İngiliz polisi, İngiliz ordusu, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), IRA’nın yeterince şiddet kullanmadığını düşünen başka Katolik paramiliter gruplar, İngiliz ordusunun yeterince sert olmadığını düşünen Protestan gruplar... Hepsi durumdan vazife çıkarıp kendi etki alanlarını genişletme peşindedir. Kayıp bir İngiliz asker de bu güç oyunlarının oynanması için çok iyi bir zemin oluşturur.
İrlanda'nın dar ve fakir sokakları hayatıma ilk defa Daniel Day Lewis'in başrolünü oynadığı 1986 yapımı My Left Foot ile girmiş olmalı. Bu film aynı zamanda Türkiye'nin batısındaki her yerin daha temiz, daha müreffeh ve daha barış dolu olduğuna dair algımı yıkan ilk filmlerden biri olsa gerek. Bu filmde de görebileceğimiz gibi çoğunluğu Katolik olan İrlanda'da aileler Protestan Avrupa standartlarına göre daha büyüktür ve Protestan standartlarından daha küçük evlerde yaşamak zorundadırlar. Nitekim ülke bölündüğünde Kuzey İrlanda'da kalan Katoliklerin ev ve iş bulma konusunda ayrımcılığa uğramaları sonucu 1960'larda İngilizlerin o politik kibarlıklarıyla 'troubles', yani 'sıkıntılar' diye adlandırdıkları dönem, yani İrlanda'ya bağlanmak isteyen Katoliklerin silahlı direniş dönemi başlar. Bu travmayı henüz yeni atlatmaya başlamış olan Britanya'da bu döneme dair filmler ve romanlar hâlâ büyük bir ilgi görmekte.
Bu filmlerin en yenilerinden biri olan 2014 yapımlı '71 filmi, sitesinde 'tarihsel aksiyon filmi' olarak adlandırılmakta. Gerçekten de alışkın olduğumuz 'sıkıntılar' filmlerinden farklı olan '71, olayları Belfast'a gönderilen bir İngiliz askerin gözünden anlatır. Belfast'ın sokaklarını bir bilgisayar oyunu oynarmış gibi onun göz hizasından seyrederiz. Yani bir bakıma kendimizi işgalci kuvvetlerin yanında buluveririz. Yönetmen Yann Demange'in bizi zimmetlemeye karar verdiği asker daha önceki İrlanda filmlerinden tanıdığımız psikolojisi bozulmuş, tetiği çekmeyi seven sömürgeci değil, kendi mahallesinin, memleketi olan İngiltere'nin kuzeyinden bildiği sokakların aynadaki yansımasının içine düşmüş, şaşkın ve korkmuş bir gençtir. Mahallelinin attığı taşlar bize doğru gelir, şakağımıza silah dayanır. Yüreğimiz asker Gary'ninkiyle beraber hop oturup hop kalkar. Demange'in kamerasının hızı ve yakın plan çekimleri bizi dünyanın, Belfast'ın bu kendini tekrar eden, asla çıkış yolunu bulamayacağımız tuğla duvarlı sokaklarından oluşan bir labirent olduğuna ikna eder. İngiliz askerler, direnişçiler ve mahalle sakinleriyle beraber taş, mermi, gürültü, alev ve kan çemberinde koşturarak, oturduğumuz yerde nefes nefese kalırız. Hem filmdeki karakterler, hem de seyirciler olarak biz, labirentteki fareler gibi acımasız bir deneyin kobayı oluruz.
