Duha Türkleri
Dostlarım bana gezdiğim yerler arasında hangi ülkede yaşamak istediğimi sorduğunda Güney Afrika yahut Moğolistan arasında kalıyor, sonrasında genellikle Moğolistan'da karar kılıyorum. Neden böyle düşündüğümü açıkçası ben de bilmiyorum ama beni inanılmaz derecede etkileyen Moğolistan coğrafyasının, bu kararımda öncelikli olduğunu söyleyebilirim. Gök kubbe altında herhangi bir engelle bozulmadan, yüzlerce kilometre uzanan muhteşem steplerle bezeli bir coğrafya söz konusu olan. Sadelik ve el değmemişlik ancak bu kadar azametli kılabilirdi bir ülkeyi herhalde. Yaşadığımız zamanda modernleşmenin dokunmadığı, bozmadığı herhangi bir şey bulmak zor. Bugün yazmayı planladığım yer ise modernizmin müdahalelerine çok az maruz kalmış bir coğrafya olacak. Moğolistan'ın Rusya ile sınır olduğu Güney Sibirya bölgesi içerisinde bulunan, Türkiye'de kendilerini, Ren geyiği ile çekilmiş fotoğraflarından tanıdığımız Duha Türklerinin yaşadığı bölgeyi tanıtmaya çalışacağım sizlere. Gidip gördükten sonra; "Kesinlikle burada yaşamak isterdim" dediğim bir bölge… Öyle ki başkent Ulan Batur'dan buraya gelmek için anlaşma yapılacak 4x4 araç sahiplerinin çoğu, gidilecek yeri duyduklarında alacağı parayı bile düşünmeden vazgeçmiş, türlü bahanelerle işin içinden sıyrılmışlardı. Oraya giden, kendilerinden tecrübelerini dinlediğim neredeyse herkesin bir yolda kalma hikâyesi var. İş yolda kalmakla da bitmiyor. Nüfus yoğunluğunun zaten çok az olduğu ülkenin bu bölgesinde neredeyse kimse bulunmuyor. Haliyle yol da, çok bozuk bir şekilde seyrediyor. Gerçi yolun en problemli tarafı Mörön'den sonra başlıyor. Başkent Ulan Batur ile Mörön arasındaki yüzlerce kilometrelik yol kısmen daha iyi.
Sabahın erken saatlerinde başladığımız yolculuğumuz esnasında kâh kaybolmuş ve karşımıza çıkan çadır (ger) ahalisindeki göçebelere yolu sorup yolumuza öyle devam etmiş kâh çamura saplanan arabayı itelemiş kâh debisi yüksek bir ırmak başında; "Acaba saplanmamak için araçla hangi taraftan geçmeliyiz" diye uzunca düşünmüş ve fotoğraf çekmek amacıyla çok defa durmuş ve böylece yola devam etmiştik. Yolculuk esnasında dikkatimi çeken şeylerden biri de Şamanlar için önemli olan bir yer oldu. Buraya geldikten sonra yanımda bulunan Şaman arkadaş, şoförden aracı durdurmasını rica etmiş ve değneklerden çadır biçiminde kurulmuş, üzeri bir çeşit çaput ile sarılmış yerlerin başına giderek tazimde bulunmuştu. Çadırımsı yüksekliklerin her birinin üzerinde farklı hayvan figürleri vardı. Bu aynen düşündüğüm gibi -sonra oradakilerden teyit de ettirmiştim- 12 hayvanlı takvimine delalet ediyormuş. Bilindiği gibi bu, İslamlaşmadan önce kullandığımız bir takvim çeşidi. Hatta Moğol istilasının bir neticesi olarak bazı Türk boyları tarafından Ortaçağ'a kadar kullanılmış. Gittiğimiz yerde başka bir grup daha vardı. Tamamıyla Şaman olan bu insanların başında ise, yanımdaki arkadaşın söylemesiyle önemli bir şaman bulunuyordu. Türkçe de bilen Moğol arkadaşım aracılığıyla kendisiyle konuşmuş, kısa da olsa bir Şaman ayini ricasında bulunmuştum ki bana tebessüm ederek; "İstediğim zaman yapabildiğimiz bir şey değil bu" demişti. Vedalaştıktan sonra onlar bizim geldiğimiz cihete doğru ilerlerken biz de yolun belki de en çetrefilli tarafına girmiştik. Epey yol kat ettikten sonra yanımıza azık olarak aldığımız şeylerden yemek istemiştik. Yiyeceklerimizin olduğu poşeti açınca pek bir şey kalmadığını gördük. Şaman olan arkadaşımın yiyeceklerimizin çoğunu, kutsiyet atfettiği yere adak niyetine bırakmış olduğunu o anda anladım. Durum karşısında epey güldüğümü itiraf etmeliyim.
