Yusuf Sami Kamadan: Tunus’taki ayak izleri

Tunus’taki ayak izleri
Giriş Tarihi: 15.5.2017 16:03 Son Güncelleme: 15.5.2017 16:03
Yusuf Sami Kamadan SAYI:35Mayıs 2017
Tunus’tan ayrılma zamanı geldiğinde Tunus’un kızgın çöllerinden kuzey sahiline, Cerbe Adası’ndan Berberi köylerine kadar pek çok yere seyahat etmiş, İbn Haldun başta olmak üzere bu coğrafyadan çıkan büyük fikir ve hareket insanlarının ayak izlerini imkân nispetinde takip etmiştim.

İslamiyet'in erken dönemlerinden itibaren fetih hareketlerinin başladığı Tunus, yavaş yavaş İslam egemenliği altına girmiş. Kuzey Afrika fatihi olarak bilinen Ukbe bin Nâfi, başkent Tunus'un 200 km kadar güneyindeki Kayrevan'ı fethederek burada kendisine üs olarak kullanmak amacıyla bir İslam şehri kurmuş.

Birçok ülkeye seyahat etmenin dışında bazı ülkelerde uzunca sayılabilecek bir süre yaşadım. Böyle durumlarda yaşadığım şehri gezdikten sonra o şehir bana genel olarak üs vazifesi görüyor, oradan diğer yerlere hatta yakındaki ülkelere de seyahatte bulunuyordum. Tunus da benim için bu ülkelerden biri oldu. Tunus'un yine aynı adla anılan baş şehrinde bir yıl yaşadım. Bu güzel Akdeniz ülkesinde, gazetecilik yapmam nedeniyle epey hareketli vakitler geçirdim. Bu durum beni fırsat buldukça başta başkent Tunus olmak üzere, ülkenin diğer yerlerini gezmekten alıkoymadı. Evimin tahta penceresinden gözüken Halku'l-Vadi Limanı, Akdeniz'den gelen serin rüzgârlar beni alıp götürüyor, sürekli ama sürekli yeni keşifler yapmaya azmettiriyordu. Öyle ki vakit gelip de artık Tunus'tan ayrılma zamanı geldiğinde Tunus'un kızgın çöllerinden kuzey sahiline, Cerbe Adası'ndan Berberi köylerine kadar pek çok yere seyahat etmiş, İbn Haldun başta olmak üzere bu coğrafyadan çıkan büyük fikir ve hareket insanlarının ayak izlerini imkân nispetinde takip etmiştim.

Kartaca'nın tarihini Roma'dan dinledik

Tunus toprakları birçok devlete başkentlik etmiş. İslam öncesine dayanan kadim bir geçmişi var Tunus'un. Bu devletlerden bir tanesi olan Kartaca'dan bahsetmek yerinde olacaktır. Burada büyük bir devlet kuran Kartaca, Akdeniz'e hâkim olmayı büyük oranda başarmış. Bilindiği üzere tarihin en büyük mücadelelerinden biri Roma İmparatorluğu ile Kartaca arasında gerçekleşmiş. Akdeniz'deki ticareti ele geçirmek için iki devlet arasında ciddi bir mücadele yaşanmış, M.Ö 264 yılında başlayan Pön Savaşları M.Ö 146 yılında Kartaca'nın yenilmesiyle sonuçlanmış ve Roma İmparatorluğu Kartaca'yı ortadan kaldırmış. Bugün Tunus sınırlarında bulunan Kartaca'nın merkez şehri, Roma tarafından öylesine harap edilmiş ki çim bitmesin diye arazisine tuz bile dökülmüş. Kartaca'dan sadece harabeleri kalmış geriye. Kartaca Limanı olarak bilinen ve zamanında büyük gemileri barındıran liman da o dönemden günümüze ulaşan kalıntılardan biri.

İslamiyet'in erken dönemlerinden itibaren fetih hareketlerinin başladığı Tunus, yavaş yavaş İslam egemenliği altına girmiş. Kuzey Afrika fatihi olarak bilinen Ukbe bin Nâfi, başkent Tunus'un 200 km kadar güneyindeki Kayrevan'ı fethederek burada kendisine üs olarak kullanmak amacıyla bir İslam şehri kurmuş. Bölgede ayrıca sahabe kabirleri yer alıyor. Tunus halkı tarafından da hürmet gösterilen bu kabirlerden birisi Ebu Zema el-Belevî'ye ait. Ebu Zema el-Belevî Rıdvan Biatı'na katılan sahabelerden. Kuzey Afrika fetihlerinde de bulunmuş. Hicrî 34 senesinde, Kayrevan'ın 30 km batısındaki Ayn Celûle mevkiinde Muaviye bin Hudeyc komutasında Bizans'la yapılan savaşta şehit düşmüş ve Kayrevan'a defnedilmiş. Hz. Peygamber'in saç telini taşıyan sahabelerden olması dolayısıyla kendisine 'sâhibu'l-şaarât' denmiş. Ebu Zema'nın türbesi, Osmanlı Valisi Hammûde Paşa tarafından 17'nci yüzyılda yaptırılmış.