Belfast'takinden çok farklı olmayan Yorkshire'in fakir sokaklarından gelen kahramanımız Gary'ye Belfast'taki ilk brifinginde şehrin bir haritası gösterilir. Şehrin batısındaki Falls Road denen ana caddenin kuzeyindeki sokaklarda Protestanlar yaşarken, güneyinde Katolikler yaşamaktadır. İngiliz ordusunun görevi de, iki grubu ayırmak için konulmuş duvarların ve tellerin iş görmediği durumlarda bu iki halkı birbirinden ayrı tutmaktadır. Seyirci çabuk davranabilirse haritadaki sokak isimlerinin Balkan temalı olduğunu görecektir. Plevne, Danube, Varna... İsimlerin büyüsü Belfast'ta da kendini göstermiş, sokaklar Balkanize olmuş, yani isimleriyle müsemma olmuşlardır. Komutan, sopasıyla Divis Apartmanlarına işaret eder, "Ne olursa olsun, buraya girmeyin" der. Acemi askerimiz Gary de elbette çok yakın bir zaman içerisinde kendini orada buluverir.
Silah arama operasyonu için gönderilmiş İngiliz askerlerin Katolik mahallesinde kamyonetlerinden inmesiyle sokak birden canlanır. Önce çocuklar taş atar, sonra ev kadınları teneke çöp kutularının kapaklarını yere çarparak gürültü çıkarır, ardından erkekler buldukları sopa ve taşlarla askerlere karşı cephe alır. Film için tasarlanan müzik de sokağın bu metal ve taş seslerinden esinlenmiş. Filmde kurgulanan Belfast sokakları başka yerlere açılan yollar değildir: bu sokaklar mahalleliyi, hem fiziksel hem de dünya görüşü olarak iyice sıkıştırıp, içine kapatır. Belfast'ın bu karmaşık sokak yapısına henüz tam nüfuz edememiş kahramanımız direnişçilerle yaşanan çatışma esnasında kaybolur. Gökyüzünün çok uzaklarda bir yerlerde olduğu 71 senesinin Belfast'ında sokaklar sanki yeryüzünde değil de yer altındaki evleri birbirine bağlayan yollar, siperler gibidir. Bu klostrofobik filmde evler bile bir odasından diğerine geçmenin tehlikeli olabileceği mekânlardır. Bazı evlerin içindeki duvarlar yıkılmış, polisten gizli bir şekilde bir sokaktan diğerine geçmeyi sağlayan geçitler haline gelmiştir. Bunu Gary'yle beraber canhıraş bir şekilde polisten değil IRA'dan kaçarken evlerin içine daldığımızda görürüz. Kameranın korkunç bir hızla hareket ettiği kaçış sahnelerinde çoğu zaman kahramanımızın iç mekânda mı dış mekânda mı olduğunu ayırt edemeyiz. Aynı haylaz yüzlü çocuklar, aynı solgun ışık, aynı boyasız tuğla duvarlar. Falls Caddesi'nin iki tarafındaki sokaklar ve yüzler, her ne kadar birbirlerini düşman olarak bilseler de, birbirlerini tekrar etmektedir. Falls'ın kuzeyi ve güneyi ve hatta Gary'nin memleketi olan Yorkshire'ın işçi mahallelerinin sokakları arasında bir fark yoktur. Öyle ki film yaraların hâlâ taze olduğu Belfast'ta değil, yine işçi sınıfının yaşadığı İngiltere'nin kuzeyindeki Sheffield şehrinde çekilmiş. Dar evlerin, evlerin sıhhatsizliği yüzünden hayatlarının çoğunu dışarıda geçiren küçük çocukların hüküm sürdüğü mahalleler…
Sokak, çocuğun evidir
Bu çocuklardan biri, bütün gününü kaçarak, kömürlükler, bahçedeki tuvaletlerde saklanarak geçiren askerimize bir müddet -şiddet onun küçük bedenini de yakalayıncaya kadar- mihmandarlık yapar. Gary'yi ilk gördüğünde "Asker misin?" diye sorar, "Gerçek bir asker?" Çünkü Gary, çocuğun sokaklarda beraber takıldığı, kanunu devlet adına ellerine almış paramiliter Protestan büyük abilerinden pek farklı değildir. Erkekliğin devlete karşı kanıtlandığı yerdir sokak Belfast'ta. Gary çocuğun gözünde belki de Protestanların haklarını korumayı kendilerine görev edinmiş bu sokak çetelerinin liderleri yanında hafif sıklet kalmaktadır. Gary, "Bu saatte senin evde olman gerekmez mi?" diye sorduğunda çocuk Kuzey İrlandalıların o kendinden emin sokak aksanıyla "Ben evimdeyim" diye cevap verir. Sokak, çocuğun evidir. Ve aynı zamanda yaşından beklenmeyen bilmiş bir ses tonuyla askere asıl onun evinde olmadığı mesajını verir. Normal şartlar altında koruması beklenilen çocuk tarafından bir müddet korunan asker yine tek başına kalır. Gece ilerledikçe sokaklar gitgide daha Viktoryen bir hal alır; karanlık, sisli, pis ve sessiz. Bu tekinsiz saatlerde ancak teröristler, ispiyoncular, ajanlar ve vampirler sokakta olsa gerektir. Nitekim çocuğun ölümüyle sonuçlanan girift ilişkiler ve planlar zinciriyle Demange bütün bu tekinsiz karakterlerin halkın kanını emen vampirler olduğunu ima eder.
