Şeyma Kuralkan: Sokağa çıkıp sorduk “Sizin ötekiniz kimdir?” diye...

Sokağa çıkıp sorduk Sizin ötekiniz kimdir? diye...
Giriş Tarihi: 12.04.2017 10:49 Son Güncelleme: 17.04.2017 16:31
Şeyma Kuralkan SAYI:34Nisan 2017
Şu an psikolojim çok bozuk ya. Öteki oluyor muyum?

Türkiye'nin ötekileri kimlerdi onların gözünde?
Bu ve benzeri soruların karşılığını bulabilmek adına vurduk kendimizi sokaklara. İstanbul kazan biz kepçe ulaşabildiğimiz kadar insana sorup cevaplar almaya çalıştık ötekinin ne olduğuna dair. Bazen hüzünlendik duyduğumuz cevaplar karşısında, bazen güldük… Ne yalan söyleyelim bazen de hiçbir şey anlamayıp nezaketen anlamış gibi yaptık. Hülasa yaptığımız bu mini araştırmanın derlemesini sizlere sunuyor, iyi okumalar diliyoruz…

Öteki deyince aklınıza ne geliyor, sizin için kimler ötekidir?

- Başkası demektir.

- Öteki deyince aklıma böyle uyuşturucu kullananlar içkiciler falan geliyor. Bankta yatanlar falan onlar bizden değilmiş de zorla onlarlaymışım gibi.

- Benim dışımdaki herkes bana göre ötekidir. Öteki, ötekileşme, ötekileştirme yani başkalaşma, yabancılaşma filan…

- Dışlanmış olan kişidir.

- Şu an psikolojim çok bozuk ya. Öteki oluyor muyum?

- Öteki, Dostoyevski'nin St. Petersburg'da geçen bir hikâyesi. Benim aklıma sadece bu geliyor.

- Türkiye'de çok fazla kalıp var ve bu kalıplara uymayan herhangi biri öteki olabilir. Mesela Müslümanlara göre ben ötekiyim. Ateistlere göre sen ötekisin. Yaşayıp gidiyoruz öyle ya.

- Bana göre öteki sensin. Sana göre de öteki benim.

- Bence muhalefet şu an bana göre ötekidir.

- Bu değişir ama neye göre mesela? Zengine göre fakir ötekidir. Fakire göre de zengin ötekidir.

- Bizim bildiğimiz bir anlamı yoktur, başka bir anlamı vardır ötekinin. Eski Türkçe, yeni Türkçe meselesi var ya.

Nasıl mesela?

Yaniii, ötekinin birden fazla anlamı olabilir dilimizde. Yani değişebilir anlamı.

- Benim için öteki diye bir şey yok.

- Aslında olmaması lazım öteki falan ama şu anda var maalesef. Çok yanlış bir düşünce olduğunu düşünüyorum. Ötekileşmeye zemin hazırlanmamalı. Sonuçta hepimiz insanız. Haksız mıyım?

- Baskın bir ses varsa susan ses öteki oluyor. Ben de bir başörtülü olarak bazen kendimi öteki hissettim. Son yıllarda bu gittikçe azaldı tabii. İnsanlar kabulleniyorlar artık. Kimin ülkesinde kimi kabul ediyorsun ya da etmiyorsun o da ayrı bir mesele ama. Mesela Ortaköy'de birkaç kişi beraber yürürken arkamdan uzaylılar diye bağırmışlardı.

- Bu zihniyet dünyanın neresinde olursa olsun tehlike saçar. Farklı olana saygıyı geçtim kendisine benzeyenin ufak farklılıklarını dahi kaldıramayan öteki diye adlandırdığım bu zihniyet tükürüklerini saçarak üstümüze doğru gelmeye devam eder.

- Öteki demek dışlanmış bir grup aslında.

- Öteki diğeri oluyor işte.

- Benim aklıma eşcinseller geliyor. Ben onları öteki olarak değerlendirmiyorum tabii ama toplumda birbirinden aşırı uzak iki zıt tutum var diye sanırım.

- İlk önce aklıma öteki dünya geldi ama tabii soruyla bağdaştıracak olursak azınlık geliyor aklıma. Belli bir üstünlük sağlayan grubun dışında kalanlar.

- Bana soruyorsanız eğer, bana göre kimse öteki değildir. Sonuçta aynı dünyada yaşadığımıza göre kimsenin kimseyi ötekileştirme, dışlama hakkı yok. Kimse bir gruba dâhil olmak zorunda değil.

Türkiye'de öteki kimdir?

- Türkiye'ye bakarsak yüzde 50 yüzde 50 ayrışmış bir kesim var. İkisi de birbirine öteki olarak bakıyor zaten. Yaşamaya mecbur oldukları için bir arada yaşıyorlar. Yoksa neden beraber yaşasınlar?