16'ncı yüzyılın ilk yarısında Kuzey Afrika kıyılarının büyük bir kısmını elinde bulunduran Osmanlı Devleti, Tunus'u ilk defa 1534 yılında Barbaros Hayrettin Paşa ile topraklarına katmış, daha sonra birkaç defa el değiştiren bölge nihai olarak 1574 yılında ele geçirilmiş ve 300 seneyi aşkın bir süre Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. Tabi Osmanlı'nın Tunus'u elinden aldığı devlet her ne kadar Hafsiler olarak bilinse de aslında bu devlet dönemin Akdeniz'inde başka bir kuvvet olan İspanyolların piyonundan başka bir şey değilmiş. Öyle ki Osmanlı deniz kuvvetlerinin başına geçen Barbaros Hayreddin Paşa 1534'te Cezayir'den gelip burayı Osmanlı topraklarına katmış ancak Kutsal Cermen Roma İmparatoru olan V. Karl donanmasıyla Tunus'a asker çıkarıp burayı tekrar ele geçirince tahtından edilen Mevlây Hasan b. Muhammed'i yeniden Tunus'ta Hafsi tahtına oturtmuş. Osmanlı, bölgede istikrarsızlığa yol açan böyle bir devleti İstanbul'dan yolladığı büyük bir donanma ile ortadan kaldırmak konusunda da tereddüt etmemiş haliyle.

Hüküm sürdüğü ülkelerde özellikle imar faaliyetlerine çok önem veren Osmanlı, Tunus'ta da aynı şekilde davranmış ve ülkeyi yaptığı külliyeler, camiler, medreseler, hanlar, çeşmeler, köprüler, saraylar ve evlerle süslemiş. Osmanlı Devleti Tunus'ta bir yandan imar faaliyetlerinde bulunurken bir yandan da kendisinden önce inşa edilmiş yapıların yenilenmesini de gerçekleştirmiş. İslam dünyasının ilk medresesi olma özelliğini taşıyan Zeytûne Medresesi, Safaks Ulu Camii ile Mehdiye Ulu Camii bunlardan sadece birkaçı.

Tabi her hükümranlığın da bir sonu var. İbn Haldun'un da dediği gibi "Devletler insanlar gibidir, doğar büyür ve ölürler." 17'nci yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti'nde görülmeye başlayan duraklama belirtileri, merkezden uzak bir eyalet olan Tunus'ta etkili bir şekilde görülmeye başlamış. Yeniçeri Ocağı'nın kumandanları olan ağalar 'dayı' unvanıyla yönetimde söz sahibi olmuşlar ve bunlar kısmen de olsa özgür olabilmişler. Osmanlı ile olan bağlantıları tamamıyla sona ermemiş, son Hüseyni Hanedanlığı'nın ortadan kalkana kadar bu irtibat devam etmiş. Öyle ki Tunus, Kırım Savaşı'na (1854-1856) yaklaşık 14 bin tam donanımlı askerden oluşan bir kuvvet göndermiş ve Osmanlı'nın safında savaşa katılmış.

Zeytûne Medresesi

Emevî Valisi Hasan bin Numan tarafından hicrî 80 yılında inşa ettirilen Zeytûne Medresesi, bu özelliğiyle İslam dünyasının ilk üniversitesi olma özelliğini taşıyor. Sanıldığının aksine el-Ezher'den daha da eski olan Zeytûne Medresesi yaklaşık 1300 yıllık bir tarihe sahip. Kadim Tunus'ta yer alan, şehrin en eski yapısı olan Zeytûne Medresesi bulunduğu mevki itibariyle de bir zamanlar şehrin merkezinde olduğu izlenimini veriyor. Medreseyi, Osmanlı zamanından kalma Türk Çarşısı, Bey Çarşısı ve Attarin Çarşısı çevrelemekte. Zamanında çok büyük bir ilim merkezi olan Zeytûne Medresesi'nden çok sayıda önemli isim de çıkmış. Bunlardan en önemlileri arasında tarih felsefecisi ve tarihçi İbn Haldun başta geliyor. İbn Haldun dışında Tunuslu düşünür İbn Âşûr ve meşhur Tunuslu şair Ebu Kasım eş-Şâbî de yolu Zeytûne'den geçen isimler arasında. Medrese, 1964 yılında Fransızların isteği üzerine dönemin Devlet Başkanı Habib Burgiba tarafından kapatılmış. 12 Mayıs 2012'de En-Nahda lideri Raşid el-Gannuşi'nin de katıldığı bir törenle yeniden açılması için prensip kararı alınmıştı. İbn Haldun'un avlusunda dolaştığı bu abidenin gerektiği gibi tanıtılması için elimden gelen gayreti göstermeye çalışmış, orada bulunduğum zaman zarfında bir de kısa belgesel hazırlamıştım.

