Feminizm hareketlerinin tarihinde kadın algısını değiştirmiş isimlerden biri olan Collette Dowling'in etkileyici metni, kadınların kurtarılma arzuları, mücadeleden kaçışları, çaresiz olmaları, kör adanışları, cinsel kimlik panikleri ve elbette özgürlüğe uyanışları noktasında cinsiyetlerinin esiri olmaksızın kendilerine özgü birer hayat mücadelesi verenlerin odağında olan temel bir eser. Dolayısıyla, günümüzde kadının içe ve dışa doğru patlaması yönünde gerçekten çok etkileyici bir kurgusu var. Kadını bir sembolisazyon malzemesine dönüştüren kafaların nasıl işlediğini ve hangi argümanlardan beslendiklerini görmek için isabetli bir okuma.
Çağdaş kadının bağımsızlık korkusu üzerine psikolojik yönelimli bir kitap olan Sindrella Kompleksi, bu akışa su taşıyan önemli çalışmalardan sadece biri. Ben feminist değilim ancak feminist akımların neyi nasıl anladıkları, neye niçin itiraz ettiklerini bilmek için bazı okumalar yapıyorum. Batı toplumlarında öncelikle kadını bağımsızlaştırma çalışmalarının biçim ve içerik verdiği feminizm, fert olarak kadın tutumlarını ve fertlerden oluşan toplumları da kendi renklerine boyama telaşında oldukça aktif bir rol oynuyor. Bu da Batı toplumlarının etkisinde kalan kadını oldukça etkili argümanlarla sosyal ve ekonomik açıdan bir hırsa kurban ediyor. Temelde "kadınların kendilerinden sorumlu olmaları gerektiğini" savunan Dowling, çağdaş kadının bağımsızlık korkusunun öz-imajını felce uğrattığını da iddia ediyor. Diğer yandan, eş olmayı, anne olmayı, yuva yapmayı "büzüşmek" olarak nitelendiriyor. Oysaki kadınlık karşı cinsinizle sizi etkinlikten ayıran, soyutlayan şey değil bu birliktelikte sizin sunduğunuz katkıyı size özel yapan tarz ve stildir. Kadınlığın bin bir hallerini göstermek gerektiğinde buna "eş" olmanız Dowling'in iddia ettiği gibi bir engel teşkil etmez/etmemeli. Şahsi çalışmalarınıza bir de hatun yahut anne kimliğinizi eklersiniz. Cinsel kimliklerin bir yarışa dönüşmesi, pozitif ayrımcılığa kova ile su taşıması sırasında yabancılaştırdığınız aslında kadınlığın fıtratıdır.
Müslüman bir kadın olarak kendimden sorumlu olmayı, onun tarif ettiğinden daha farklı anlıyorum. Kendimden sorumlu olmayı kadınlığım üzerinden değil de daha çok kulluğum üzerinden değerlendiriyorum zira. Dowling'in söylemlerinin birçoğu hoşuma gitmese de kışkırtıcı olduğu kesin ancak kadının, geleneğin beslediği dinî algılarından uzakta bağımsızlaşma mücadelesi vermesini anlayamıyorum. Dünyada kendilerine yer edinme çabalarını kendi rasyonel sistemleştirmesi içine kapatarak geneli kavramaya çabalayan feminizmin karşısında hâlâ çocuklarla evde kalmanın, evi temizlemenin, dışarı gidip ekmek kazanmanın içerdiği kaygılarla başa çıkabilmesi için kocayı beslemenin her kadının haklı olarak gurur duyabileceği önemli toplumsal katkılar olduğunu düşünüyorum. Kadını, aklını ve yaratıcılığını tam olarak kullanmaktan alıkoyan ve büyük ölçüde bastırılmış korkularına Sindrella Kompleski adını veriyor Collette Dowling. Bense bu kitabı bitirdiğimde, kadının kendi -küçük dahi olsa- kaderine katılabilmesi gerektiğini düşündüm. Bu insan oluşunun kaderine katılmak kadının bireyselliğini yahut özgürlüğünü kaybetmesi değil, bu büyük yapı içerisine kendi fıtratına uygun özellikleri katabilmesidir. İhtiyaçları, yetenekleri hatta imkânları ölçüsünde bu yolu yürümek, hiçbir kadını aşağıya çekmez, bilâkis insan yapar.