- Türkiye'nin ötekisi Azeriler, Türkmenler, Ermeniler, yani Türkiye dışındaki tüm dünya bizim ötekimiz oluyor. Ama aynı yerde yaşayabiliriz, Osmanlı'da hep beraber yaşamıyor muyduk?

- Suriyeliler ötekidir. Çünkü dışarıdan geldiler, çok da fazla geldiler.

- Gündem o kadar hızlı değişiyor ki ötekiler de bu yüzden sürekli değişiyor.

- Öteki şey mi demek? Mesela Türkiye'de bir dans grubu olabilir.

Dans grubu?

Tabii, dans grubu ötekilerden biridir Türkiye'de.

- Türkiye'de öteki yok, herkes eşit. İnsanlar birbirine saygı gösterecek. Dilin, dinin, ırkın, mezhebin, senin başörtün beni ilgilendirmez, hepimiz eşitiz. Allah'ın dediği de budur.

- Türkiye'de ötekiler diye bir şey mi var?

Sizce var mı, size soruyorum?

- Herkesin bir fikri var, herkes herkese göre öteki olur yani. Hep beraber yaşıyoruz işte.

- Türkiye'de çok fazla öteki var. Herkes herkesi kolayca ötekileştirebiliyor. Giyimi, dış görünüşü, fiziksel özellikleri ya da düşünceleri yüzünden insanlar ötekileştiriliyor. Ben öteki diye bir şey olduğunu düşünmediğim için bana zor gelmiyor ama bunu düşünenler sürekli başkalarını dışladıkları için birlikte yaşamak onlara zor gelebilir.

- Türkiye'nin ötekisi Türkmenler mi oluyor? Moğol'duk ya bir ara. Onlara mı deniyor acaba?

- Aslında bir toplumda öteki dönem dönem değişebiliyor. Bir dönem başörtülüler ötekileştirildi, Kürtler ötekileştirildi. Ama şimdi onlar öteki olmaktan çıktı ve belki başkalarını ötekileştiriyorlar. Eski dönemin güçlüleri şu an öteki konumunda falan. Yani ülkede hep değişiyor ama şu an kim diyorsan, çok var.

- Türkiye'nin ötekisi aslında mülteciler demek istemem ama onları çağrıştırdı ilk önce. Ama siyasi olarak da değerlendirebiliriz. Görünen bir devlet ama Türkiye'nin ötekisi el altından yürütülen birileri. Mesela Amerika için illimünati gibi. Ötekilerle yaşamak, aynı imkânların olmaması sürekli vicdanla yaşamak gibi bir şey. Mültecilerle yaşamak olarak yorumluyorum onları. Hani onların da refaha kavuşması için çalışmak. Çünkü yardım etmeye çalışıyorsun ama yetemiyorsun.

Kendinizi hiç öteki biri gibi hissettiniz mi?

- Ben İran'dan geldim. Türk insanı yardımsever ve samimi. Bir şey sorduğumda İngilizce bilmeseler bile bana yardım etmeye çalışıyorlar. Genelde burada eğleniyorum ben, kendimi pek de öteki hissetmedim. Türk insanları genelde yardımsever davranıyor bana ama bazen öteki hissedebiliyorum, çünkü sizlerden değilim. Örnek olarak biriyle normal konuşuyorum, İranlı olduğumu söylediğimde bana farklı davranmaya başlıyor. Bu tamamen İranlı olmamla alakalı bir şey ama nedenini bilmiyorum. Böyle şeyler yaşadım Türkiye'de ama asla genelde bu şekildedir demem.

- Ben Suriye'den geldim, savaş yüzünden. Burada kendimi neredeyse hiç öteki hissetmedim diyebilirim. Tam aksine herkes bize yardım etmeye çalıştı. Suriye'de bunu çok hissediyordum, özellikle mezhep yüzünden insanlar birbirini ötekileştiriyor, dışlıyor. Ama burada bir birlik altında yaşıyorsunuz siz. Burada sadece işverenle Suriyeli işçiler arasında sorunlar olduğunu gördüm.

- Evet, çünkü eşcinselim. İnsanlar arasında çok ötekileştiriliyorum. Yolda yürürken küfür yiyorum durup dururken. Top derler bana mesela. Ama insanlar bunun doğuştan olduğunu bilmiyorlar. Ben keyfimden bunu seçmedim, ötekileştirilmek hoşuma mı gidiyor? Yani bu benim suçum değil. Çok uzun meseleler, beni şimdi duygusallaştırdın.

