İmparator Caracalla, yüksek dağlarda yaşayan Germen kabilelerini ve gezgin çingeneleri vatandaşlık hakkından mahrum bırakmıştı. Septimius Severus ile Julia Domna'nın bu gaddar oğlu Çingenelerin insan bile olmadığını düşünüyordu. Bir bakıma haklıydı da. Çünkü Çingeneler ta o asırlarda bizim bugün bile anlamakta zorlandığımız bir ruh güzelliğine ulaşmıştı.
Germenleri ise medenileşmesi mümkün olmayan vahşiler olarak gördüğü için vatandaşlığa almamıştı. Onları insan içine karıştırmak, sonsuza dek sürmesi beklenen Roma Barışı'nı tehlikeye atmak demekti.
Caracalla sert bir komutan, acımasız bir askerdi fakat iş siyasete gelince, bilmem ki nasıl söylesem, af edersiniz biraz hödüktü. Ektiği nefret tohumları biz Roma önlerine varıncaya dek koskoca bir ormana dönüşmüştü.
Bu yüzdendir, Germenler ve Çingeneler de Evropa içlerinde başlattığımız bu kutlu seferde bizimle beraber yürüdüler.
***
Siz bilmezsiniz, karındaşım Hun İmparatoru Attila adeta bir melekti. Çelebi ve zarif bir insandı. Sarayda doğmuş, büyümüş; tahta çıkmayı beklemediği için Gotça ve Latincesini ilerletmiş, kendisini şiire ve felsefeye vermişti. Amcalarının ve babasının talihsiz bir biçimde peş peşe ölmesi üzerine iş başa düştü.
Sezar sadece Galya'yı işgal ederken 1 milyona yakın insanı katletmişti. Fakat biz Romalılar gibi barbar ve katil değildik. Bizim idaremiz sahtekârlık ve şiddet üzerine bina edilmemişti. Gücümüzü askerlerimizin pazularından değil, halkımızın ferasetinden ve hânımızın bilgeliğinden alıyorduk.
Mecbur kalmadıkça savaşmıyor, savaşırsak adaletten şaşmıyorduk.
Böyle dediğime bakıp da dövüşmekten korktuğumuz sanılmasın. Dünya kurulalı beri atlarımızın arkasından at koşturacak ordu görülmemiştir. Fakat biz işi öncelikle siyaset ile halletme cihetine gidiyorduk.
Düşmanlarımızı her biri en az 50 kilo çeken gürzlerimizin altında ezmeden önce yalnızlaştırıyor ve savaşamayacak hale getiriyorduk. Kaldı ki savaşlardan sonra bile mecbur kalmadıkça ülkelerini işgal etmiyor, kendi sınırlarımıza çekilip haraç ve hediye ile yetiniyorduk.
Bu sırada muhitimizdeki mahalli idarecileri yok etmiyor, ganimet ve zenginliklerden onlara da pay vererek gönüllerini kazanıyorduk. Doğudan ve batıdan insanlar akın akın gelerek bayrağımızın altında toplanıyordu.
***
Attila biraderim ebediyete irtihal etmeden kısa bir süre evvel bendenizi huzuruna çağırdı. Vefatından sonra olacakları bir bir anlattı.
Şöyle ki; kendisi ölünce Roma entrikaları Hun sarayına da sirayet edecek, yeğenleri ve komutanları adeta bir sefahat çukuruna düşerek birbirleriyle sonu gelmez mücadelelere girişecek, Roma ahlaksızlığı hem kendisinin hem de bizim devletimizin sonunu getirecekti.
Bu çerçevede bana hususi bir vazife verdi. Kendisinin ölüm haberini alır almaz payitahttan ayrılıp dağ yollarını kullanarak doğuya doğru yola çıkacaktım. Seyahatim sırasında Germen kabileleri ile alakadar olacak, onlardan devşirdiğim yetenekli gençleri Doğu Roma'ya sevk edecektim. Amacımız Bizans tahtını ele geçirmekti.
Bu konuşmayı yaptıktan yedi gün sonra Attila Han çağrıldı ve bendeniz içim kan ağlayarak yollara vasıl oldum.
