SEYİD ÇOLAK
YÖNETMEN
Kapan, ilk uzun metraj film denemenizdi ve Uluslararası Moskova Film Festivali'nde dünya prömiyeri yapıldı. Nasıl gelişti bu süreç? Bize filmden ve süreçten bahseder misiniz?
Hayalimin peşine düşmekle başladı diyebilirim. Kısa film çekerken aslında uzun metraj hayali kuruyordum. Kısa film setlerimde sahne kurmayı, oyuncu yönetimini, ışığın sahneye etkisini, sesin filmin bütününe olan değerini ve kurguda filmin yeniden yapılabileceğini gözlemledim. Bir nevi kısa film setlerimde piştim. Oyun, Kara Kar, Soğuk ve Serender kısa filmlerini çektik. Bunlar festivallerde başarılı olunca biraz daha cesaretlendim.
Kapan'ın süreci ise Mada'yı keşfetmekle başladı. Mada adası ilk tanıştığımda gizemli, fantastik ve ulaşılmaz gibi görünüyordu. Bir coğrafya dergisinin sayfalarında rastlamıştım Mada'ya, sonrasında Musa Ak'ın yönetmenliğini yaptığı Mada belgeselini seyrettim. Adayı tanıdıkça daha çok sevmeye başladım. Zamanla adanın hikâyesini anlatma fikri oluştu. Hikâyesini yazıp Güven Adıgüzel'le senaryosunu yazdık. Sonrasında ise filmin çekimleri, post aşaması ve festival süreci takip etti. Yapım sürecinde bu röportajı yapsaydık gergin ve ürkek olacağımdan bu kadar rahat cevaplayamazdım. Şimdi ise filmin en keyifli süreçlerinden birini yaşıyorum. 41. Uluslararası Moskova Film Festivali dünyadaki en prestijli 10 film festivali arasında gösterilir. İlk filmimizle orada yer almak ben ve ekibim için büyük tecrübeydi.
Her dakikasını olumlu kullanmaya çalıştık. Sektörden insanlarla tanıştık, filmimiz üzerine yazılan kritikleri okudum, ilk defa seyirci yorumlarını duydum. Bizim için önemli zamanlardı. Daha sonra İspanya'ya gittik burada da seyirci daha çok Mada'yı merak etti. Sorular genelde Mada üzerineydi. Gören herkes Mada'dan etkileniyor ve hikâyesinin nasıl devam ettiğine odaklanıyor. Türk seyircilerden de benzer dönüşler alıyoruz.
Türkiye'deki ilk gösterimimiz Boğaziçi Film Festivali'nde yapıldı. Uzun zamandır bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum çünkü seyirciler arasında hayatıma dokunmuş hemen hemen herkes vardı. Onların seyredecek olması bende bu güzel heyecana neden oldu. Çok şükür gösterimimiz ve sonrasında yaptığımız söyleşi çok güzel geçti. Daha sonra Malatya ve Kayseri'de gösterildi. Buradan da bizi mutlu eden ödüller ve yorumlarla ayrıldık. Şimdi ise Antakya'ya gideceğiz. Daha sonra da belediyeler ve üniversitelerde gösterimler planlamayı düşünüyoruz çünkü filmlerimizi belirli salonların dışında seyirciyle buluşturamıyoruz. Bu da filmimizin görünür olmasını ve seyirciyle buluşmasını engelliyor. Belediyeler ve üniversiteler bu anlamda bizim için yeni bir buluşma noktası oldu.
Film kurgularken, senaryo yazarken nelerden ve kimlerden etkilenir, beslenirsiniz? Eski bir röportajınızda Rus edebiyatından etkilendiğinizi duymuştuk mesela.
Aslında Rus kültürünü genellemem doğru olmaz çünkü hâkim olduğum bir alan değil. Rus basınından gelen soruya verdiğim cevap sanki tek beslenme kaynağım Rus kültürüymüş gibi anlaşıldı. Rus edebiyatından etkilendiğim doğrudur. Ancak Türk yazarlar kadar değil. Aslında beni en çok edebiyat besler. Sonrasında ise insan ilişkilerim, toplu taşıma araçları, uzay, doğa, hayvanlar beni besleyen unsurlar. Hayatın her anını değerli geçirmeye çalışırım.
Ortalama 75-80 sene burada konaklayıp gideceğiz, daha erken de olabilir. Geride bıraktığımız eserler hayattayken aldıklarımızın izlerini taşıyacak. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin… Bizi yansıtacağı için biraz daha özenli davranmaya çalışıyorum. Hayvanlarla kurduğum bağ özeldir. Hayatı anlamak adına bana çok şey öğretmişlerdir. Çocukluğumda köpekler tarafından parçalanan yavru keçimle birlikte hayatın mücadeleden ibaret olduğunu anladım. Aslında kendimi de suçluyordum. Kaçar diye çayırlığa bağlamış ve o ip yüzünden kaçamamıştı. O gün yıkıldım, bir hafta evden dışarı çıkmadım. Annem, hayatın mücadeleden ibaret olduğunu ve her zorlukta bu kadar yıkılırsam kolay kolay hayata adapte olamayacağımı hatırlatmıştı. Hayatın dışında kalmamak adına, düştüğümde çabuk kalkmayı öğrendim. Bu ve benzeri yaşanmışlıklar da senaryolarıma yansıyor.
Filmlerinizde taşraya yer vermeyi seviyorsunuz. Neden taşrayı tercih ediyorsunuz? Taşra sizin için ne ifade ediyor?
Şehirde doğup büyümüş bir birey olarak taşranın cazibesi beni çekti diyebilirim. İlgi çekici anekdotlar, hayatlar ve karakterler oradaydı. Taşra, şimdiye kadar beni ve yaptığım işleri beslemede bonkör davrandı ancak şehre dönmemin zamanı da geldiğini düşünüyorum. Bu, hikâyemin bittiğinden ya da taşraya artık farklı anlam yüklediğimden değil; kendimi tekrarlama korkusundan diyebilirim. Üçüncü uzun metrajım şehirde geçecek ve fantastik öğeler barındıracak. Günümüz şehrine farklı unsurlar katarak hikâye anlatmaya çalışacağım. Kameramı tek bir konu ve mekân üzerine odaklamak beni geriye çekecektir. Sinemada biraz cesur olmak istiyorum.
İmkânlar da el verirse farklı ve kalıcı eserler bırakacağımızı düşünüyorum. Şimdi ikinci uzun metrajımız Obruk üzerinde çalışıyoruz. Yine Güven Adıgüzel'le yazdığımız bir senaryo olacak. Doğayı yıprattığımızda karşılaşacağımız sorunlarla yüzleşeceğiz. Doğanın intikamı gibi düşünmemek lazım hikâyeyi; bir döngü meselesi, yaptıklarımızla doğa aracılığıyla yüzleşme diyebiliriz. Obruk'ta da daha farklı bir vahşi hayvan olacak. Bir kadın karakter üzerinden ele almaya çalışacağım. Bugüne kadar kısa filmlerimde ve uzun metrajımda erkekleri merkeze oturttum. Bu sefer tam tersi yolu izleyeceğim. Dört kız kardeşle büyümenin etkisini belki Obruk'ta göreceğiz.