DÜRÜLMÜŞ ÇADIRIN ARDINDAKİ ZAYIF IŞIK
Bu topraklar üzerinde yaşamış en büyük metafizikçi, en etkili eserlerin yazarı, en önemli düşünür, hiç kuşkusuz Sadreddin Konevî 'dir. Konevî ve başta hocası, sonra da 'bilginin kaynağında' kendisiyle yol yürüdüğü İbnü'l-Arabî ile birlikte 'Büyük Anadolu' diye isimlendirebileceğimiz coğrafya üzerinde ortaya çıkan metafizik okulu bu toprakların gördüğü son büyük, dini düşünce geleneğiyle sınırlarsak 'en büyük okul'dur. Onların tartıştıkları Tanrı, insan ve âlem ilişkisi, kendilerinden yaklaşık 17 asır önce aynı coğrafyanın batı kısımlarında Greklerce, onlardan daha önce Mısır matematikçilerince hatta İran'da uzun süre tartışılan konuların 'dini' gözle ele alındığı kadim konulardı. Onlar, düşüncenin temel konusunu teşkil eden birlik ve çokluk ilişkisini Tanrı ve âlem ilişkisi olarak yeniden güncellemiş, nübüvvet merkezli bilgi ve ahlak teorisi ışığında insanın var oluş serüvenini, var olmanın anlamını ve Tanrı'nın gayesini tartışmış, ilahi isimler üzerine kurdukları yöntemle âlemin varlığını açıklamak istemişlerdi.
Bu düşünce sistemi kelimenin hakiki anlamıyla bir gelenek ve okul olmuştu: Okulun mirası yaklaşık yedi asırdan beri İslam toplumunda ortaya çıkan bilgi tartışmalarıyla şekillenen geniş ve engin bir birikimden iktibas edilmiş, iki düşünürün yaratıcı tefekkürüyle yeni bir şekilde yorumlanmış düşüncelerden oluşmuştu. Bu düşünceler içerisinde en iyi bilineni hiç kuşkusuz vahdet-i vücud yani âlemin ve insan var oluşunun sadece kendi imkânları açısından değil Tanrı'nın iradesini dikkate alarak açıklamaktan hareket eden anlayıştı.
Bu yöntemi yeni ve özgün kılan birçok unsur vardı, hiç kuşkusuz! Her şeyden önce bu okul geniş bir coğrafyadan Konya-Şam, Mısır ve Hicaz'a seyahat eden düşünürlerden oluşuyordu. İbnü'l-Arabî Konevî'nin babası Mecdüddin İshak'ın davetiyle Endülüs'ten başlayan yolculuğunu
önce Mısır, sonra Mekke, nihayetinde Şam-Malatya ve Konya'da tamamlamış, artık bu coğrafyanın manevi kurucusu haline gelmişti. Okulun öteki
temsilcileri de bazen Doğu'dan bazen Batı'dan veya Anadolu'dan gelen isimlerden oluşuyordu.
Metafizik düşünceyi imar edenler
Bu yönüyle okul oldukça geniş bir coğrafyanın mirasını toplamış müstesna bir verimlilik içermişti. İkincisi bu okul kendisine kadar gelen mirasa saygılı ve kadirşinas şekilde yaklaşmış, Aristo'dan beri bilinegelen, öncekilere teşekkür etmek duygusuyla hareket etmiş, önceki bütün bilgileri küçük veya
büyük demeden kendine taşıyarak koruma altına almıştı. Bir büyük düşünürün eserinde zikredilmek kadar düşünceyi koruyabilecek başka bir yöntem yoktur. Modern dünyada İbnü'l-Arabî ekolüne yönelik değerlendirmelerden biri bu kadirşinaslıktan kaynaklanır, daha doğrusu bu engin gönüllülüğü anlayamamaktan kaynaklanır.