Şimdi ne durumdadır bilemiyorum ama Zeytûne Üniversitesi Şeyhi Hüseyin el-Abîdî, Tunus'ta bulunduğum dönemlerde önemli bir isimdi. Ben oradayken bir basın toplantısı gerçekleştirmiş ve ülkenin içinde bulunduğu zor günler dolayısıyla hükümetle arasındaki tartışmaları rafa kaldırdığını açıklamıştı. Hüseyin el-Abîdî, Zeytûne Üniversitesi'nin bağımsızlığına müdahale ettiği gerekçesiyle mevcut hükümetle ve Gannuşi'yle arasında ciddi problem olan da bir isimdi. Ayrıca yaptığı açıklamada "Mısır'daki Ezher şeyhinin düştüğü hataya düşmeyeceğiz" demiş, ülkedeki bütün siyasi partileri; "birlik olmaya ve Allah'tan korkmaya" davet etmişti.

Tunus'ta Osmanlı'nın hâkimiyeti sona erdikten sonra ülke Fransız sömürgesi oldu malum. Her ne kadar 100 yılını doldurmadan bu topraklardan çekip gittilerse de bağımsızlık sonrası gelen Habib Burgiba döneminde 'Fransızlaşma' teşvik edildi ve aynen Türkiye'dekine benzer bir sekülerleşme politikası güdüldü. Mesela Habin Burgiba'nın tesettürlü bir kadının başından başörtüsünü aldığı fotoğraf meşhurdur. Aslında Tunus'un Türkiye'ye sadece bayrağıyla değil yaşadıklarıyla da benzediğini ve Tunus'un Türkiye'nin bir biblosu olduğunu düşünmüşümdür hep.

Tunus'un Türk aileleri

Tunus, Türk tarihi bakımından da büyük bir öneme sahip. Osmanlı Devleti şehrin savunmasını sağlamak için buraya üç tane kale diktirmiş. Bölgede Osmanlı'yla mücadele eden Avrupa ülkelerinin, özellikle İspanyolların, ilerlemesini engellemek amacıyla yapılan bu kaleler bugün Garu'l-Milh'in sembolleri konumunda.

300 yılı aşkın Osmanlı hâkimiyetinin sürdüğü ülkede, Osmanlı zamanındaki Tunus toplumunu Arap ve Endülüslülerden başka Türkler de meydana getiriyordu. Bugün yüzde 20'sinin Türk kökenli olduğu söyleniyor Tunus'un. Türkler kendisini özellikle ülkenin kuzey kesimlerinde gösteriyor. Osmanlı döneminde, devlet tarafından Anadolu ve Rumeli'den Tunus'a iskân edilen Türklerden başka buraya memur veya asker olarak gelip yerleşenler de bulunuyormuş.

Mavi ve beyaz bir kasaba: Sidi Bu Said

Tunus'tan bahsetmişken Sidi Bu Said'den bahsetmemek olmaz. Tunus'tan yaklaşık 20 km uzaklıkta bulunan Sidi Bu Said'deki yapıların tamamı mavi ve beyaz renklerden oluşuyor. Otantik görünümüne bir de Akdeniz'in muhteşem kucaklayıcılığı eklenince buradan ayrılmak hayli zorlaşıyor. Burası aynı zamanda Tunus'un önemli turizm merkezlerinden biri konumunda. Son yıllarda Batı'nın Ortadoğu'yu hâkimiyeti altına almak adına körüklediği iç karışıklıklar turizmi ciddi bir sekteye uğramış olsa da Sidi Bu Said'in ziyaretçisi hiç eksik olmuyor.

Yakından ilgilendiğim bir konu da Tunus'ta bulunan Türkçe kitabeler. Üç asrı aşkın Tunus'a hâkim olan Osmanlı Devleti, burada askeri yapılardan, köprü, çeşme, sebil gibi kamu yapılarına, ayrıca külliye, cami, medrese gibi din ve eğitim yapılarına varıncaya kadar birçok esere imza attığını söylemiştim. İlk karşılaştığımda çok şaşırmıştım ama sonraları bu şaşkınlık yerini bende meraka bırakmış ve bunları fotoğraflarıyla birlikte tespit etmeye sevk etmişti. Tabi bunların tespitinde Kadir Pektaş'ın Tunus'ta Osmanlı Mimari Eserleri adlı çalışmasından istifade ettim. Mesela 17'nci yüzyıl ortalarında Dayı Muhammed Lâz tarafından yaptırılan türbenin "Kapûna âciz-i muhtâc vardı ve fakîr-i sıfr yed tâpûna irdi" diye başlayan 16 satırdan oluşan sülüs hatlı çok güzel bir kitabesi var.

Tunus bilindiği gibi Ortadoğu'daki iç karışıklıkların yaşandığı ilk ülke. Her ne kadar başındaki diktatörden kurtulmayı başarabilmişse de hâlâ ciddi problemlerle boğuşuyor. Özellikle oradayken siyasi haberleri de takip ettiğim için olan biteni yakından görebiliyordum. Ciddi bir terör sorunu, daha Tunus'a ayak bastığımın dördüncü gününde gerçekleşen ve hâlâ çözülememiş olan bir siyasi suikast, güvenlik problemleri, bunların doğurduğu ekonomik buhranlar ve huzursuz olan halk… Akdeniz'in bu güzel ülkesi Tunus, yazık ki hâlâ benzer sorunlarla uğraşıyor…

BİZE ULAŞIN