Sinema sektörü tarihi boyunca en önemli değişimleri yaşadığı bir süreçten geçiyor. İnsanların film izleme alışkanlıkları değişince "dijital streaming" platformları da yapımcıların ilk tercihine dönüştü. Üstüne bir de pandemi gelince duraklama dönemine giren sinema salonları uzun birsüredir sessiz sakin seyircisini bekliyordu.
Nihayet beklenen oldu ve dijital platformlarda yayınlanan yapımlardan farklı olarak bu ay vizyona giren bir film haftalardır gündemimizi ele geçirmeyi başardı. Geçtiğimiz sene sonunda Spiderman ve Dunk gibi dünya çapında ses getiren filmlerle ufak bir başlangıç yapan salonlar, bu ay da oldukça iddialı iki filmin, Batman ve Bergen'in ardı ardına vizyona girmesiyle uzun bir aradan sonra yurdun her bölgesinden patlamış mısır kokuları tekrar gelmeye başladı.
Ülkece izlemekten en keyif aldığımız tür dram, en sevdiğimiz müzik türü ise şüphesiz arabesk. Seyircinin bu iki favorisini, dram ve arabeski birleştirip üzerine de kadına yönelik şiddet gibi toplumsal bir probleme değinince Bergen'in yoğun ilgi görmesi ve rekor üstüne rekor kırması da kaçınılmaz oldu. Öyle ki iki filmin gösterime girdiği hafta sonu 1 milyondan fazla kişi sinema bileti satın aldı. Bu, sektörde son 5 senedir görülmemiş bir rakam.
Farah Zeynep Abdullah'ın başarıyla canlandırdığı çok sevilen arabesk sanatçısı Bergen'in dramatik hayatını konu alan film çok kısa bir sürede rekor üstüne rekor kırmayı başarmış görünüyor. Bergen, kendi türü olan dram ve biyografik film kategorisinde açılış rekoru kırarken Batman de yine son yılların en iyi yabancı film açılışı başarını elde etti.
Z Kuşağı Bergen'le tanıştı
2018'de bu türün ilk örneklerinden olan Müslüm ile doğru isim seçilince filmin ne kadar başarılı olacağı görülmüştü. Sevilen sanatçıların dramatik hayatlarını sinemaya taşımak moda olacak gibi ama seyirci bu konuda seçici davranıyor. Nitekim geçtiğimiz yine ay vizyona giren fakat pek de ilgi görmeyen Dilber Ay buna bir örnek. Rakamlar ve sosyal medyada alınan etkileşim gösteriyor ki insanlar sinemaya gitmeyi çok özlemiş.
Bergen, gişe rekorları kırmakla yetinmeyerek mart ayının en çok konuşulan, beraberinde birçok farklı tartışmayı getiren, tt'den düşmeyen bir mesele haline gelerek haftalarca gündemi etkisi altına aldı. Sosyal medyanın asıl sahipleri Z Kuşağı, hayat hikâyesinden bihaber oldukları Bergen'le ilk kez tanıştı. 33 sene önce yaşanan bir hikâyeyi şimdi onlar tartışıyor bugün.
Bu ilgi sosyal medyadan müzik sektörüne de sıçrayınca daha önce görülmemiş bir şekilde sanki yeni bir şarkı çıkmış gibi Spotify listelerinin en tepesine Bergen şarkıları yerleşti. Belki en son Müslüm (2018) ile tekrar kısa bir çıkış yapan fakat sonrasında uzun süredir sessizliğini koruyan arabesk müzik de film sayesinde tekrar gündeme oturmuş durumda. Hatta bu furyadan nasibini almak isteyen bir yapımcı Gülşen, Ceylan Ertem gibi son dönemin popüler kadın sanatçılarının yer aldığı Bergen'e Saygı isimli bir albüm de çıkardı fakat dinleyiciler eserleri sanatçının kendisinden dinlemeyi tercih edince bu albüm tutmadı.
Tarkan'lı politik mesaj tartışması
Müzik dünyasında sadece arabesk değil, tahtını uzun bir süredir rap müziğe kaybeden pop da şu sıralar kendinden fazlaca söz ettiriyor. Türkçe popun iki önemli temsilcisinin piyasaya sunduğu yeni parçaları geçtiğimiz ay çok konuşuldu. Ne var ki eserlerin sanat değerinden ya da müzikal kalitelerinden oldukça uzak bir tartışmaydı bu. Dinleyiciler "Nihayet pop'a da sıra geldi" derken iki önemli ismin peş peşe sundukları parçalar müzik kalitesi açısından beklenenin çok altında kalmasına rağmen çok dinlendi, çok konuşuldu.