Ren geyiklerinin izinde
Uzunca bir yolculuktan sonra nihayet Tsagaannuur'a, Duha Türklerinin yerleşik hayata geçmiş olanlarının yaşadığı bölgeye gelmiştik. Doğal ortamlarında yaşayan Duha Türklerini görmek için yola biraz daha devam etmek gerekiyordu. Bu sefer aracı da bırakarak donmuş nehir boyunca, kâh ormanda ilerleyerek kâh çamura girip çıkarak yola devam ediyorduk.
Başkent Ulan Batur'un yaklaşık 1000 km uzaklığındaki bu yerleşim yeri Hövsgöl vilayetinde yer alan Tsagaannuur ilçesi. Yukarıda da bahsettiğim gibi Duhaların yerleşik hayata geçmiş olanları yahut yarı göçebe yaşayanları burada ikamet ediyor. TİKA'nın, Duha Türklerine ait olan ve günümüze kadar ulaşan örf, âdet gelenek ve göreneklerinin gelecek nesillere aktarılması, korunması ve kayıt altına alınmasını temin etmek amacıyla inşa ettirdiği 280 metrekarelik Duha Türkleri Araştırma Merkezi ve Müze binasında biraz istirahat ettikten sonra, göçebe olarak yaşayan Duhaların yaşadığı bölgeye bizi götürmek üzere rehberlik yapacak yeni bir arkadaşın katılımıyla yolumuza devam ettik. Arabayla sadece birkaç kilometre gidebildik zira yolun kalan kısmı, sadece yaya olarak aşılabilecek patikalarla doluydu. Kilometrelerce süren bir yürüyüş yapmamıza rağmen ulaşmamız mümkün olmamıştı. Rehberimizin Ren geyikleri tarafından yenmiş otları göstermesi ve sıkça rastlamaya başladığımız Ren geyiklerine ait ayak izleri ise bu bitmez yürüyüşün harika bir netice ile tamamlanacağının göstergeleri gibiydi. Nihayet az ileride çadırlar gözükmüştü. Öncesinde her yere yayılmış Ren geyikleri bizleri karşılamıştı.
Tecrübelerimi aktarmadan önce Duhalar hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Sayıları yaklaşık 600 civarında olan Duhalar, yine bu sınırlar içerisinde birkaç farklı bölgede yaşıyorlar. Temel özellikleri Ren geyiği beslemeleri. Bunların dışında geçimlerini avcılık ve toplayıcılıkla idame ettiriyorlar. Tabii onların bu coğrafyada yaşamaları II. Dünya Savaşı'ndan sonraki döneme rastlıyor. Asıl yaşam bölgeleri Moğolistan sınırındaki, bugün Tuva Cumhuriyeti'nin bulunduğu Rusya iken, II. Dünya Savaşı'nın çıkması ve o dönemde Rusya'nın uyguladığı birtakım politikalar sebebiyle göç etmek durumunda kalmışlar. Nüfus bakımından az olmalarına rağmen Şamanizm inancı ile birlikte bugüne kadar gelebilmiş olmaları, belki de ulaşılması zor olan bu yeni coğrafyanın kendilerine verdiği bir özellik. Bu arada biz her ne kadar onlara Duha diyorsak –ki onlar da kendilerini Duha olarak tanımlıyor- da Moğolistan topraklarında "ren geyiği sahipleri" anlamına gelen "tsaatan" tabiri ile biliniyorlar.
Dilleri tehlike altında olan bir halk
Duha Türkü denince akla gelen ilk şey, bu insanların konuştukları dil haliyle. Açıkçası bizim konuştuğumuz Türkçe ile benzerliklerin bu kadar fazla olduğuna şahit olduğumda epey şaşırmıştım. Tercüman aracılığıyla Duhalardan birine ona kadar saymasını rica ettirmiş, o da azıcık aksan farkıyla başlamıştı "bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on" diye saymaya. Duha dili her ne kadar pek çok benzer Türkçe kelime içerse de tam anlamıyla bu dili anlamak pek mümkün değil. Bununla birlikte maalesef bu dil ve kültür yok olma tehlikesi altında. UNESCO'nun yayımladığı tehlike altındaki diller atlasında Duhaların dili "ciddi şekilde tehlike altında" olarak belirtilmişti. Komünist dönemde başlayan Moğollaştırma politikası bunda en etkili olan unsurlardan biri. Duhaların özellikle yerleşik hayata geçmiş olanları kendi dillerini bile bilmiyorlar. Bu çok üzücü bir şey. Yukarıda bahsettiğim TİKA'nın bu ve diğer çalışmaları şükür ki önemli bir farkındalık oluşturuyor bu konuda.