Vatan müzik grubu
Müzik yaparken ülkemizi düşünüyoruz

İstiklal'den Galata'ya doğru yürüyoruz, her zaman aynı ilanın önünde çalan Suriyeli müzik grubunu arıyor gözlerimiz. İşte oradalar, çalmaya hazırlanıyorlar. Anlamadığımız ama evrenselliğine inandığımız o güzel ses gelmeye başlıyor kulaklarımıza. En önden konsere bilet bulmuş gibiyiz. Onlar çalıyor ve söylüyor biz ise anlamadığımız bu şarkıya onlarca anlam yüklüyoruz. Etraflarını bir anda onlarca insan sarıyor. Türkler birkaç saniyelik video çekip sosyal medya hikâyelerine atıyor ve gidiyorlar ama gitmeyen birileri de var etrafta. Bu şarkıyla zaten bir hikâyesi olanlar, öteki olduğu bir ülkede kendi vatanından bir parça bulmuş olmanın verdiği mutlulukla ritme uyum sağlayan birileri var. Gidemeyen birileri. Kimisi şarkıyı söyleyip dans ediyor kimisi ise sadece dinleyip kilometrelerce uzakta kalmış anılarını hasretle yâd ediyor. Taksim'de o notayı duymuş ne kadar Suriyeli varsa bir mıknatıs tarafından çekiliyor sanki buraya. Aidiyet, özlem, hasret... Hepsinin gözleri gülüyor ama bakışları dalgın. Şarkı bitiyor ve yanlarına gidip kendilerini daha önceden de fark ettiğimizi ve bu ayki sayımız için bir röportaj yapmak istediğimizi söylüyoruz. Hemen kabul ediyorlar. Grup adına en yaşlı üyeleri konuşuyor bizimle. İsmi Munzer Sheikh Alkar...

Suriye'nin neresinden geldiniz?

Halep'ten geldik.

Grubunuzun bir ismi var mı?

İsmimiz 'Vatan'.

Suriye'de ne iş yapıyordunuz? Nasıl bir araya geldiniz?

Ben savaştan önce Suriye'de de müzisyendim, orkestra şefiydim. Arkadaşlarım da müzik yapıyordu Suriye'de. Biz Suriye'de de müzisyendik yani. Ama orada birbirimizi tanımıyorduk. Savaş yüzünden farklı zamanlarda Türkiye'ye geldik. Burada bir kafede tanıştık, genelde müzisyenler geliyordu oraya. Sonra böyle bir şey yapalım dedik ve her gün gelip burada müzik yapmaya başladık. Mesleğimizi devam ettiriyoruz yani. Bu benim işim.

Diyor ve bize telefonundan youtube'daki videosunu izletiyor. Kocaman bir sahnede en şık kıyafetleriyle müziğini icra ediyor. Arkasında koca bir orkestra…

Siz de grubun yaptığı müzikleri qr kodu okutarak dinleyebilirsiniz.

Başka bir ülkede müzik yapmak nasıl bir his?

İki senedir buradayız ve Türkiye'de gerçekten kendimizi evimizde gibi hissediyoruz. İstiklal'de müzik yapmak çok zevkli. Kötü bir şeye maruz kalmadık hiç. Başlarda dil yüzünden zorluk çektik. İnsanlar bizi anlamıyor, biz insanları anlamıyoruz. Kendimizi kötü hissediyorduk ama ilk günden beri insanlar bizi ne zaman görse "Hoş geldiniz" diyorlar, yardım etmeye çalışıyorlar. Hâlâ dil problemi yaşasak da kendimizi dışlanmış hissettirmediniz bize. Burada çok rahatız. Bir sürü Türk müzisyen arkadaşımız var. Aramız çok iyi. Her ne kadar burada bizi alkışlayan olsa da bazıları bizi sevmiyor. Müzik yaparken Suriyeli olduğumuzu anladıklarında "Neden bizim ülkemize geldiniz, gidin ülkenizde savaşın" diyenler de oluyor. Burada mutluyuz ama her gün Suriye için üzülüyorum. Hiç aklımdan çıkmıyor. Müzik yaparken ülkemi düşünüyorum.

Burada yapmak istediğimiz şeyler var, içinde Suriyelilerin, Türklerin, diğer ülkelerden müzisyenlerin olduğu bir müzik grubu kurmak istiyoruz. Bu grupla büyük şeyler yapabiliriz. Böyle bir hedefimiz var.

Fikret Yıldız
Simit sattığım eski yere heykelimi dikmişler

Bu sefer de Eminönü'nde, Yeni Camii'nin hemen yanındaki simitçi ağabeyimizi arıyoruz. Onlarca simitçinin arasında onu aramamızın tek bir sebebi var; yıllardır bakıp hayran olduğumuz Eminönü fotoğraflarının neredeyse hepsi onun kadrajından çıkmış. Tam 16 yıl Siirt'te foto muhabirliği yapan Fikret Bey'in hayatını daha detaylı öğrenmek için soruyoruz:

Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?

