Hakan Arslanbenzer: Dedemden dinlediğim masallar

Dedemden dinlediğim masallar
Giriş Tarihi: 17.2.2018 11:04 Son Güncelleme: 17.2.2018 11:04
Masallar, hikâyeler, cenknameler, battalnameler… Bir neslin kahramanlarını oluşturan türlerdi. Sezai Karakoç’un o güzel şiirinde söylediği gibi; “Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde/Binmiş gelirdi Ali bir kır ata.” Televizyonun ve elektriğin olmadığı kış gecelerinde çocuklar bu hikâyeleri dinleyerek büyüdüler. Hz. Ali vardı, Battal Gazi vardı, Dedem Korkut vardı, Kerem ile Aslı vardı… Hepsi birer kahramandı çocuklar için. En güzel yanı da masalların sonunda daima iyiler kazanır, kötüler kaybederdi. Bugünün çocukları, kahramanlarını televizyon dizilerinden yahut Hollywood yapımı filmlerden seçiyor. Biz de bundan sonra bu bölümde, dergiyi elinize aldığınızda çocuklarınıza, kardeşlerinize, arkadaşlarınıza okuyabileceğiniz masalları, küçükken yine birinci ağızdan dinlemiş olan kişilere anlattırarak o kış gecelerine selam vermek istedik. Kendi kahramanlarımız unutulmasın ve iyiler kazanmaya devam etsin diye…

Büyük bir oda düşünün; sedirler, duvarlarda aslanlı, geyikli duvar kilimleri, yer yatakları, ahşap bir zemin ve bir ailenin bütün fertleri orada. Mümkün olduğu kadar çok çocuk, kadınlar ve yengeler… Bir yenge masal için hazırlanırken diğeri sobanın başında muhtemelen ya ertesi günün yemeğini yapıyor yahut kökboyalarını kaynatıyor. Evin kızları ya uykuya geçmek üzere yahut halı dokuma tezgâhının başındalar. Gaz lambası yanıyor, lüküs lambası değil çünkü adı üstünde lüküs, her zaman yanmaz. Tavana asılır iki tane, bir ön bir arka tarafa… O zaman ev Paris gibi olur. Büyük odada da iki tane gaz lambası yanıyor, biri sobaya yakın bir yerde yahut yün eğirme makinesinin yanında biri de odanın ortasında… Sinematografik bir ortam yani. Bir tane yatak vardır, yenge sırtını duvara vererek bağdaş kurmuştur fakat o bağdaş çok enteresan bir bağdaştır çünkü bacaklar eteğin içindedir ve yenge o haliyle tek başına bir heykel gibi görünür. Evin içinde çocuklarla beraber olmasına rağmen başı bağlıdır. Çocuklar şu masalı anlat, bu masalı anlat diye istekte bulunurlar. Her akşam masal anlatılmaz. Çocukların talebiyle bazı akşamlar organize edilir. Yenge orada seyircinin talebiyle oturuyor. Babaanneden değil ama yengeden isteyebilirsin masal anlatmasını. Benim küçük yengem müthiş masal anlatıcısıydı. Masal anlatırken anlatıcının bilgisine ve kullandığı klişelere göre birçok geçmiş anlatılar da masalın içine katılarak bir karışım yapılabilir. Eğer çocuklar seyahate gitmek istiyorsa kuş kanadında seyahat edilirdi mesela. Bunun tadı başkaydı. İşte yengemin anlattığı bu masal karışımlarından birinin Dede Korkut hikâyelerinden biri olan Tepegöz olduğunu yıllar sonra Dede Korkut'u okuyunca anladım fakat yengemin anlattığı masallarda isimler bire bir geçmiyordu.

Canlandırarak anlatırdı, bizim de eğilimlerimizi ölçerek anlatırdı. Mesela korku sahneleri bizi çok ürkütürdü. En küçüğümüz korkudan yorganın altına girerdi ama kulağını da yorganın dışına çıkarmadan edemezdi. Yengem de bilerek o sahneyi uzattıkça uzatırdı. Biz aralarda masala; "Hadi şehzadeyi kurtar" falan diyerek müdahale etmek isterdik çünkü vezir yahut keşiş hile yapmıştır. Şehzade tutsaktır. Keşiş kim bilmiyoruz ama o hep kötüdür. Keşiş genelde büyücüdür. İşin temeli de şöyledir: Bu keşiş saltanatı ele geçirmek için kızını şehzadeye vermek ister ama padişah buna razı gelmez o da şehzadeyi kaçırır, kızını şehzadeyle gerdeğe sokacak ve çocukları olunca şehzade ile evlenmeye mecbur olacak. Padişahımız efendimizin adı yoktur, o hep padişahımız efendimizdir. Şehzade de aynı şekilde…