Yıllardır yeni bir şarkı çıkarması dört gözle beklenen Tarkan'ın geçtiğimiz ay piyasaya sunulan "pandemi sürecindeki zorlu günlerimize motivasyon sağlaması amacıyla yazdım" dediği yeni şarkısı müzikseverler haricinde siyasilerden dilbilimcilere kadar herkes tarafından tartışıldı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de politik mesajlarını müzik yoluyla aktaran birçok başarılı sanatçı görmüş olmamızdan kaynaklansa gerek Tarkan'ın parçası beklentilerin çok altında kalarak, oldukça basit bir pop şarkısı olarak yerini aldı.
"Karşı mahalle sevmiyorsa biz sahiplenmeliyiz" saçmalığı!
Sosyal medyada uzun zamandır kıyafetleri üzerinden verdiği toplumsal-politik mesajlarla konuşulan Gülşen ise gelen eleştirilere şu ara oldukça popüler bir tarz olan bir TikTok şarkısı çıkararak yanıt vermeyi tercih etti. Genel kitleden "Aleyna Tilki'leşme" eleştirileri alan 45 yaşındaki sanatçının etkileşim için yeni nesle ayak uydurmaya çalışarak Z Kuşağı'nın beğenilerine yönelik bir parça çıkarttığı diğer eleştirilerden oldu.
Bu çabasına rağmen sanatçı, ortalama bir TikToker'a göre çok daha az izlenme alabildi. Geçmişte iyi bir söz yazarı olmasıyla bilinen sanatçının neredeyse ilkokul seviyesinde bir İngilizce ve oldukça basit bir Türkçeyle yazdığı bu parça ancak bir yaz sezonu boyunca ayakta durabilecek gibi görünüyor.
Aslında müziğinden ziyade yayınlanan klibiyle konuşuldu. Bu tartışmalar da tıpkı Tarkan'da olduğu gibi müzikten ve sanattan bağımsızdı. Günümüz dünyasının tüketim için kadın bedenine göz dikmesini seve seve kabul eden bir kesim aşırı teşhirci bu hareketleri "özgürlük" sloganıyla sahiplenmeyi tercih etti. "Karşı mahalle sevmiyorsa biz sahiplenmeliyiz" düşüncesiyle içeriğinin ne olduğuna bakmaksızın gelen her işi aşırı övme eğilimi başarılı isimlerin "nasılsa tutar" diyerek vasat işler üretmesini kaçınılmaz kılıyor.
Muhalif olmanın ve protest tavrın günümüzdeki karşılıklarından biri de kadın bedeninin süslenip kusursuz hale getirilmesi, nesneleştirilerek bir fetiş objesi haline dönüştürülmesi gibi görünüyor. Haftalardır gündemde kalan bu iki şarkının çıkış noktası bu bağlamda "Neden pop müzik bitti?" ya da "Rap müzik bu kadar tutuluyor?" sorusunun cevabı olabilir belki de.
Yabancı gözünden Kurtuluş Savaşı yılları
Evlerin vazgeçilmez parçalarından biri haline gelen Netflix, bu ay da ülke gündemine oturmayı bir şekilde başardı. Hakan, Muhafız ve Atiye ile yerli diziler tarihinde daha önce yapılmayanı yaparak fantastik iki dizi çeken Netflix, bu kez iki dizinden de farklı olarak içerisinde "zaman yolculuğu" gibi fantastik ögeler barındıran bir hikâyeyle karşımıza çıktı.
Hikâyesini milli tarihimizden alan Pera Palas'ta Gece Yarısı idi bu dizi. Özellikle tanıtımda Atatürk'ün yer alması bir anda sosyal medyaya ses getirerek büyük bir merak uyandırdı. Oyunculukların hikâyenin ve kurgunun önüne geçtiği bu dizi Kurtuluş Savaşı yıllarını hatırlatması bakımından övgüyle karşılanırken tıpkı diğer iki dizide olduğu gibi beklentileri karşılayamadı.
Şimdiden Netflix'in en çok konuşulan yerli yapımlarından olan bu yapım, haftalardır birçok yazıya konu olmuş durumda. Her açıdan incelenen ve eleştirilen bu dizide belki de en önemli nokta, bir türlü izleyicide karşılık bulamamasının sebebi tarihimizi anlatan yerli bir dizinin Charles King'in Pera Palas'ta Gece Yarısı - Modern İstabul'un Doğuşu kitabından esinlenilmesi olabilir. Edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatan birbirinden farklı türlerde sayısız eser olmasına rağmen kendi tarihimizi neden bir yabancının gözünden izlediğimiz gelen en doğru eleştirilerden biridir.
Netflix'in iddialı olan yerli yapımlarının temel eksikliği hem tarihi hem edebi açıdan zenginlik barındıran yerli kaynaklarla değil de Batılı bir kurguyla ilerlemesi olabilir. Bu sebeple Pera Palas'ta Gece Yarısı da her ne kadar milli bir temayı işleyip Atatürk'ü küçük kesitlerle de olsa izleyiciye sunsa da "en bizden" dizi olan Bir Başkadır'ı tahtından indiremedi.