
Sade Hayat Derneği Başkanı, Geleneksel Tıp Dergisi Genel Yayın Yönetmeni. Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü'nü tamamladı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversite'sinde Bilim Tarihi yüksek lisansına devam etti. Kendini daimi öğrenci kabul ettiği için şu sıralar 40 yaşında Medipol Üniversitesi'nde tıp tarihi konusunda eğitim görüyor. 2006 yılında Özbek asıllı doğal tıp uzmanı Aidin Salih ile tanıştıktan sonra her yönüyle doğal, katışıksız ve sağlıklı yaşamaya ve doğal tıbba dayanan Sade Hayat akımı hakkında araştırmalara başladı. İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü başkanlığında görev aldı. Aynı zamanda hâlen Sade Hayat hareketiyle başlattıkları doğal yaşamla ilgili ürünler sunan bir işletmenin de yöneticisi.

BİZE ULAŞIN