Ben trenin son durağı olan Siirt'in Kurtalan ilçesinde doğdum. Fotoğrafçılık yapıyordum, aynı zamanda bir kamu iktisadi teşebbüsünde çalışıyordum. Orada herhangi bir sosyal faaliyet olmadığı ve fotoğrafçılıkla muhabirlik birbirine yakın olduğu için muhabirlik de yapıyordum. Bölgeden haberleri Diyarbakır'a yolluyordum, oradan İstanbul'a yolluyorlardı. Güzel Sanatlar Fakültesi resim bölümünü kazandım hatta kaydımı da yaptırdım fakat İstanbul'da olduğu için gidemedim. Herkes öyle der ya zorluklar, imkânsızlıklar falan. Sonra resmi işe girince tekrar üniversiteye dönme hakkı kazandım. Fakat çocuklar da yetişince bu sefer eğitimi oraya doğru kaydırdık. 2000 yılında emekli olunca çocuklar daha güzel eğitim alsın diye İstanbul'a geldik. Yoksa ben orada halimden memnundum, fotoğraf çekiyordum, muhabirlik yapıyordum. Yaklaşık 16 sene foto muhabirlik yaptım Siirt'te. Buraya gelince muhabirliği devam ettiremedim, okuyan adam lazım İstanbul'da. Bir de bu dijitale geçildikten sonra meslekten soğudum. Emek vermediğim bir şeyi kazanmayı sevmem. Elim o hamura girecek ki ekmekten lezzet alayım.

Simitçiliğe nasıl başladınız?

Ben buna meslek olarak bakmıyorum. Burada mutluyum, burayı seviyorum. Herkesle de aram iyidir, sürekli insanlarla sohbet halindeyiz. Doktor nedir bilmem, hasta olmam. En son ne zaman ilaç aldığımı da hatırlamıyorum, neden biliyor musun? Hep sevdiğim şeyleri yaptım. Olumlu bakıyorum her şeye. Derdim yok çok şükür, stres yapmam hiçbir şeyi. Benim sendikacılık geçmişim de var. Sendikalarla bir sürü ülke gezdim, eğitimler aldım. Emekli olduktan sonra profesyonel sendikacılık yapmak için İzmir'e çağırdılar, gitmedim. Halkla diyalogu seviyorum. Burada 300 tane simit satıyorsam 300 tane adres tarif ediyorum, yardımlaşma, hoş sohbet oluyor. Bir de baktım simidin hem taşıması rahat, hafif, hem emir altında çalışmıyorsun, sürekli insanlarla diyalog halindesin, hem de az çok paranı kazanıyorsun. Emekliliğim var, çocukları da büyütmüşüm, yetiyor bana. Ben bunlardan zevk alıyorum. Sevmediğim bir işi yapmam. Para kazanmak istesem zaten kazanırım. Bir kere dükkân açmıştım İkitelli'de. Ama o dükkânda çalışmaktan hiç zevk alamıyordum. Bütün gün oturuyorsun, hep aynı insanlar. Öyle işleri sevemedim hiç. Beni yazın burada bulamazsın. Festivallere giderim, macunumu kendim yapar satarım, pamuk şeker satarım. Yine insanların cıvıl cıvıl olduğu yerler. Eski yerim biraz ileride, 12-15 sene boyunca aynı yerde simit satıyordum fakat park düzenlemeleri olunca buraya geldim. O eski yerime de heykelimi dikmişler.

GEO Special'da röportajım çıkmıştı. Sonrasında buradaki birçok turist yanıma gelip beni tanıdıklarını söylediler, benimle fotoğraf çekilmek isteyenler de oldu. Ne dediklerini de anlamıyorum ama. Almanya'dan, İngiltere'den mektuplar aldım, davet ediyorlar beni. Bir defasında Almanya'dan üç hanım simit satarken karşımda durmuş bana bakıyorlar. Başta anlamadık ne olduğunu. Meğerse GEO Special'da görmüşler beni. Dergiye verdiğim röportajdan para almadığım için ücret verelim sana dediler, yurtdışına çağırdılar. Kabul etmedim, ne yapayım parayı? Dergide İstanbul tanıtılmış, ülkemin güzel bir reklamı yapılmış. Para kazansam ne olur, ülke kazansın, buradaki esnaf kazansın. Ben zaten buradan kazanıyorum paramı.

Çektiğiniz fotoğraflar için sergi açmayı düşündünüz mü?

Ticaret odası bu yönde bir teklif yaptı bana. 'Sen burada sergini açsan her türlü masrafı ticaret odası olarak karşılarız' dediler. Ama ben o heyecanı kaldıramam herhalde. Şu an bir frenleme dönemindeyim. Yapsam yine yaparım, zaten aynı anda birkaç işi birden yürütüyorum. Sana şunu söyleyeyim, evde de olsam günlük kazancımı Allah eve de gönderir. Ben buraya gelip çalışarak o parayı helal kılıyorum.

BİZE ULAŞIN