Askerimizin ikinci kurtarıcısı mesleki olarak yaralı gördüğünde arkasını dönmemeye şartlanmış olan bir doktordur. Evine giderken yolda gördüğü yaralıyı tedavi etme dürtüsüyle hareket eden doktor, çatışma ortamlarında doktorların ve hastanelerin dokunulmazlıklarının neden elzem olduğunun da bir kanıtıdır. Bağımsızlık taraftarlarından bir grup asker orada olduğunu bilmeden doktorun evine daldıklarında şiddetin olaylarla ilgili olsan da olmasan da sokaktan içeri girivereceğini anlarız.
Film, hepten bir bilgisayar oyunundaymışız gibi yaşananlara yabancılaşmayalım diye bazen temposunu düşürür ve olanların politik ve tarihi arka planını düşünmemizi ister. Ordu, İngiliz askerlerin birinin deyimiyle 'Beş para etmez zenginlerin beş para etmez fakirleri beş para etmez fakirlere öldürttüğü' bir kurumdur. Bunda her ne kadar gerçeklik payı olsa da Kuzey İrlanda'daki durum -her iç savaşta olduğu gibi- çok daha girifttir. Demange diğer filmlerden alışkın olduğumuz üzere karakterlerine bu savaştaki dört-beş farklı tarafın kimler olduğunu anlattırmaz, bunun yerine Gary'nin kaçış sahnelerinde soluklanalım diye bu tarafların aynı gecede nasıl kumpaslar kurmaya çalıştıklarını gösterir. İngiliz polisi, İngiliz ordusu, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), IRA'nın yeterince şiddet kullanmadığını düşünen başka Katolik paramiliter gruplar, İngiliz ordusunun yeterince sert olmadığını düşünen Protestan gruplar... Hepsi durumdan vazife çıkarıp kendi etki alanlarını genişletme peşindedir. Kayıp bir İngiliz asker de bu güç oyunlarının oynanması için çok iyi bir zemin oluşturur. Seyirci olarak biz de Gary'nin koşuşturmaları, hep son anda kurşunun ıska geçmesi sahneleriyle nefes nefese kaldıktan sonra, bu Bizansvari oyunları anlamaya çalışırken, bu kadar küçük bir şehirde insanların nasıl bu kadar farklı fırkaya bölünebileceğini anlamaya çalışırız ve yüreğimiz daralır. Politikayı bırakıp tekrar Gary'yle sokaklarda koşmaya geri dönmek isteriz. Ama elbette bu parçalanma bize çok tanıdık gelir. Herkesin birbirini 'davayı satmakla' suçladığı filmde teröre, adi suça, intikama, menfaat oyunlarına şahit tutuluruz. Ve bu siyasi arka planın bizde yarattığı dejavu etkisi bir bilgisayar oyununda olmadığımızı, bu insan kapanı haline gelen sokakların hayal ürünü olmadığını, tarihi ve politik süreçler sonucu inşa edilmiş olduğunu hatırlatır.