İbnü'l-Arabî kendi tasavvuf anlayışını izah ederken "bu yolda bana var olana hürmet öğretilmiştir" mealinde bir söz söyler. Burada kast ettiği şey hiç kuşkusuz insanlar, nesneler vs. gibi var olan her şeydir. Fakat bu yaklaşım yani değer vermek ve kadir bilmek, en çok bilgisinden istifade ettiği insanlar için geçerlidir. İbnü'l- Arabî'nin metinleri onlarca isme atıf yapar, hemen her kavramı birtakım kişilerle ilişkilendirir, böylece büyük bir insanlık
tecrübesi içerisinde kendini ve düşüncesini bir yere yerleştirir: büyük duvar içinde 'altın' bir tuğla olmayı yeterli sayar. Bu durum günümüzde onun
düşüncesinde çok kaynaklılık olarak nitelendirilir ki hatalı bir değerlendirmedir.
Üçüncüsü bu okul, kendisinden önceyi yorumlamada oldukça başarılı bir okuldur. Biz bu okulun yorumlarının ötesinde özellikle tasavvuf düşüncesi olmak üzere birçok düşünceyi başka türlü düşünme imkânı bulamayız. Bu okul kendisinden sonrayı şekillendirmede ise müstesna bir konuma sahiptir. Bundan sonra ortaya çıkan tasavvuf ve metafizik düşünce sürekli olarak bu okulun tartışmalarının etkisinde şekillenmiş, bu okulun yaklaşımlarını -eleştirirken biletakip ederek var olmuştur. Aslında Osmanlı dönemindeki yüksek düşünceler bu okulun 'çadırından çıkmış' düşüncelerden ibarettir.
Bu okulun ayırıcı özelliklerden birisi de Büyük Anadolu diye tabir edebileceğimiz geniş bir zeminde (üzerinde yaşadığımız topraklar ile Balkanlar, Kırım, Orta Asya, Afrika, Şam-Mısır) hattında kurucu bir okul olmasıdır. Bölgenin manevi fatihleri ve düşünceyi imar edenler hiç kuşkusuz bu okul
mensupları ve onların eserleri olmuştur. Kendilerinden sonra ise düşünceleri kadar menkıbe ve anlatımlarıyla bu bölgelerde yaşamaya devam etmişlerdir. Günümüze gelinceye kadar isimleri zikredilen, eserleri okunan birçok isim bu okuldan faydalanmış, bu okulu takip etmiş isimlerdir.
Modern ve kadim dünya arasındaki köprü
Bu okulun ayırıcı özelliklerinden biri de modern dünya ile kadim-klasik dünya arasında köprünün bu okul ve okuldaki düşünceler üzerinden kurulabilecek olmasıdır. Vakıa uzun bir zaman diliminde ortaya çıkmış düşünceleri en iyi son temsilcilerinde takip edebilir, en iyi son örneklerinden idrak edebiliriz. O zaman bu okul bizim için hayatiyetini sürdürmeye devam eden nadir okullardan birisi olarak bilgi kaynağı olmaya devam etmektedir. Bu okulun meşruiyeti ise hiç kuşkusuz nübüvvetten ve dini metinlerden gelir. Onlar kendilerinden önceki yorum geleneklerinden istifade etseler bile Tanrı ve insan ilişkileri hakkındaki yaklaşımlarıyla dini metni yeni gözle okumuş, Tanrı ve insan ilişkisini ilahi isimler ekseninde gerçekçi bir zeminde
ele almışlardır. O zaman bu okulu okumak, haddizatında, nasları yeni bir gözle okumak imkânı bulmak demektir.
En nihayetinde bu okulun eserlerini okumak, insan hakkında İslam geleneğinde söylenmiş hemen bütün düşünceleri bulabilmek, buradan hareketle ise modern insanın sorunları hakkında bir yaklaşım geliştirebilmek demektir. Bu anlayışın temelinde insan ile Tanrı arasında bir ayna ilişkisi öngörerek Tanrı'yı insanın aynası insanı Tanrı'nın aynası saymak yatar. Tanrı olmaksızın bu düşüncenin hiçbir anlamı olmadığı gibi insan olmaksızın ve insan üzerinde düşünmeksizin de öteki düşüncenin bir zemini yoktur. Bu sayede insan Tanrı için tek ve gerçek delil haline gelerek insan üzerinde düşünmek düşüncenin ana konusu haline gelir.