TİKA'nın burada yaptığı en önemli projesi, Duha Türklerine verdiği Ren geyikleri. İnsanlar dillerini kaybetmeye başlarken Ren geyikleri de kan yakınlaşmasından dolayı genetik bir bozulmaya uğramış ve melezleştirme ile bu sorunun önüne geçilmeye çalışılmış. 2013 yılında bu insanlarla ilk defa temasa geçilmesinin hemen ardından TİKA, duruma müdahale etmiş ve Moğolistan'daki geyik uzmanlarının da tavsiyeleri doğrultusunda Rusya'nın bir bölgesinden 20 tane damızlık Ren geyiği getirilmiş ve Duhalara teslim edilmiş. Bu iş de öyle sıradan bir şekilde yapılmamış, 200 baş Ren geyiği içinden seçilen 20 Ren geyiğinin kan tahlilleri Moskova'da yapılmış. Ren geyiği projesinde en ince ayrıntıya kadar özen gösterilmiş. İşin daha güzel tarafı Duhalara hayat veren bu projenin işe yaraması olmuş. Kısa bir zaman sonra bu 20 Ren geyiğinden 14 tanesi yavrulamış. O tarihten bu zamana kadar kim bilir ne kadar ilerleme kaydedilmiştir.
Geyiklerle adeta konuşuyorlar
Ben de Ren geyikleri tarafından karşılandığımda etrafta çok sayıda ufak Ren geyiği görmüştüm. Zaten hemen onlardan bir tanesini sevmeye koyulmuştum. Daha yetişkin geyikler ise çitle çevrilmiş bir alan içerisindeydiler. Davetleri üzerine çadırlarını ziyaret ettiğimiz ve güler yüzle karşılandığımız aile, Ren geyiğinin sütünden ikram etmişti bize. Şahsım adına en unutulmadık anılardan biri de bu oldu. Ren geyiği sütü, hayatımda içtiğim en lezzetli süttü. Süt o kadar yağlıydı ki, elimdeki çömleğin iç kenarları kaymak tutmuştu. Önceleri her şeyiyle kendisine değişik gelen ama sonra ısınan sevimli, minik Duha kız çocuğuna da sütü içirme teşebbüsünde bulunmuştum. Artık çocuk süt içmekten nasıl bıktıysa, kendisine süt içirme teşebbüsünde bulunduğumda yüzünü çevirip elini ağzıyla kapatmıştı. Hep birlikte gülmüştük.
Bol bol fotoğraflar çekmiş -ki şimdiye kadar çektiğim fotoğrafların kesinlikle en özgünü bunlardı- başka bir yerde görme imkân ve ihtimalimin olamayacağını düşündüğüm Ren geyiğine binme tecrübemi burada edinmiş ve çadırın yaşlı büyükannesinin anlatısına mülaki olmuştum.
Duha Türkleri Ren geyikleriyle o kadar iç içe bir hayat yaşıyorlar ki, geyiklerle adeta konuşuyorlar. Öyle ya yıllar önce Tunus çölüne beraber çıktığım bedevi İbrahim de deveyle konuşmuştu gözümün önünde.
Hâsılı kelam orada geçirdiği değerli vakitlerin ayrılma zamanı gelmiş ve bu güzel insanlara veda etmiştim. Hediye olarak da ücretini vermek için ısrar ettiğim ama kabul ettiremediğim geyik boynuzu ile onurlandırılmıştım.
Ülkeler evvela insan birikimiyle büyükler
Yazıma konu olması bakımından ben burada sadece Duhalardan bahsettim ama Duhalar dışında Moğolistan'da yaşayan -Kazakları ayrı tutarsak- iki Türk grubu daha var. Hotonlar ve Tuvalar. Yine bunlar için yapılan çok faydalı projeler var ki bunların birçoğuna ben de şahit oldum. Özellikle Tuva halkına yönelik istihdam oluşturulması amacıyla kurulan keçe atölyesi için ihtiyaç duyulan malzeme ve ekipman TİKA tarafından karşılanmış ve bu insanlar için muhteşem bir geçim kaynağı oluşturulmuş. TİKA'nın desteğiyle Moğolistan'ın Ulusal Merkez Arşivi'nde muhafaza edilen arşiv belgelerinin okunması ve saha araştırmalarının yapılması suretiyle hazırlanan Moğolistan Tuvaları adlı eser de basit görünebilir ama çok önemli bir diğer hizmet.
Yazımın başında da söylediğim gibi Moğolistan inanılmaz bir coğrafya. Burada varlığımızı daha çok hissettirmemiz gerekiyor çünkü bizim olmadığımız yerde doğal olarak başkası oluyor. İlginçtir, Hoton Türkleri arasında Moğolcayı akıcı bir şekilde konuşabilen Peace Corps (Barış Gönüllüleri) çalışanı bir Amerikalı ile tanışmıştım. Gerçi tanışma konusunda kendisi biraz çekingen davranmıştı ama sonra rahatlıkla konuşabilmiş hatta kendisiyle röportaj da yapmış ve sosyal medya hesabımdan bunu yayınlamıştım. Geliş amacının ne olduğunu açıkça söylemekten çekinmediği gibi, benim gibi bir yabancıya rahatlıkla röportaj da verebilmişti. Unutmamak lazım, ülkeler her şeyden önce insan birikimiyle büyükler.