***
Balkan dağlarının eteklerine vardığımda çevremde Germen delikanlılarından mürekkep bir müfreze kurulmuştu. Ohri yakınlarındaki bir kışlaya baskın yapıp ele geçirdik. Romalı askerlerden aldığımız zırh ve miğferleri giyip onların yerine geçtik.
Bu sırada Roma'da Doğu Orduları Komutanı Aspar Alan'ın yönlendirmesiyle 56 yaşındaki Leo imparator seçilmişti. Leo'nun Ariadne isimli eline yüzüne bakılmaz bir kızı vardı. Bu kızcağızın bir manastırdan alınıp İstanbul'a götürüleceğini duyduk.
Delikanlıların yarısı haydut gibi giyinip kafilenin yolunu kestiler. Ariadne'nin korumalarını kafeslediler. Genç kız korku içinde çığlıklar atarken Tarasis imdadına yetişti. Haydutları kaçırıp kızı kurtardı.
Tarasis, benim Alp dağlarında öksüz ve yetim bulup himayeme aldığım bir çocuktu. Bildiğim bütün numaraları öğretip onu yenilmez bir savaşçı olarak yetiştirmiştim. Eli kılıç tutmaya başlayınca da Zenon adını vermiştim.
O çelimsiz ve biçare çocuk zaman içinde büyüyüp serpilmiş, Yunan tragedyalarındaki insanüstü kahramanlara dönüşmüştü.
***
Zenon, Ariadne'ye İstanbul'a kadar eşlik edip babasına kendi elleriyle teslim etti. Prenses bu gözü pek askere âşık olmuştu. Babası da bu iyiliği karşılıksız bırakmak istemedi; artık adı kısalarak Zeno halini almış olan bu kripto Germen delikanlısını kızıyla evlendirdi.
Planımız tıkır tıkır işliyordu. Zeno o yıl imparatorluk muhafızlarının komutanı olarak atandı. Ertesi yıl Magister Militum'luğa terfi etti. Bu sırada bir çocukları doğmuş, ona dedesinin adını vererek tahtın varisi olmasını garantilemişlerdi.
Küçük Leo'nun tahta çıkan yolunu temizlemek için iki düşmandan kurtulmak gerekiyordu. Birincisi, kukla gibi oynatacağını düşünerek Büyük Leo'yu imparator yapan, fakat Zeno ipleri eline geçirmeye başlayınca pişman olan Aspar'dı.
Çok geçmeden büyük bir Trakya isyanı patlak verdi. Zeno, isyanı bastırırken bu işin arkasında Aspar'ın büyük oğlu Ardabur'un olduğunu anladı. İstanbul'a dönünce Ardabur'la babasını saraya çağırıp, onları yargıladı ve idam ettirdi.
***
İkinci büyük düşman, Büyük Leo'nun karısı İmparatoriçe Verina'ydı. Bu fettan kadın Roma ordusunun genç generallerinden Patricius'la gönül eğlendiriyor ve kocası ölünce onu tahta geçirmeyi planlıyordu.
Fakat affedilmesi güç bir hata yaptı. Kocasının şarabına zehir atarken yakalandı ve İsauran dağlarında bir kaleye sürüldü. O yola çıktıktan bir gün sonra İmparator kalp krizi geçirerek öldü. Verina geri dönene kadar Küçük Leo tahta çıkmış, o henüz yedi yaşında olduğu için güç kral naibi olarak atanan babası Zeno'ya geçmişti.
Verina döner dönmez sevgilisi Patricius'la birlikte bir saray darbesi planladı. Kurduğumuz hafiye teşkilatı sayesinde bu girişimden haberdar olmuş ve bize sadık ordu birliklerini alarak şehir dışına çıkmıştık.
Darbeyi yapanlar bizi bulamayınca birbirlerine düştüler. Kan gövdeyi götürdü. Verina'nın kardeşi Basiliskus, Patricius'u öldürdü. Bilahare biz gelerek her ikisini birden öldürdük ve küçük Leo sıtmadan öldüğü için Zeno tahta çıktı.
Roma İmparatorluğu'ndaki gizli Germen hükümdarlığı işte böyle başladı ve tam 15 yıl sürdü. Tarasis'in tahta çıkması kesinleşince bende bir memleket hasreti baş gösterdi. Bir gece yarısı kimseye haber vermeden şehri terk edip atımın sırtında Orta Asya'ya doğru yola çıktım.