Masal başlamadan önce çocuklar kümelenmiştir, bir tiyatro halkası gibi. Önde iki üç çocuk, arkada üç beş, daha arkalarda yedi sekiz… "Amfiteatr" dedikleri şey gibi. Yorulması istenmez yengenin, ne isterse yapılır, genelde kant içmeyi severler. Kant, sıcak su içine şeker konarak yapılan bir içecektir. Hemen kant getirilir ve çocuklar başlar: Korkunçlu masal anlat yenge! Korkunçlu masal ise şu:

Bir varmış bir yokmuş, bir tane peri kızı varmış. Bu kız ülkenin padişahına göz koymuş. Günün birinde padişaha kendi karısı gibi görünüp onun yatağına girmiş ve padişahtan bir çocuğu olmuş. Doğan çocuğun eli ayağı yamuk, başı öküz başı gibi, sırtı kıllı, kuyruğu varmış… O sırada padişah kendisine karısı gibi görünenin peri olduğunu anlayınca periyi saraydan kovdurmuş. Peri de; "Ben sana yapacağımı bilirim" deyip intikam yeminleri ederek gitmiş. Çocuğunu bir ağaç kovuğunun içine sokmuş ve çocuk kovuğun içinde ayağa kalkacak zamana gelene kadar yaşamış.

Periden doğma insandan olma çocuğun çift karakterli ve hayvani özellikleri de varmış. Çok kuvvetli olmuş, vurduğunu devirmiş. Zamanla yol kesmeye başlayıp gelenin geçenin malını talan eder olmuş. Çok da cin akıllıymış aynı zamanda. Geçenlerin koyunlarının sütünü sağmak için yolun iki kenarına diken yerleştirmiş, dikenler koyunların memelerine takıldıkça sütleri dökülür ve yerleştirdiği kaplar sütle dolarmış. Padişah bu durumu öğrenmiş ve peri çocuğunu öldürmek için ordusunu göndermiş.

Bu arada masal anlatılırken geri dönüşler, mekân değiştirmeler gibi sinematografik tavırlar çok oluyordu anlatıcıda. Mesela; "Peri çocuğu böyle yapadursun, biz padişaha gidelim, bakalım bu sırada ne yapıyor" deyip bir anda padişaha geçiyor. Biz de şimdi dönelim masala tekrar.

Gel zaman git zaman padişahın oğlu olmuş, doğar doğmaz ayağa kalkmış ve ben şehzadeyim demiş. Üç günde yürümeyi, beş günde ok atmayı ve ata binmeyi öğrenmiş. Klasik Türk çocuğu yani. Bu arada padişahın ordusu perinin oğlunu yakalamış ama öldürememiş. Öldürememiş ama tek gözünü de kör etmişler. Bu da onlardan kaçarak bir mağaraya sığınmış. Askerler padişahtan korktukları için perinin oğlunun öldürdüklerini söylemişler ve padişah da bunun şerefine 40 gün 40 gece eğlence düzenlemiş. Bu arada mağarada yaşayan perinin oğlunun yaşamak için genç erkek çocuğu yemesi lazımmış. Her ay bir çocuk yer olmuş. 40 koyun üstüne bir tane de erkek çocuk yermiş.

Biz o sırada yengeme; "Artık padişahın oğlu büyüsün" diyoruz, yengem de; "Hemen büyümez ki, bak siz hemen büyümüyorsunuz" diyor. Bazen de arkası yarın diyor, biz tabii kabul etmiyoruz durumu.

Zaman geçmiş padişahın oğlu büyümüş. Atı Düldül, elindeki kılıç ise Zülfikar olmuş… Atına atlayıp kılıcını kuşanıp "Ben bunu yenerim" diyerek dağa gitmiş fakat Tepegöz hilebaz, durumu anlayıp dağın arkasına saklanmış. Şehzade ise bunun mağarasına gelmiş ama tam geldiği sırada tepegöz mağaranın girişini kapatmış ve şehzade koyunlarla bir başına kalmış.

Biz o sırada üzülüyoruz tabii, "Eyvah gitti şehzade" diye. Tepegöz bildiğin dev, yengem de öyle bir anlatıyor ki; alt dudağı yer süpürüyor, üst dudağı gök süpürüyor. Öyle bir yürüyüşü var ki; harr harrr, adım attığında deprem oluyor. Biz acayip korkuyoruz tabii.

Tepegöz mağaranın kapısını açmış, koyunları görmüş ama şehzade yok. Şehzade ise akıllı bir oğlan olduğu için bir koyunu karın kısmından kesmiş, içini boşalttıktan sonra eline kılıç alarak kendisini koyunun içine gizlemiş. Koyunları dışarı çıkmaya başlamış ama Tepegöz anlamış bir numara olduğunu ve bütün koyunları tek tek yoklamış. Tam şehzadeyi yokladığı sırada şehzade kılıcını Tepegöz'ün kalan tek gözüne saplamış. Tepegöz debelenirken padişahın ordusu gelmiş ve onu öldürmüş.

Sonrası malum, iyiler kazandı kötüler ise hep kaybetti…

BİZE ULAŞIN