Antalya Film Festivali'nin bu yıl 53'üncüsü düzenlendi. Türkiye'nin en eski film festivali... Bu kadar uzun zamanadır yapılan bir festivalde, normal şartlarda eleştiri konuları doğrudan filmlerle alakalı olmalıdır ama bizde durum hayli farklı.
Öncelikle festivalin adından başlamak gerekiyor: Uluslararası Antalya Film Festivali. Malum Antalya ülkemizin en fazla turist ağırlayan şehirlerinin başında geliyor. Bu yüzden de uluslararası anlamda Antalya'nın yeterli itibara sahip olduğunu varsayabiliriz. Fakat bu alanda da hâlâ büyük sıkıntılar yaşandığını, turist sayısında sadece düşürülen Rus jetinden dolayı değil genel anlamda büyük bir düşüş olduğunu, sadece Antalya halkı ve esnafı değil istatistikler de söylüyor. Bu durumda Antalya Film Festivali'ne daha fazla görev düşüyor. Ülkemizin sadece güneş ve denizden dolayı turist çekmesi kabul edilebilir bir durum değil. Alternatif turistik ve uluslararası etkinliklere ağırlık vermek gerekir.
Festivalin ilk gününden son gününe kadar Antalya'da bulundum ve hemen her kesimden insanla temas kurma imkânı buldum. Eksiklikleri saymakla bitiremem ama bu eksiklikleri dillendirmezsek/ yazmazsak hâlâ eksik olarak kalmaya devam edeceklerinden korkuyorum.
Uluslararası basında maalesef Antalya Film Festivali'yle alakalı hiç haber çıkmadı. Uluslararası basın dışında yabancı ülkelerde de festivalle alakalı, tespit edebildiğim kadarıyla bir haber yok. Bu durumun önüne geçebilmek aslında mümkün ama hayli radikal adımlar atmak gerekiyor. Festivalin belli bir bütçesi var. Özellikle İstanbul'dan çok fazla gazeteci ve televizyoncu her yıl olduğu gibi bu yıl da festival tarafından misafir edildi. Evet, basında yer almak için bu bütün dünyada uygulanan bir yöntem. Benim beklentim; festivalin uluslararası basında yer almasını sağlamak için aynı yöntemin uluslararası gazetecilere de uygulanması. Dünya çapında dağıtımı olan haber ajanslarının, televizyon kanallarının, gazetelerin muhabirleri hatta editörleri Antalya'ya davet edilir ve gelmeye ikna edilirse bu, uluslararası basında festivalin yer alma şansını da arttıracaktır. Ama bu muhabirleri ve sinema eleştirmenlerini getirmek asla yeterli değil. Bunu sağlamak sadece ilk adım olacaktır.
Antalya'yı ziyaret edecek uluslararası gazeteci ve sinema eleştirmenlerine cazip gelecek haberlerin de sunulması gerekiyor. Mesela Türk yapımı olmayan ve/veya Türk ortağı bulunmayan uluslararası bilinirliği yüksek bazı filmlerin dünya prömiyerlerinin Antalya'da yapılması bu alanda atılacak adımlardan biri olabilir. Açılış ve ödül törenlerinde sahneye çıkacak isimlerin dünya çapında bilinirliği yüksek olan, şahsen tarzlarını beğenmesem de, popüler şarkıcılar olması da uluslararası basının ilgisini çekecektir. Ve tabii ki sinemacılar... Bütün dünyaca bilinen insanları gördükleri zaman aşina oldukları değil ismini bildikleri büyük oyuncuların, yönetmenlerin, yapımcıların mutlaka gelmesi gerekmekte. Buna benzer girişimler olmazsa korkarım Antalya Film Festivali Türkiye'nin bir festivali olarak kalmaya mahkûm olur ve uluslararası unvanı sadece lafta kalır. 2005'ten beri yaşadığımız durum tam da bu değil mi zaten? Adı uluslararası fakat kendisi yerel olan bir film festivali…
Evet, yukarıda bahsettiklerim son derece yüksek bütçeli etkinlikler ve öneriler. Ama bu festivali gerçekten uluslararası hale getirmenin başka yolu yok. Uluslararası hale getirirken de hedefi iyi belirlemek gerekiyor. Cannes, Berlin veya Venedik Film Festivalleri'yle yarışmayı hedeflemek baştan başarısızlıkla sonuçlanacak bir yol olur. Merdivenleri teker teker çıkmak lazım. Önümüzdeki Saraybosna Film Festivali'nin nasıl bu kadar başarılı olabildiğini ve Balkanların en dikkat çeken film festivali haline nasıl geldiğini iyi analiz edebilmemiz şart.
Festivalle alakalı bir başka kafa karıştırıcı ve anlamsız uygulama da ulusal ve uluslararası alandaki yarışmalar. Bir festivalin bir tane büyük ödülü olur. Altın Palmiye, Altın Ayı veya Altın Aslan'da olduğu gibi… Peki, Altın Portakal'da niçin böyle değil? Şu an festivalin içinde aynı anda iki farklı yarışma var ama bu yıl Tereddüt ve Toz filmlerinde olduğu gibi bazı filmler aynı anda iki yarışmada birden yer alabiliyorlar. Tereddüt, uluslararası yarışmada 'en iyi film' seçildi. Ulusal yarışmada ise herhangi bir ödül alamadı. Şimdi hangisi daha iyi film? Tereddüt mü yoksa ulusal yarışmada hem en iyi senaryo, hem en iyi yönetmen hem de en iyi film ödüllerini alan Mavi Bisiklet mi?
Daha önce çeşitli mecralarda, çeşitli vesilelerle dile getirdim: Antalya Film Festivali'nin jüri üyelerinin, hem ulusal hem uluslararası bölümde, hemen hepsi aynı mahalleden çıkmış gibi. Farklı disiplinlerde çalışmış insanları jüride görmek neredeyse imkânsız. Bir şair, bir sosyolog, bir roman yazarı yani birincil işi sinema olmayan kişilerin de mutlaka jüri üyesi olarak düşünülmesi gerekiyor. Farklı inançlardan, seküler olmayan insanları jüride görmek neredeyse imkânsız. Hal böyle olunca festivalde yarışacak filmler de kazanan filmler de maalesef çok farklı olmuyor.
Festivalde hiç mi iyi bir şey yoktu peki? Tabii ki vardı. Bu yıl ilk kez törenlerin EXPO'da düzenlenmesi festivale profesyonellik katmış. Sahne, ses ve görsellik böylelikle daha etkin hale gelmiş. EXPO alanı Antalya'ya gelecekte çok daha iyi hizmet verir hale gelecek. Şehir merkezinden raylı sistemle ulaşımın sağlanmış olması EXPO'nun gelecekte de varlığını başarılı bir şekilde sürdürebileceğine, Antalya halkıyla birlikte yerli veya yabancı turistler için daha büyük bir cazibe merkezi haline gelebileceğinin göstergesi.
Festivalle alakalı son olarak belirtmek istediğim husus, Antalya Film Festivali'ne destek veren kurumların, sponsorların başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere daha aktif şekilde rol alması gerektiğidir. Aksi takdirde önümüzdeki yıllarda hâlâ aynı konuları konuşmaya devam ederiz yahut Erkin Koray'ın söylediği Fesuphanallah şarkısının nakaratı olan "böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah" sözlerini mırıldanıp dururuz.