Konevî böyle bir düşünce geleneğinin en önemli iki isminden birisi olmakla ehemmiyetini hâlâ koruyan büyük bir düşünürdür. Onun eserlerindeki güçlük, gerçekte insanlığın düşünce seyrinde en ciddi disiplin olan metafizik üzerine yazmış olmasından kaynaklanır. Konevî bütün eserleri metafiziğe tahsis edilmiş, metafizik dışında yazmamış nadir birkaç isimden biridir. Metafizik üzerinde yazmak neyi gerekirmişse Konevî tam olarak onu yapmış, geriye ise gerçekten çok değerli bir literatür bırakmıştır.
Konevî 'nin ölümünün 751. senesini idrak ediyoruz. Bu topraklarda yaşamış en büyük düşünürü, son büyük metafizikçiyi, metafizik metinlerin son büyük yazarını rahmet ve hürmetle yadetmek, insan zihnine değer vermenin bir gereği olduğu kadar kadirşinaslığın en mütevazı hali sayılabilir.
KONEVÎ VASİYETNAMESİNDEN PARAGRAFLAR
Allah'ın rahmetine, bağışlamasına ve günahları örtmesine muhtaç kul, vasiyetin yazarı Muhammed b. İshak b. Muhammed b. Yusuf b. Ali, yanında bulunan ve yanında bulunmayıp bu vasiyete ulaşması mümkün müminleri şahit tutarak der ki: Bu vasiyetin yazarı Allah'ın tek, biricik, hiçbir şeye muhtaç olmayan olduğuna inanır. O doğurmamış ve doğrulmamıştır. O'nun dengi yoktur. Allah'ın seçkin kullarından dilediklerini, özellikle Hz. Peygamber Muhammed (as.) genel olarak öteki peygamberler gibi, belirli topluluklara göndermiş olması haktır. Cennet haktır, cehennem haktır, terazi haktır. Peygamberlerin ümmetlerine Allah'tan bildirdikleri şeylerde doğru söylemişlerdir. Kıyamet haktır. Ben bu inançla yaşadım, bu inançla ölüyorum.
Dostlarıma ve bana müntesip olacaklara beni Müslümanların kabrine koyduktan sonra, ilk gece yetmiş bin kere La ilahe illallah zikrini getirmelerini isterim. Onlara beni fıkıh kitaplarında yazıldığı tarzda değil, hadis kitaplarında zikredildiği üzere yıkamalarını vasiyet ederim. Kabrimin üzerinde ne bir imaret ne çatı inşa etmelerini vasiyet ederim. Kabri sadece izi silinmesin ve kaybolmasın diye sağlam taştan inşa etsinler.
Kızım Sakine'ye namaza ve diğer farzlara devam etmesini, sürekli istiğfarla ilgilenmesini ve Allah'a karşı hüsnü zan beslemesini vasiyet ederim.
Dostlarıma benden sonra zevk bilgilerin sorunlu ve kapalı kısımlarına dalmamalarını tavsiye ederim. Herhangi bir tevil veya yoruma sapmadan, onların açık ve kesin olanlarıyla yetinsinler. Kitaba, Sünnete, Müslümanların icmaına, sürekli zikre bağlılıklarını sürdürsünler. Allah'a karşı hüsnü zan
beslesinler ve nazari veya başka ilimlerle ilgilenmesinler. Onun yerine zikir, Kur'an-ı Kerim okuma, nafile zikirleri sabırla yerine getirme, zikredilen zevklerden açık ve berrak olanlarla ilgilenmelerini vasiyet ederim.
Bekâr olanlar, Şam'a hicret etmeye niyetlensin. Çünkü bu beldelerde buradakilerin büyük kısmının esenliğini değiştirecek karanlık fitneler ortaya çıkacaktır.
Kardeşlerim ve dostlarım! Beni salih dualarınızda anın. Bende dinen meşru bir hakkı olanlar, haklarını helal etsinler. Kendim ve sizin için Allah'tan bağışlanma dilerim. Allah'ım seni tenzih ederim, sana hamd ederim, senden başka ilah yoktur. Senden bağışlanma diliyorum ve sana tövbe ediyorum. Beni bağışla ve bana merhamet et.